Bir milleti millet yapan özellikler vardır. Bu özellikler toplumları birlik ve beraberliğe, kardeşliğe, sevgi ve saygıya sevk eder. Bu değerler insanlara aynı duyguları, aynı zevkleri yaşatır.  Bu duygu ve düşünce, tarih boyunca törelerine, milli hars denilen din, dil, tarih, örf-adet, anane, gelenek-göreneklerine bağlı olarak yaşayan, ezelden ebede doğru büyüyerek akıp giden millet ırmağıdır. İşte bu ruh, tarihten gelen kültür hazinesi, nesilden nesil’e canlı olarak aktarılır. Bu manevi iletişimden en çok yararlanan şanslı illerden bir de Niğde’mizdir.
 
 
          Niğde, özüne bağlılığı açısından İç Anadolu’nun ortasında, bütün bu güzellikleri taşıyan nadir illerden biridir. Anadolu’nun diğer şehirlerinde olduğu gibi Niğde ve ilçelerinde de zaman zaman hurafe denilen, Türklerin İslam öncesi Şamanizm’den kalma inanışlar da görülmektedir. Örneğin; Salı günleri yola çıkılmaz. Cuma günleri ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, dikiş dikilmez. Kapı eşiğine oturulmaz, ateş közüne su dökülmez, soğan kabuğu ateşe atılmaz, çünkü bütün bunlar insanlara uğursuzluk getirir ve günah sayılır.
 
 
           Ergenlik çağına gelmeyen sabi kız çocuğunun çekilen dişi, gebe bir ineğin altına atıldığında doğacak dananın dişi olacağına kesin gözüyle bakılır. Yaşamayan çocuklara ise Mehmet adı verilmesi, yedi komşudan yedi parça bez toplayıp çocuğa gömlek dikilmesi ve neticesinde de bu çocuğun ölmeyeceği inancı vardır. Böylece bu çocuğa yedi yıl banyo yaptırılmaz ve saçı kesilmez. Evden yolcu çıkınca hemen ev süpürülmez, arkasından su dökülür, ayna tutulur.  Yatırlara dilek tutma, mum yakma, çaput bağlama, beşik ve evcik yapma, horoz kesme dünden bugüne devam eden yanlış inanışlardır.
 
 
          Kırkı çıkmamış (doğumdan sonra kırk gün içinde) iki bayram arasında bir araya getirilmez. Kırkı karışanlar da karşılıklı iğne değiştirirlerdi. Al bastı düşüncesi yaygındı. Bütün bunlar uğursuzluk sayılırdı.
 
 
         Niğde ili Ulukışla ilçesinin Köy ve kasabalarında yapılan araştırmalar neticesi gelenek ve görenekler açısından tipik örneklere rastlanmıştır. Bugün düğünler, özellikle şehirlerde 1 gecede “Balo” şeklinde sona ermektedir. Köylerimizde ise eskiyi andıran uygulamalar kısmen devam etmektedir.
 
 
Önceleri  evlenecek yaşa gelen genç delikanlıya durumuna uyan denk kız aranırdı. Askerliğini yapan, eli iş tutan, ekmeğini kazanma noktasına gelen her genç için evlilik hazırlığı yapılırdı. İşte bu noktada anne ve babalar sorumluluğunu bilirdi. Eş ve dostları aracılığı ile köy ve mahallelerdeki kızları araştırır. Durum değerlendirmesi yaparlardı. Bu konuda “Anasına Bak Kızını Al, Kenarına Bak Bezini Al” sözüne uygun hareket ederlerdi. Önemli olan asaleti ve ahlakı güzel birini bulmaktı. Böyle biri bulunduğunda oğlana, yakın arkadaşları tarafından bildirilir, görüşü sorulurdu. Oğlan “Tamam, uygundur” derse bu sefer oğlanın anası sabahın erken saatlerinde bir bahane bularak kızın evine giderdi. Kız evinin bahçesi temiz ve düzenli mi, kız erken kalkıyor mu ? Kalkıyorsa kılık ve kıyafetini, genel görünüşünü kontrol ederdi. Bundan da olumlu cevap alırsa bu sefer kız kahve pişirmeye gidince eğer  evde , terlik-ayakkabı düzeltilmez, kız  asık suratlı davranırsa, gecelikle, düzensiz bir şekilde karşısına gelirse, kız oğlanı istemiyor anlamı çıkarılırdı. Bu takdirde kız isteme işinden vazgeçilirdi. Eğer müspet davranış sergilenirse kayınvalide olacak kişi evin lambasının, dolap üstlerinin, halı altlarının ve gizli yerlerinin kirli olup olmadığına bakar ve evin içini kontrol ederdi. Fırsatını bulursa kilimi, halıyı hafif kaldırır temizliği incelerdi. Bundan sonra kızın becerikli olup olmadığı konusunda kararını verirdi.


           Bu incelemelerden sonra kalkıp giderken kıza sarılır, onu öper  ağzının kokup kokmadığını anlamaya çalışırdı. Eğer şüphelenirse yakın akrabalardan bir kızı ona gönderir, bu konudaki tereddüdünü, endişesini tamamen giderirdi.


                 Kız beğenilirse, dünür gitme hazırlığı yapılırdı. Kız evine de haberler gönderilirdi. Bu arada, köyün, mahallenin sözü dinlenen, hatırı sayılan, aksakallı, ağzı laf eden kimseleri oğlan evine davet edilir. Evin reisi ve birinci derecede akrabalarıyla birlikte kız evine gidilir. Hal hatır sorma, genel konuşmalardan sonra dünürcü başı söz alır ve “Şimdi sadede gelelim, Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza münasip gördük” diyerek söze girerdi. Kızın anne ve babası “ Tabi bu işler aceleye gelmez. Hoş geldiniz, safa geldiniz!

          Allah’ın emri, peygamberin kavli başımızın üstünedir. Yalnız bizimde danışıp konuşacağımız amcası, halası, teyzesi, dayısı vardır. Onların görüşlerini alalım. Kısmetse, Allah yazdıysa, hayırlısıysa olur” diye cevap verirlerdi.

Dünürcüler “ Kız evi naz evidir. Biz bir daha, bir daha geliriz. Yeter ki siz evet deyin” derlerdi.

Bu ziyaretler birkaç kez tekrarlanırdı. Söz kesildikten sonra çaylar, kahveler içilir, neşeli sohbetler edilirdi. Söz alınmadan önce oğlan evinden gelen misafirler araya soğukluk girer, uğursuzluk olur diye kesinlikle su içmezlerdi. Söz alındıktan sonra mutluluk tabloları çizilirdi. Sonra söz dönüp dolaşır alınacak takılara, eşyalara, başlık parası ve hediyelere düğümlenirdi.

Burada sıkı bir pazarlık yapılırdı. Bu konuda da anlaşma sağlanınca tatlılar yenir, şerbetler içilirdi.

Oğlan evinden gelen şeker, kahve, lokum davetlilere ikram edilirdi. Nişan olayının ilk ayağı burada noktalanırdı.

          Sonra oğlan evi kızla birlikte beğenilip alınan elbiseleri, terliği, çorapları, başörtüsünü içine alan bohçayı bir kadınla kız evine yollardı. Bohçayı götüren kadına “OKUYUCU” adı verilirdi. Kız evi okuyucuya bahşiş vermeyi ihmal etmezdi.

Sıra nişan takma merasimine gelince, kız evine yeniden haber iletilirdi. Müsaitlerse oğlan evi damatsız olarak kız evine giderdi. Çay ve kahveler içildikten sonra aile büyüklerinden biri “Hayırlı uğurlu olsun” diyerek nişan yüzüğünü dua ile kızın parmağına takardı. Sonra şeker ve lokum tutulur, ağızlar tatlanırdı. Kız önce kayınpederinin, sonra kayınvalidesinin, daha sonra kendi anne ve babasının, orada bulunanların elini sırayla öperdi. Büyüklerden biri “Kızım otur” demeden kız oturmazdı. Bu merasimler tamamlanınca evlerine giderlerdi. Daha sonra her iki taraf birbirlerine gezmelere giderdi. Buna “SÜS DÜNÜRLÜĞÜ” denirdi.

          Daha sonra gelinlik alma, giysiler diktirme işlemleri yapılır, eksikler tamamlanırdı. Bu işlemlerden sonra düğün töreni başlardı.