Ülkemiz egemenleri emek sömürüsünü dikensiz gül bahçesi koşullarına getire bilmek ve kırıntı demokratik kazanımları yerle yeksan etmek için yönetim şeklini başkanlık sistemi gibi bir formla tahkim etmenin Turgut Özal’dan beri gayreti içerisindeler. 7 Haziran seçimleri sonrasında parlamentodan hükümet çıkarttırmamanın başat nedeni başkanlık rejimine kitleleri ikna ettirmek içindir. 

       Gelişmelerin baş döndürücülüğü karşısında dile getirilenler, beylik kalıpların sığ bir tekrarından öte geçmiyor. Hâlbuki bugüne kadar tanık olunanlardan farklı, bu anlamda “yeni” bir durum Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra günlük siyasetin içerisindeydi. Her şey bir yana, merkezinde başkanlık sisteminin bulunduğu yönetememe krizi bilinçli bir müdahaleyle derinleştirilerek içerde ve dışarıda kelimenin gerçek anlamıyla bir savaşa evrildi. Ve aslında yeni bir sürecin kapısı sonuna kadar açılmış oldu. 

       Elbette tüm bunlar bir anda olmadı. Ama uzun süreden beri var olan kriz dinamikleri son bir aydır sıçramalı bir seyir izleyerek aslında niteliksel bir dönüşüme uğradı. Özünde başkanlık sisteminin referandumuna dönüşen 7 Haziran seçimlerinden çıkan sonucun üzerine çarpı çeken, son moda tabirle “sivil darbe yaparak” yeniden sandık kurulmasını dayatan saray iktidar bloğu, savaşın düğmesine basarak toplumsal dayanaklarındaki çözülme eğilimlerinin önünü almak, tarihsel-toplumsal milliyetçilik birikimini tekrar arkasında toplayarak kendisine yeni bir meşruiyet zemini yaratmak hesabındadır. Hesabı tutmadığında yani hükümet olacak sayıda parlamenter çıkartamadığında ise “başkanlık” rejimine yönelik ısrarını sürdürüp “e gördünüz işte ikidir seçim yapılıyor lakinistikrar- sağlayacak hükümet kurulamıyor” retoriğiyle ötmeden beri hayal ettikleri “başkanlık” rejimine hızla yelken açacaklarını hesaplıyor.

       Yaşananlara sadece bu noktadan bakınca, tüm bu olup bitenin gerisinde hiçbir muhalefet dinamiği ve potansiyeline tahammülü olmayan mutlak bir iktidar arzusunun (daha doğrusu ihtiyacının) yattığını düşünmemek elde değil. Ki bu tümüyle yanlış değil. Ancak sürecin bütününe, “sonuç nedenden daha büyük olamaz, çünkü sonuç nedenin beliriminden başka bir şey değildir” diyalektik yaklaşımı ışığında  baktığımızda, sistemin tüm çelişki ve çatışmalarını sembolize eden başkanlık sisteminin de esasında bir neden değil sonuç olduğunu, onun da gerisinde oldukça kapsamlı bir tarihsel-konjonktürel arka planın yattığını görürüz. 

       Bu bağlamda yine tarihsel materyalizmin diliyle söyleyecek olursak, “sonuç nedenin içermediği hiçbir şeyi içermediği gibi neden de sonucun içermediği hiçbir şeyi içermez”. Bu yönüyle ülkemiz egemenlerine daha iyi hizmet vere bilmek için kendini var eden  tarihsel-toplumsal temel üzerinde etkide bulunarak ve dahi o temeldeki tekçi milliyetçi ideolojiye sıkı sıkı sarılarak ve bunu da“yeni” bir devlet biçimi/rejim yapılanması gibi sunarak geniş kitleleri kendine yedeklemek istiyor. 

       Dolayısıyla, 7 Haziran öncesinden başlayarak yaşananlar ne Tayyip Erdoğan’ın iktidar hırsıyla açıklanabilir ne de bu hırsın “parlamenter sisteme yaptığı bir darbe süreci” olarak tanımlanabilir. İşin kötüsü, yaşananları hala bu sınırlar içinde ele alarak hele de adının önüne sosyalistim-solcuyum- devrimciyim sıfatlarını şişinerek koyanların “sivil darbe-AKP-Erdoğan” karşıtlığına indirgedikleri sığ muhalefet anlayışının özü itibarıyla egemenlere hizmet etmesidir.

       Demokrasinin kırıntı dene bilecek kazanımlarını bile kan ve göz deryasıyla vermiş olan ceberut rejim kendisini başkanlık sistemi temelinde yeniden tahkim etmesindeki ısrar, içinde bulunduğumuz dönemin ruhunun kavranması için gören göze, bilinci açık beyinlere, duyarlı yüreklere çarpıcı veriler sunmaktadır. 

        Bu bağlamda öne çıkan kimi verileri bir kaç başlık altında toplayıp yarınki “İçinde Yaşanılan Süreci Doğru Okumak! (2)” başlıklı yazımda ele alıp paylaşacağım. Ancak şunu belirtmeliyim ki; başkanlık rejimine yönelim, her şeyden önce, neoliberal birikim modelinin (sermayenin emek sömürüsüyle orantılı olarak hızla büyüyerek bir avuç egemenin elinde toplanması) artık teklemeye başladığı kapsamlı bir krizin üzerine oturuyor ama aynı zamanda onu derinleştiren ve daha da derinleştirecek bir rol oynuyor. Yarın bu roller üzerinde duracağız.