KURTULUŞ SAVAŞINA KATILAN SON NİĞDELİ ŞEHABETTİN ARSLAN

Röportaj: Hayrullah Eraslan
                                                              
Niğde’den Kurtuluş Savaşına katılanlar arasında hayatta olan tek ismin 107 yaşındaki Şehabbettin Arslan olduğunu öğreniyoruz.
Niğde halkına, yeni nesle milli mücadele döneminin çok uzak olmadığının gösterilmesi açısından tarih şuuru ve milli kimlik bilicinin tazelenmesi için değerli Eğitimci-Yazar arkadaşım Uğur Arıbaş’la soluğu Şehabettin Arslan’ın yanında alıyoruz.
Ülkemiz açısından zorlu bir dönüm noktasını yaşamış, tarihi bir döneme şahitlik etmiş biriyle tanışacağız.
 
Bugün Niğde’de Kurtuluş Savaşı döneminden kalma tek yadigâr olduğunu da unutmayarak biz buna şahitlik edeceğiz.
 
Elbet karşımızda bir siyasetçi, bir bilim adamı ya da popüler bir sanatçı olmayacak. Çok yaşlı ve bakıma muhtaç biri.
O, bir dönemin bu şehirdeki tek sembol ismi olduğundan önem arz ediyor.
Gördüklerimiz ve dinlediklerimizden tarihe bir not düşmek bilinciyle ayrıca ‘sağken kıymet biline’ düsturunu da unutmayarak...
Onlar olmasaydı bizler olmazdık anlayışıyla…
Gelelim Şehabettin Arslan’ın Hikâyesine
Şehabettin Arslan zorlu şartlarda dört yıl askerlik yapmış. Önce Antep-Kilis-Osmaniye hattında düşmana karşı mücadele ederek cephelerde savaşmış. Bu bölgede Fransızlar püskürtüldükten sonra her asker memleketine izine gönderiliyor.
Genç Şehabettin de Niğde’de Nar Köyüne geliyor. Aradan on gün geçmeden bu sefer Batı Cephesinde durum tehlikeli bir hal aldığı için göreve çağrılıyor. Anadolu’daki her Türk genci gibi o da ‘vatan borcumuz’ diyerek batı cephesine gidiyor.
Burada Yunanlara karşı mücadele verilmesi gerekiyor.
Er Şehabettin’i de görev bölgesi olarak Marmaris civarına veriyorlar.
Onlar vatan korumasındayken bir ara Mustafa Kemal Atatürk birliklerini bizzat denetleyerek hal hatırlarını soruyor.
Burada bir süre savaştıktan sonra İstanbul’da Selimiye Kışlasına görevlendiriliyor.
Şehabbetin Arslan, Kurtuluş Savaşı dönemimde Fransızlara karşı Antep-Kilis Bölgesinde, Yunanlılara karşı Ege ve özellikle Marmaris bölgesinde, sonrasında da İstanbul’da İngilizlere karşı verilen mücadelenin içinde yer alıyor. Yani üç ayrı cephede ve üç ayrı düşmana karşı savaştığını öğreniyoruz. Dile kolay…
Şahabettin Arslan’a savaşı soruyoruz. Hemen irkiliyor, sonra da hiddetleniyor.
107 yaşında olmasına rağmen ‘ne olursa olsun düşmana bu toprakları vermedik ya bu yeter. Şimdi savaş olsa bu yaşımda gözümü kırpmadan asamla bile giderim, Yunanlılar, İngilizler ve Fransızlara yaptıklarından dolayı hala kızgınım’ diyor.  Verdikleri mücadelen gurur duyduğunu görüyoruz. Nasıl duyulmaz ki…



Askerde görevini soruyoruz ‘makinacıydım’ diyor. Ne makinası, nerede öğrendin, ne yapıyordunuz diye sorduğumuzda  ‘Ağır makinalı tüfek, 7. 09 çapında 0.8 milimetrelik kızaklıydı. Bir kulaç mermisi olurdu. Onunla düşmana ateş ederdim. Bunun için eğitimi önceki görev yerim Gaziantep’te aldım, sonra Batı Cephesine gittiğimde de komutanlarım aynı görevi verdiler, ben de canla başla cephede düşmana ateş ederdim’ diyor. Kullandığı makinenin özelliklerini hızlı hızlı ve heyecanlı şekilde sayması bizi şaşırtıyor.

Düşman Anadolu’dan püskürtüldükten sonra bu sefer de İstanbul’da Selimiye Kışlasında görev yapıyor. Burada Mustafa Kemal Atatürk’ün seyisliğini yapıyor ve Atatürk’le yakından tanışmış da oluyor. Atatürk’ün güzel bir atı olduğunu ve ona çok iyi baktığını anlatıyor. ‘Her gün sabahtan akşama kadar bu atlarla ilgilendirdim. Ayrıca İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Ali İhsan Paşa’nın atlarına da bakardım’ diyor.
“Mustafa Kemal Atatürk beni gördüğü zaman halimi hatırımı sorardı. ‘Yemen içmen nasıl, memnun musun?’ diye sorduğunda ‘Çok memnunum komutanım’ derdim” diye ifade ediyor o günleri.

‘Cephede nasıldınız?’ şeklindeki sorumuza karşılık. ‘Düşmanla savaşırdık. Fırsat bulduğumuzda yemeğimizi yerdik. Biraz yavan ekmek bezen de sulu çorba haricinde bir şey görmedik. Onunla karnımızı doyurur Allah’ımıza şükrederdik. Düşmanla vuruşma haricinde namazımı hiç kaçırmazdık. Başımızdaki komutanlarımız da namaz kılardı. Fevzi Çakmak bazen cepheye geldiğinde namazı kendisi kıldırırdı. Açık alanda toprak üzerinde cemaat oluşturur orada toplu namaz kılardık. Bundan dolayı askerler Fevzi Çakmak’ı ayrıca severlerdi. Ben Fevzi Çakmak’la çok namaz kıldım’ diyerek sevincini ve gururunu gizlemiyor.

Batı Cephesinde savaştığı sırada Niğdeli 4-5 kişiyle daha karşılaşmış. Ayrıca Kuşadası’nda kendi köylüsü (Nar Köy) Ahmet Çavuş (Bilici) varmış. Onunla hep memleketinin, köyünün güzelliğini anlatarak özlem giderirliğini naklediyor.


Şehabettin Arslan, Nar Köyünde yaşarken 4 yıl önce Niğde’de Nar Mahallesine torunun yanına yerleşmiş. Eşini 22 yıl önce kaybetmiş İki oğlu bir kızı varken kızı da eşinden sonra vefat etmiş. 10 torunu ve torunlarının da 22 çocuğu var. 40 yaşına kadar çocuğu olmamış bugün en büyük çocuğunun 67 yaşında olduğunu öğreniyoruz.

Şehabettin Arslan’ın sülalesinin de ilginç hikayesi var!
Babası Çanakkale Savaşına katılmış. Amcası Sarıkamış’ta donarak şehit olmuş. Diğer amcası da Ruslara esir düşmüş, sonra kaçmış, çetin yol şartlarında parmakları donmuş, daha sonra da kesilmiş. Ardından köyüne yerleştiğini öğreniyoruz.

Nar Mahallesi’nde evinde kaldığı torunu Mustafa Arslan anlatıyor: 
“Dedemin sağlığı yerinde, hiç ilaç kullanmıyor. Her namaz vakti evimizin yanındaki camiye tek başına gider ve tek başına gelir. Yemek ayırmaksızın her yemeği yiyor” diyor.

 
Şehabbetin Arslan’a yeni nesli soruyoruz: “Bunlar yokluk görmemişler, hep hazırcılar, şükür nedir bilmezler” diyor. Vatanın kıymetini bilmemiz gerektiğini bizler dahil camiinin önünde toplanan cemaat mensuplarına sıkı sıkıya tembihliyor. 

Son olarak en büyük hayalini soruyoruz:
“Dünya gözüyle Selimiye Kışlasını bir daha görebilmek’ diyor. 
Evet… Kurtuluş savaşını iliklerine kadar yaşamış bizim bildiğimiz tek Niğdeli olarak ayakta kalan ve yaşamının son döneminde olan Şehabbetin Arslan ile söyleşi yaptık. Anlattıklarıyla, heyecanıyla inanmışlığı ile adeta bizi o döneme götürdü.
Komşuları ondan çok memnun, mahalle de çocuklar onu çok seviyor.
Namazı hep camide kılıyor.
Camiye giderken çocuklar kollarından tutuyor o da cebinden çıkardığı şeker ile çocukları sevindiriyor. 
Bugüne kadar resmi kurumlardaki idarecilerimiz onunla hiç tanışmamışlar. Gerçi o bunu dert etmiyor ama Niğde’mizde Kurtuluş Savaşı’na katılmış hayattaki son kişi olan bu güzide insana yaşarken hak ettiği değerin verilmesini çok görmemek lazım diye düşünüyorum.

       Düzenleme Selim Gökel - Kamera Çekim: Taha Acar -  İzinli Alıntı:http://www.defterk.com 
 
Not: Bu makale Niğde Belediyesinin Çıkardığı ‘ Dört Mevsim Niğde’ Dergisinin son sayısında( Sonbahar, Kasım-2010) yayınlanmıştır.