Eğitim sistemini “torna tesviye” tezgâhı olarak gören zihniyet “istendik davranışlar” gösteren nesiller yetiştirme adı altında eğitim bilimi normlarıyla değil, kendi “ideolojik” retorik’iyle (söylemiyle) hareket etmeyi başat görevi bilir.
 
 
      Başbakanımızın AK Partisi İl Başkanları toplantısında “dindar bir gençlik yetiştirme” hedefini açıklaması, eğitimin tüm kademelerindeki müfredatın dinsel referanslarla yeniden biçimlendirilmesindeki ideolojisini net bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Böylelikle bugüne kadar benim gibi eğitim bilim insanlarının, emekçilerinin sürekli vurguladığı, “demokratik, laik ve bilimsel” bir eğitim hizmetinin kalmadığı gerçeği, iktidarın en yetkili ağzından doğrulanmıştır. Eğitim müfredatında dilediği değişikliği yapma ergine sahip AK Partisi Hükümeti “Milli Güvenlik” dersini kaldırdığını duyurmasıyla “ustalık” döneminde “eğitime” yönelik yaptığı planlamayı hayata geçireceğinin sinyallerini vermiş idi.
 
 
      Başbakanımızın açıklamasında, toplumu “dindarlar – ateistler” ikiliği içinde gördüğünü ve “dindarlığın” kendi iktidarları tarafından sistematik biçimde çoğaltılmak istendiğini açıkça belirterek “ustalık” döneminde eğitimden beklentilerini net olarak beyan etmiştir. Dolayısıyla AK Partisi’nin, toplumsal talepleri de bu ikilik içerisinde gördüğünü belirtmiş oldu. Hemen belirtmem gerekir ki her hangi bir siyasi iktidarın bu türden eğitimle ilgili ifadeleri, demokrasi ve insan hakları açısından kabul edilemezdir. Evrensel eğitim bilimi normlarıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
 
 
      Demokrasi, AK Partisinin anladığı biçimiyle çoğunluğun azınlık olan üzerindeki “tahakkümü” demek değildir. En basit ifadesiyle demokrasi, azınlıkta olanın çoğunluk olabilme hakkının korunmasıdır. Bu nedenledir ki “dindar olmayanların”, yani Başbakanımız gibi inanıp, düşünmeyen herkesin, en az “dindar olanlar” kadar aynı haklara sahip olduğu ve bu haklarının korunması zorunluluğu vardır. Son genel sonuçlarından değil %50, yüzde 70 oy alsa dahi eğitim sistemini kendi partisinin ideolojisine göre şekillendirmeye gitmesi yanlış ve manidardır.
 
 
      Eğitim politikalarının oluşturulması ve yürütülmesinde müfredatın içeriğinden, yönetici kadrolarının seçimine kadar eğitim sistemimiz ağırlıkla “dinsel” referanslarla yeniden biçimlendirilmekte olduğu on yıllardır yaşadığımız bir gerçekliktir. Bugünü dünden farklı kılan ise hızla egemenleşen AK Partisi’nin politikalarına karşı “muhalefet” edenin cezaevine gönderilmesi ve bu otoriterlik altında yeniden “toplum mühendisliği” (bir zamanlar çokça şikâyetçi oldukları) uygulamalarıyla yaşamın tüm alanlarına müdahale edilmesidir. Ve fakat bu sürecin en önemli yanı ise “demokrasiyi güçlendirmek” iddiası ile söz konusu adımların atıldığı ifadesinin döne dolaşa dillerinde pelesenk olmasıdır. 
 
 
      Başbakan’ın açıklamasının hemen ardından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “daha dindar bir toplum” için yol haritasını açıklaması, partiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve eski Milli Eğitim Bakanımız olması hasbiyle Hüseyin Çelik’in “gençliğe hitabe ayet mi?” söylemleri, Milli Eğitim Bakanımız Ömer Dinçer’in son günlerde televizyonlara sıkça demeç üstüne demeçler vermesi söz konusu projenin bir program dâhilinde ve sistematik biçimde yürütüldüğünü göstermektedir.
 
 
     Örneğin tüm vatandaşlarımızın bilimsel, laik, demokratik, parasız eğitim hakkından yeterince yararlanamaması AK Partisi için sorun olarak görülmemektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı orta öğretim öğrencilerine yönelik ara tatilde “umre hizmetlerini” geliştirmek için imkânlarını seferber etmektedir. Ee! Ne de olsa AK Partisi için önemli olan, bireylerin “dindar” olup olmadığıdır; nitelikli, kamusal, parasız, bilimsel, laik ve anadilinde bir eğitim hizmeti üretilmesi değil. Din görevlilerini “Cami Dışı Din Hizmetleri”, “aile imamı” gibi projelerle gündelik hayatta daha işlevsel kılmayı amaçlayan AK Partisi’nin amacı tek tip kendi önceliklerini “öncelik” sayan toplum yaratmak olduğu anlaşılmaktadır.
 
 
       Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı bir dönemde, Başbakan ile bu ülkenin her bir yurttaşının, eşitlik ve özgürlük temelinde aynı haklara sahip olduğunun altını bir kez daha kalınca çizilerek belirtmekte demokrasi açısından fayda vardır. Bu nedenledir ki eğitim sistemindeki milliyetçi yeni “muhafazakâr” uygulamalardan derhal vazgeçilmeli, eğitimin dinsel referanslara değil, eğitim biliminin evrensel kaidelerine uygun yapılandırılması yönünde ciddi adımların atılması gerekmektedir.
 
 
       2011-2012 eğitim-öğretim yılı ikinci dönemi hepimiz için “hayırlara” vesile olsun.