1 Mayıs, sınıf olarak kendi çıkarlarımızla nasıl ve ne düzeyde ilişkilendiğimizin sınandığı gündür. Kanımızı emen, iliğimizi sömüren egemenlerin, bize karşı hangi yöntemlerle savaşacaklarına dair sonuçlar çıkaracakları bir meydan muharebesidir. 1 Mayıs alanına rengini veren mücadele ve kararlılık; örgütlülük ve “dayanışmaysa, egemenlerin saldırı düzeyi de buna göre hız kaybeder. Ama o alana yansıyan ruh, sınıf olma bilincimizin geriliğini ifade edecek bir zayıflık taşıyorsa pervasızlıkları bin kat artar. O yüzden 1 Mayıs, sınıfa karşı sınıf tavrının en berrak haliyle konuştuğu bir mücadele senfonisi olmak zorundadır. O yüzden 1 Mayıs’a sahip çıkmak, sömürü sistemine karşı örgütlü bir sınıf olduğumuzu hissettirmek; hem tek, tek hepimizin, hem de sınıfımızın tamamının çıkarlarını korumakla eşdeğerdir.
 
 
      Geçen haftaki yazımda benzer ifadeler kullanmış 2012 1 Mayısının içinin  “iş cinayetleri ve iş güvenliği” konularıyla doldurulmalı diye belirtmiş idim. Gelen eleştirilerin ortak keseni eğitimden sağlığa, zamlardan kölece ücretlendirmeye yığınla yalıcı sorun var olduğu halde neden iş cinayetleri ve iş güvenliği ile 1 Mayısın içeriğinin doldurulmasının zayıf kalacağı yönündeydi. Elbette 2012 1 Mayıs’ını hangi koşullarda kutlayacağız? Sorusu ve verilecek yanıtı önemlidir. Ancak bu sorunlardan hangisinin öne çıkartılacağı, acili yeti, kişiden kişiye, kurumdan, kuruma farlılıklar taşıması o sorunun yok sayılması anlamına veya “üzerinden atlanması” anlamına gelmez. Yoksa 2012 yılı gerçekliğinde iş cinayetleri yakıcılığında onlarca sorun olduğunu bilecek “bilgi birikimim” var. Sağlıktan başlayarak bu sorunlara kısa hatırlatmalar
 
 
      ! Sağlık alanında devasa teknolojik atılımlar yapılırken, bizim sağlık hakkımızı kullanabilmemiz o kadar uzaklaşıyor! Tüm gelişmeler parası olanlar için! Bizim içinse daha kısa ömür, daha sağlıksız bir yaşam, hatta artık tedavisi son derece basitleşmiş hastalıklardan bile ölüm var! Tedavi olabilmek için tek şansımız, dişimizden tırnağımızdan arttırarak bir köşeye koyduğumuz birikimlerimiz ya da elimizde avucumuzda ne varsa satmak!
 
      Sigortalı olmak sadece yükselen primleri ödemek değil, aynı zamanda herhangi bir sağlık sorunumuzda 3 yıl sonrasına randevu alabilmek anlamına geliyor! Katkı payları adı altında ödediklerimiz de cabası! Sırf muayene olabilmek ve ilaçlarımızı alabilmemiz bile sayısız katkı payı zincirinden sonra gerçekleşiyor. İşsiz olanlarımızınsa vay haline! Sağlık hizmetlerinden sınırlı bir şeklide yararlanmamızı sağlayan Yeşil Kart uygulamasına bile tahammül edilmedi! Artık yoksulluğumuzu, işsizliğimizi kanıtlamak için de bilmem ne kadar kapı dolaşıp, ne kadar başvuru parası yatırmamız gerekiyor!
 
      Eğitim sistemi ise her gün değiştiriliyor; artık öğretmenler bile bu değişiklikleri izleyemiyor! Bu sefer de 4+4+4 eğitim programıyla karşı karşıyayız. Çocuklarımız, bırakalım üniversiteyi, lise eğitimi bile almayacak hale gelecekler. “İşçi çocuğu işçi olmak zorundadır” diyorlar! Daha 11 yaşındaki erkek çocuklarımız fabrikalarda, atölyelerde stajer öğrenci, işçi olmaya zorlanırken; kızlarımızsa evin içine hapsedilecek tarzda üretimin parçası haline getiriliyor!

      Çocuklarımız bizim yaşadıklarımızdan daha ağır koşullarda sömürülmek isteniyor. Kapitalist barbarlık sisteminin temelleri çocuk ve kadın emeğinin vahşi sömürüsü üzerinden yükseldi! 1800’lü yıllarda ekmek parasına bile yetmeyecek ücretlerle, 14–18 saat akıl almayacak denli sağlıksız koşullarda çalışıp-yaşayan kadın ve çocuk işçi ordusu, yeniden yaratılmak isteniyor. Kapitalist sistem bizim örgütsüzlüğümüzün güçsüzlüğümüz olduğunu bilerek tarihi geriye sarmak istiyor! “Vahşi kapitalizm” dönemi olarak tabir edilen o günleri, 21. yüzyılın gerçeği haline getirmek istiyor! İzin veremeyeceksek 1 Mayıs’ta alanlara akmakla vermeliyiz ilk tepkimizi!
 
      Barınma, ulaşım, ısınma, beslenme… bir insanın en temel ihtiyaçlarıdır. Bunların hepsi bizim için artık imkânsızlaşıyor! Her gün yeni bir zam haberi, her gün yeni bir kesinti, her gün yeni bir vergilendirme! Etin tadını çoktandır unutmuşken, en temel gıdalara ulaşmamız bile artık imkânsız hale getiriliyor! Isınma mı? Elektrik ve doğalgaz fiyatları otomatiğe bağlanmışken evlerimizde battaniyelere sarılarak oturmak dışında bir seçeneğimiz mi kalıyor! Ücretlerimizin hep yerinde saydığı koşullarda ardı ardına uğradığımız zam sağanağı, yokluk ve yoksulluğumuzun derinleşmesinden başka ne anlama geliyor?! Biz sustukça bunun sonu yok! Kapitalist sömürünün, talanın dibi yok!
 
       En temel ihtiyaçlarımızdan biri olan barınma sorununu dişimizle tırnağımızla yarattığımız gecekondularımızla çözmeye çalıştık. Şimdi onları elimizden alıyorlar. “Kentsel Dönüşüm Planı’yla herkese sağlıklı konutlar sağlayacağız” diyorlar! Sağlıklı konutlarda yaşamak bizim en temel hakkımız. Fakat onların derdi bu değil! Onların derdi, yaşadığımız bölgeleri bizden temizlemek, biziyse kentlerin dışına sürmektir. Bizim yaşam alanlarımızı, kentlerin soluk borusu olan mekânları, sermayeye peşkeş çekmek istiyorlar. Kriz nedeniyle sarsıntılar yaşayan burjuvalara TOKİ eliyle rant alanları yaratmak istiyorlar. Bizi kentlerin dışında inşa edilen kutu gibi evlere tıkmak isterlerken, aynı zamanda yıllarca ödemek zorunda olduğumuz borçlarla baş başa bırakmak istiyorlar!
 
      Yaygınlaşan taşeronlaştırma ve güvencesizliğin en yakıcı sonuçlarını iş kazalarının toplu katliama dönüşmesinde görüyoruz. Sadece Nisan ayının ilk 14 gününde otuz dokuz sınıf kardeşimizi “iş kazasında kaybettik! Artık sayılar geometrik olarak artıyor! Bu vahşi çalışma sistemine karşı izleyici mi olacağız? Olmayacaksak ilk adımı 1 Mayıs’ta alanlara akarak atalım!
 
      Sınır komşularıyla emperyalistler için dalaşmaktan tutunda, HES’lere, doğal afetlere karşı tedbirsizliklerden tutunda GDO’lu ürünlere kadar tel, tel dökülen sistemin olumsuzluklarını saymakla bitmez. Lafı daha fazla uzatmadan dün akıl almaz bedeller ödeyerek 1 Mayıs’ı yaratan işçi ağabeylerimizin bize armağan ettiği tüm kazanımları bugün elimizden alıyorlar! Kanımızı emen bu barbarlık sistemine bu da yetmiyor. Onların hayal ettikleri dünya, bizim vahşetimizdir! Bizim için 1 Mayıs’ı yaratanlarımızın mücadele kararlılığı dışında bir seçenek yok! 100 küsur yıllara dayanan mücadelenin yaratıcılarının bayrağı bugün bizim elimizde. Bugün onlar biziz! Ama biz, onların yarım kalan hayallerinin de taşıyıcısıyız.
 
 
       Ve fakat bu barbarlık çarkı, onların hayal ettiği dünya özlemiyle buluşan bir mücadele kararlılığı dışında parçalanamaz. Yaşadığımız dünya bizi her şeyiyle kendi üretim sistemimizi kurmanın savaşçıları olmaya davet ediyor. Kendi sınıfsal gücümüzü bilerek, tepeden tırnağa bu güçle donanarak 1 Mayıs’ta alanlara!