45 gün süren kim gidecek hay huyu ardında gerçekleşen ve görüşmenin ardı sıra yollara düşen BDP heyetlerinin varacakları yere varmalarıyla eş zamanlı Milliyet Gazetesinden manşetten verilen “zabıt tutanakları” ülkemizin gündemini 3-5 gündür yoğun bir biçimde belirlemiş durumda.
 
      İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’la “çözüm süreci”  yol haritası üzerinde görüşmelerde bulunan BDP heyetinin bilgi kırıntısı denebilecek birkaç açıklaması dışında her hangi bir beyanda “resmi” olarak bulunmamışken “İmralı görüşme tutanaklarının” 32 tekmili birden beğenelim beğenmeyelim genel akım medya içerisinde en “saygın” konuma sahip Milliyet Gazetesinde tefrika edilmesi gündeme “bomba” gibi düştü. Lakin bu düşme “çözüm sürecine” katkı sunma bir yana “kim sızdırdı” sürecine evirilerek “gazetecilik mi?” “Sabotaj mı?” “Gizli servis oyunu mu?” gibi yorumlarla çok başka mecralara çekiliverdi.
 
      Ne söylediğine değil ne duyacağına bak demiş atalarımız. Ne de güzel söylemişler değil mi? Sızdırma vakasına cuk oturuyor. Ne sızdırdığın değil, yorumları önemli. İmralı görüşmelerinin basına sızmasının ilk yorumları ardından yapılan ilk açıklamalarda ağırlıklı olarak taraflar birbirini sürecinin belgeleri sızdırmak ve süreci “baltalamak” ile suçlamıştı. Yapılan resmi açıklamalarda da benzer tutum sürerken haberi yayınlayan Milliyet gazetesi, kerem edip, kaynağın BDP olduğunu ancak bunun bir sızdırma ya da kendilerine servis etme olmadığını iddia ederek yaptıkları işin “gazetecilik” olduğunu belirtti.
 
       Belgelerin basına yansımış olmasının ne gibi bir sakıncasının olduğu ya da neden Oslo görüşmelerinin sızdırılmasına benzer bir şekilde ilişkilendirildiğinin üzerinde pek az duruldu.
       Sayın Başbakan “BDP’liler çok konuşuyor”  diyerek  “sızdırmanın” adresini işaret etmekle kalmayıp, Viyana gezisi dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken “meselenin halli için” kararlı olduklarının altını net bir biçimde çizip, “STK’lardan da çözüm için bekledikleri katkıyı alamamaktan” şikâyetçi oldu.
 
       BDP eş başkanlarından Selahattin Demirtaş ise “çözüm için baldıran zehri içmeyi göze alan bir başbakana karşı komplo içinde olmayız” minvalinde demeç vererek “sızdırsak” da genel hatlarıyla yanındayız mesajını vererek çözüm sürecini tıkayan taraf olmayacaklarını bir kez daha söyleyip, BDP’nin süreçte gözden çıkartılmamasını istemesi anlamına gelecek açıklamalar yapıyor olması bence manidardır.
 
        Kuzey  Irak’ta Kürdistan bölgesinde bulunan BDP ve DTK heyetinin İslami Birlik Partisi ziyareti sonrası açıklama yapan Demirtaş, yayınlanan notlar ile BDP’lilerin notları arasında büyük bir benzerlik olduğunu ifade etmesi, haberi sunan gazetecide de art niyet aramadıklarını söyleyesi bence Sayın Demirtaş’ın “sızdırmanın” kedilerinden kaynaklı ola bileceğinin utangaçça kabulünden öte bir anlam ifade etmemektedir.
 
     “Partimiz asla bu süreçte gayri ahlaki bir tutum içerisinde olmayacaktır. Komploculara süreci tıkamaya yönelik niyeti olanlara karşı da sert tutumumuz olur. Dediğim gibi biz Sayın Başbakan'a AKP'ye karşı eleştiri hakkımızı saklı tutarak böyle bir dönemde Sayın Başbakan'a dönük olası bir komployu engellemekle birlikte kendimizi ahlaki olarak kendimizi sorumlu görürüz, bırakın komplo yapmayı, bu nedenle içi rahat olsun. Bizler sağlam durdukça hiç kimse engelleyemez” söylemi ise Demirtaş ve BDP’nin önümüzdeki süreçte AK Parti ile birlikte başta Anayasa olmak üzere Kürt Meselesinin halli için beraber yol alacaklarının duyurusu niteliğinde olması açısından önemlidir.
 
       Gelelim tutanakları yayınlayan ve “gazetecilik” yaptığı iddiasını en ünlü köşe yazarları üzerinden ifade eden Milliyet Gazetesinin konumuna. Milliyet gazetesinin Hükümetin ve devlet yönetim aygıtının sinir uçlarıyla çok rahat irtibata geçen Ankara temsilcisi Fikret Bila kaynağın BDP olduğunu katıldığı TV programında çok net ifade ederek “tutanakların kendilerine servis edilmediğini ya da bunun bir sızma olmadığını” ifade ederek, yayını bir “gazetecilik başarısı” olarak değerlendirilmesi gerektiğini yönünde beyanda bulunarak “orta yolu” göstermiş oluyordu!
 
       Milliyet’in barış sürecine katkı için bu yayın yaptığını en hararetli ve kendi duruş açısından en doğru yorumu ise  “tarih bazen yaşarken de yakalanır!” başlıklı yazısında Hasan Cemal dillendiriyor ve birçok barış talepçisinin altına imza atacağı şu satırlarla “sızdırmanın” yarattığı olumsuz havayı dağıtmaya çalışıyordu.  
 
       “Çünkü hedefin adı barıştır. Ve bugün tek yol barış hedefine kilitlenmektir. Daha fazla acı çekilmesin, analar daha çok ağlamasın diyorsak, bu konuda hakikaten samimiysek, o zaman yan yollara sapmayalım ve barışa kurulabilecek tuzakların kaynağına bilerek bilmeyerek su taşımayalım. Hiç unutmayın. Tarih, barış yapanları yazacak. Tarihin sayfalarına büyük harflerle geçen onlar olacak. Buna karşılık, bugün bin bir dereden su getirerek ve cılkı çıkmış klişeleri çığırtarak her Allah’ın günü muhalefet yaptıklarını sananlar ise kendilerine ancak tarihin çöplüğünde yer bulacaklar. Sonunda hep savaş değil, barış kazanmıştır. Çünkü kutsal olan insan hayatıdır.”
 
        Evet, barış kazanacak tarih de böyle yazmış, yazacak da. Fakat eşitlik temelinde bir barış mı? Çözüm için “müzakere” mi yoksa “sızdırma” yöntemleri kullanılacak? Tüm bu sorular ve olası yanıtları kalıcı bir barış iklimini yaratacak ve anaların daha fazla gözyaşı dökmesini engelleyecek ise sormaya, sorularımıza yanıt aramaya ve el bette dünden daha gür bir sesle barış hemen şimdi diye haykırmaya devam edeceğiz.