Ülkemizin büyük kodaman kesimlerinin her biri son otuz yıldır kol kola her biri kendi hacmince yağma ve talan sofrasından nasiplerine düşeni alarak semirildiler. Ta ki, temeldeki üretkenlik (artı değer) krizi kendini daha şiddetli hissettirmeye başlayıncaya kadar.
      Tıpkı 2001 krizinde (cumhurbaşkanına Anayasa fırlatıldı diye başladığı vaaz edilen) ekonomik-siyasal tasfiye ve yeniden yapılandırma operasyonunun, o dönemin öne çıkan soygun mekanizması bankacılık alanından başlaması gibi… Bugünkü ekonomik-siyasal operasyonun da bu dönemin öne çıkan soygun ve yeniden paylaşım mekanizması ihale-rant alanından başlaması rastlantı olmasa gerek.
      Faiz yükseltisinin de ilk ve en ağır etkileyeceği sektör, inşaat sektörü. İnşaat sektörünün önemli bir özelliği de henüz AB müktesabatına bağlanmamış olması. AB’nin üst kurullar, kamu ihaleleri ve inşaat gibi alanlardaki yönergelerine AK Partisi Hükümeti -tıpkı faize direnmiş olduğu gibi- cansiperane biçimde direniyor. Kriz derinleşirse ve inşaat-rant balonundan bir çatırtı başlarsa, AKP’nin yeniden bağlanmaya zorlandığı “yeniden yapılandırma” yönergeleri tarafından burnuna ilk dayatılan ihalelerden biri, üst kurullar, ihale ve gayrimenkul-inşaat alanlarının yeniden formatlanması olacak.
      Bu da tıpkı 2001 bankacılık krizi ve para sermayenin azalan sayıda elde yoğunlaşıp merkezileşerek yeniden yapılandırmasına benzeyen bir süreç olacak. Bankacılık krizinde de, dev çaplı banka/devlet hortumculuğu sektördeki “ilkel birikimciler” e yıkılıp tasfiye edilmelerinde kullanılmış, ardından bankacılık küresel ortaklarıyla en büyük holding bankalarının elinde merkezileşip yoğunlaştıran yapısal düzenlemeler yapılmıştı. 
      Kamu ihaleleri ve inşaat alanına dönük Dünya Bankası ve AB yönergeleri, daha yüksek öz sermaye, teknoloji, kredi ve teminat olanağı ve işgücü vasfı eşiği, küresel tekelci birikim ve kontrol standartlarını öngörmektedir. Yani sektördeki “ilkel birikimcileri” de tasfiye eden büyük çaplı bir uluslar arası sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi anlamına gelecektir.   Bankacılıkta olduğu gibi, inşaatta da tekelleşme yeni bir düzeye yükselecek, küresel ortaklarıyla birlikte en büyük holdinglere bağlı 5-6 büyük inşaat tekeli en büyük rantları elinde toplayacaktır. İnşaat alanında da bir “bağımsız düzenleyici üst kurul”un peydah olması şaşırtıcı olmayacaktır.
      Tabii bu çapta bir tasfiye ve yeniden yapılandırma tekelci sermaye kesimleri arasında güç mücadelesi sorunudur ve yalnızca Türkiye burjuvazisi ve devleti içinde çözüme bağlanabilecek bir sorun değildir. AB otoritesini yeniden imdada çağrılmaktadır. AK Partisi Hükümeti, dış politikada yaşadığı kırılmayla da birlikte, yeniden AB ile neoliberal yapısal “reform” müzakeresine oturmaya zorlanmaktadır. Erdoğan-AKP tüm “faiz lobisi” atıp tutmalarına karşın şok faiz artırımını onaylamak zorunda kalması gibi, tüm “Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen dış güçler, vb” atıp tutmalarına karşın, adım adım yeniden AB yörüngesine girmeye zorlanmaktadır. Son haftalarda AB-Türkiye arasında olağanüstü bir hız kazanan diplomasi trafiği ve AK Partisinin 2014′ü burnu sürtüle sürtüle “AB yılı” ilan etmesi, gelişmelerin yönü hakkında yeterli fikir vermektedir. AK Parti, yerel seçimlerden hemen sonra Nisan ayında, Türkiye burjuvazisinin ağır basmaya başlayan kesimlerinin baskısını artırdığı, AB yörüngesine bağlanan “yapısal reformları” başlatacağını açıklamıştır.
      Yaşanan süreç, bir nevi, 2001 krizinin şiddeti nedeniyle şok biçimde yaşanan ekonomik-siyasal yapısal yeniden dizayn harekatının, bizzat sermaye birikiminin bu dönem içinde gelişmesinin biçimi olan ve onun içinde kök salmış AK Parti Hükümetinin direnç katsayısının daha fazla olması nedeniyle, sürece yayılmış biçimidir. AK Partinin ittire kaktıra yeniden AB hegemonyasına bağlanması ve kanırta kanırta “yapısal reformları” yapmaya zorlanması bile 2001 dejavusuna benzemektedir: O dönemki hükümet de İMF’ye karşı kendi çapında direnmeye çalışmasına karşın, önce yıldırım neoliberal yasaları çıkarmaya zorlanmış, sonra indirilmişti. AKP de zaten bu neoliberal program ve düzenlemeler üzerinden hazıra konmuştu.
     Bugün burjuvazi ve mali oligarşisinin ağır basan kesiminin AK Partiyi yeniden AB yönergeleri çıpasına ve “yeniden yapılandırma” programına bağlayarak ve yanı sıra bir takım denge ve kontrol mekanizmaları oluşturarak mı, yoksa AK Part’siz mi yapabileceği ayrı konudur. Önemli olan burjuvazinin bir birikim ve egemenlik biçiminin tıkanması ve krizi kadar harekete geçmiş ve kendi yolunu da kanırta kanırta açmaya başlamış daha üst bir birikim ve egemenlik biçimine geçiş dinamiklerini de görebilmek, buna göre konumlanmaktır.
    “Yesinler ama az yesinler” ana başlığıyla sürdürülen tartışmaların merkezinde kapitalizmin birikim yasasını bilerek isteyerek görmezden gelmek var! Sermaye hızla birkaç merkezde çoğalarak birikirken emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanları da mezar kazıcısı olarak hızla çoğaltmakta. Yaşanan krizleri nereden okuduğumuza bağlı olarak gelişmeleri yorumlaya biliriz.