OdaTV davasının haberlerini dinledikçe ve resimlerini gördükçe insanın içi ürperiyor.  “Biz sadece gazetecilik yaptık” diyen gazeteciler... Tuncay Özkan’ın kızının feryadı... Ergenekon duruşmasına, kolundaki serum şişesiyle gelen ve şişesi hakimlerin masasına iliştirilen emekli tuğgenerallerimizle, basılmadan imhasına karar verilen kitaplar,  “Meclis’te görevime devam etmek istiyorum”  diyen tutuklu milletvekilleri...
Gerçekten de gazeteciler işlerini yapmışlardı. Eskiden böyle heyecan yaratacak haberleri yakalayan gazetecilere  “acar gazeteci”  denirdi, şimdi hapse atıyorlar. Peki bavullarla askeriyeden belge taşıyan gazeteciler nerede?

***

Hapiste kitap üstüne kitap yazanlar ve akla Kemal Tahir’i, Nazım Hikmet’i, ressam Balaban’ı getirenler... Ve özel hayatlar... Şişede fesleğen büyütenler, pirinçleri kurutup sütlaç yapanlar; semaver keyfinin, onların dışındakilerin asla duyamayacakları seçkin hazzını yaşayanlar...
Ve ölenler... Kaşif Kozinoğlu beşinci galiba. Hapiste veya hapiste aldıkları moral darbelerden, yetersiz beslenme ve tedavilerden sonra ölenler... Kaşif Kozinoğlu tam duruşmaya çıkacakken öldü. Bu ölüm gibi, polis müdürü Behçet Oktay’ın ölümü de çok sarsıcıydı, çünkü şüpheler içeriyordu. Başbakan CHP’ye  “yüzleş yüzleş”  diyeceğine tarihe geçecek bu faciayı düzeltmeye çalışmalı. Bütün bunlar AKP iktidarı zamanında oluyor. Kaşif Kozinoğlu ölmeden bir hafta önce Aydınlık gazetesine bazı bilgileri el yazısıyla yazarak yollamış. Biliyorsunuz kendisi MİT’çidir. Çok ilginç bilgiler veriyor. Hükümetten bazı insanların bilgi verenler içinde olduğunu, hayretle okuyorsunuz. İşin içinde yabancı istihbaratlar da var. Bazıları da Edelman’ın Wikileaks belgelerine geçmiş. Hani şu 8 yerde hesap meselesi falan. Bunların nasıl elde edildiğine dair de fazlasıyla ilginç malumat var.

Kadınlar halledecek 
Askerlik işlerimiz, vicdani ret, bedelli falan derken ve komutanlar da içeri tıkılmışken karmakarışık oldu. Ama tarihin hazırlığı da diyalektiği de bir yandan işliyor. Sendikacı kadınlar askere gitmeye talip olmuşlar. Bu bile yeter. Türk ruhu böyle canlanıyor herhalde. Hakanların yanında devlet idare eden, savaşan hatunları biliriz. İslam tarihinde de böyle örnekler vardır. Belki Beşşar Esad’ın ve Kaddafi’nin “Ülkemden gitmem, savaşırım” sözlerinin altında da bu ruh, İslam’ın direnişli ruhu yatıyordur.
İki kadın televizyonda oturup Atatürk’ü, mahkûm edici demiyorum da (buna güçleri yetmez), gözden düşürücü lâflar edip duruyorlar. O kadar telâşlı ve hırslılar ki ikisi birden konuştuğu için ne dedikleri anlaşılmıyor. Bir kadın da -ki Ermenilere yakın olduğu söylenir-   “Atatürk’ü Dersim’le bitirebilirsiniz”  diye akıl öğretmiş. İşte Hocalı katliamını unutmak diye buna derler
Bunlara, Atatürk olmasaydı siz  “okuyamaz” , eğitim göremez, oy  “veremezdiniz”  falan gibi beylik laflar etmeyeceğim. Biraz önce söylediğim gibi, tarihin hazırlığından ve diyalektiğinden bahsedeceğim ve sendikacı kadınları hatırlatacağım.