Şükrü Alnıaçık yazdı...


 Türk kadınının gözardı edilen tarihi itibarına selam...

Dünya nüfusunun oluşumu ve buna bağlı olarak da bir “Tarih”in ortaya çıkması, hiç tartışmasız insanlara ait bir meziyet olan “türeme”nin sonucudur. Türeyişin veya bunun biyolojik teminatı olan “üreme”nin nikah ve evlilik kurumu tarafından muhafaza altına alınması ise inanç ve kültürlerin etkisiyle gerçekleşir. İnsanda “mantıksal beğeni” ile “aşk” arasında çeşitli duygu yoğunlukları gösteren “karşı cinsle bir arada hayatını tamamlama arzusu,” insanın üreme konusunda diğer canlılardan daha komplike bir varlık olduğunun delillerindendir. Dolayısıyla inancın veya kültürün böylesine önemli bir sosyal alana duyarsız kalması düşünülemez.

Üreme konusunda insanı hayvandan ayıran ve evriminin/kemalinin derecesini gösteren en önemli faktörlerden birisi ise kadının bu konudaki ahlakının tescili anlamına gelen “iffet” duygusudur. İffet duygusunun medeni kalkınmayla bir ilgisi yoktur. Bu duygunun toplumdan topluma değişkenlik göstermesi, tarihi tecrübelerin oluşturduğu bir birikim olan “kültür”e bağlıdır. 

İffet nedir?

İffet, kadının cinsel konularda ahlaka uygun davranmasıdır. Tek eşliliği savunan dinler açısından iffet, bir tür masumiyet ve günahsızlıktır. Bu yüzden de dindar toplumlarda kadının diğer günahlara olan mesafesi, iffeti için bir karine olarak algılanmaktadır. Ancak, bu yaklaşım, iffet konusundaki kesin hükümler için yeterince sağlıklı değildir. Mesela alkol müptelası veya hırsız bir kadının iffetli olabileceğini, sıradan bir dindara kabul ettirmek güçtür. Ancak, dedikoducu, gıybete düşkün veya zalim ama tesettürlü bir kadının iffetlilik iddiasında bulunmasına kimsenin itirazı yoktur. Yine başı açık ve beş vakit namaz kılan bir iffetli kadın ile başı kapalı ama sık sık partner değiştiren ve imam nikahının niyet kısmında fazla istikrar gösteremeyen bir kadın arasında dindar toplumun adaletli hükümler verebilmesi neredeyse imkansızdır. Bunun nedeni, eğitimsiz bir toplumda günah öncelikleri sıralaması açısından çelişkilerin bulunmasıdır. Toplumu incelerken şunu fark ederiz ki; gıybet yapmanın veya insana zulmetmenin, başını açmaktan, saçını göstermekten yüzlerce kat daha büyük bir günah olduğu topluma yeterince iyi anlatılmamıştır.

Türk kadını, İslam’la tanışmadan önce de iffetliydi. Başı açıkken de iffetlidir, başı kapalıyken de iffetlidir. Tam tersine savaşmadığı veya zorlu bir işi olmadığı zamanlarda Türk erkeği, Türk kadınının tarihi iffetini, milli, komünal veya ahlakçı bir idealizmle koruma konusunda isteksizdir. Bunun gerekçelerini aşağıda açıklayacağız. 

Türk’e has iffet ve gerekçeleri

İffeti, sosyal ve bireysel olarak ikiye ayırmak mümkündür. Türk toplumu gibi kültürel çevre etkisi, bireysel entellektüel gelişimden fazla olan toplumlarda, iffetli davranışı, manevi yaptırımlarla güçlendiren sosyal normlar, bireysel iffetin seçilmesini, gözlemlenmesini zorlaştırabilir. Yani bir genç kızın kendi iradesiyle mi yoksa mahalle baskısıyla mı iffetli davrandığını kestirmek güçtür. Batıda ise farklı kültürel arkaplandan dolayı iffet, giderek bireyselleşmiş ve sağlık, itibar, iş güvenliği, psikolojik istikrar gibi medeni kaygıların ardına gizlenmiştir. Yani batıda bir kadının tek eşliliğe yönelmesinin iffet duygusuyla mı, yoksa aids kaygısıyla mı olduğunu anlamak imkansız, dolayısıyla da sorgulamak anlamsızdır. Batıda iffet, yüzyıllarca sadece soylular için sınıfsal bir beceri, köleler için ise korunması neredeyse imkansız bir ayrıcalık olmuştur.

Yerleşik tarım ve ticaret medeniyetlerinden farklı olarak kölelikten uzak yaşayan Türkler, kadındaki iffeti, sınıfsal bir ayrıcalık veya lüzumsuz bir ayak bağı olarak değil, ilin ve töreli toplumun güvencesi olarak algılamışlar ve iffetle temin edilen cinsler arası birleşmeyi yani evliliği, karmaşık merasimlerle taçlandırmışlardır. Böylece yüceltilen iffet duygusu, kadının şanlı zaferlere sağladığı bir katkı olarak Türk kadınının onuru olmuştur. Türk erkeği de kadınının onuru için savaşmayı, yani esir olmamayı şiar edinerek baskın yeyip de esir olmaktansa obasıyla oymağıyla atına binip, uzaklaşmayı tercih etmiştir. Bu geleneğin dışına çıkarak ilk yerleşik kale savunmasını yapan ve Çinliler tarafından kuşatılan Çiçi Yabgu’nun saldırıya geçmeden önce kadınları ve çocukları oklatmasının sebebi, iffete saygı konusundaki geleneksel hassasiyettir.


Türk Milletinin şanlı tüluğundan binlerce yıl sonra ve anayurdundan 6000 km uzakta güçlü bir millet olarak yaşamasındaki en önemli faktörün “Türk kadınının yüksek erdemi” olduğuna inanmış Ülkücü tarihçilerin bugün bu nazik konuyu derinlemesine incelemesinin ve Türk kadınının itibarını, saygıyla teslim etmesinin zamanının geldiğine inanıyorum.

İnsanlık tarihi, üremeye bağlı gelişmiştir 

Üremenin tarihsel değer kazanabilmesi için karşı cinsler arasında düzgün bir ilişkinin kurulması gerekir. Evlenme, nikah ve düğün merasimlerinin Antropolojinin önemli ilgi alanlarından biri olmasının nedeni, üreme sistematiğinin toplumdan topluma farklı kurgulanmış olmasıdır. Düğün merasimleri, bir toplumun adeta kültür künyesidir ve onu diğer toplumlardan ayırır. Hatta bu konu o kadar ehemmiyetlidir ki; iki köyün gelin alma adetleri bile birbirinden farklı olabilir. Türk toplumunda bunun nedeni, acı tecrübelerden veya yararı görülen uygulamalardan dolayı bir tür “sosyal çeşitleme”nin hayata geçirilmiş olmasıdır. Türklerde “kına gecesi” merasimi, köyden köye değişebilir; değişmeyen tek olgu, nikaha, düğüne ve aileye verilen değerdir.

Bilge Kağan’ın ifadesinde karşımıza çıkan “il sahibi ve töreli bir toplum” olmanın yolu, çocukların belli bir sistem içinde ebeveyne ait bir kültürle büyütüldüğü “aile”nin varlığından geçmektedir. Aile ne kadar güçlü olursa kültürün ve nüfusla elde edilen siyasi gücün, sonraki nesillere aktarılma ihtimali de o kadar yüksek olmaktadır. 

Sosyal tarihte erkek ve kadın

Tarih boyunca “evlenme”de aktif rol -Amazonlar hariç- yani yaradılışa uygun davranan toplumlarda erkeğe düştüğü için, erkekte zaman içinde doğal vücut kimyası tarafından da desteklenen bir “cinsel aktivizm” kültürü meydana gelmiştir. Bu yüzden pek çok canlı türünde olduğu gibi insanda da erkeğin eşini arayıp bulurken çeşitli yol hataları yapması ihtimali, “kısmetini bekleyen” kadına göre daha fazladır. 

Erkek, bu eylemci rolünü oynarken, “Töreli toplum” sistematiği içinde yani, obanın kültür yaptırımı veya daha güncel bir ifadeyle “mahalle baskısı” altında bulunurken ahlaksız bir cinsel arayış içine girme ihtimali zayıftır. Ancak siyasi çöküş, töresiz, adaletsiz toplum ve savaş hallerinde erkeğin cinsel ahlak kaygıları birden azalmakta ve hatta saldırgan bir dürtü haline gelebilmektedir. Savaşlar ve işgallerle birlikte günümüzde bile “tecavüz”ün gündeme gelmesinin nedeni budur. (Bkz. 1919 Yunan İşgali, 1992 Bosna, 2002 Irak...)

Türk erkeği savaşlarda önceleri töre ve geleneksel Türk savaş disiplini, sonra da İslami vicdan duyguları bakımından diğer savaşçılara göre daha makul bir ahlaki performans sergilemiştir. Ancak bu kültürün temelinde erkeğin zaptedilmiş dürtülerinden çok Türk kadınının töreyle beslenen doğal kimyasının bir tezahürü olan “iffet duygusu” yer alır. 

Töreye göre Orta Asya’daki evlenme şartlarının en yaygın olanı, atlı Türk gencinin, evlenmeye talip olması halinde yine at binen maşukunu atıyla kovalayarak yakalamasıdır. Tek şart bu kovalama ve yakalama olmasa bile, asgari şart budur. Yani bir kızı atıyla yakalayacak kadar yiğit olmayan bir delikanlının o kızı hanım olarak kendisine yar etme ihtimali yoktu. Türk Töresi, böylece erkeği yiğitliğe davet ettiği gibi, genç kıza da hafif meşreplikten uzak bir “binici” kimliği kazandırıyordu. Erinin yiğitliğini daha evlenmeden önce sınama itibarına sahip olan bir kızın bu itibarını erken bir yasak ilişkiyle yitirmesi, sosyal bir intihar hükmünde olmalıydı. 

Kölelik tatmamış, cinsel istismardan uzak, ailesinden getirdiği kalınıyla (çeyiz niyetine getirilen küçük ve çeşitli bir hayvan sürüsü) kendisini onurlu ve güvencede hisseden Türk kadınının bu makamı cinsel ihtiyaçlar için terk etmesi, bir tür itibarsızlık olacağından Türk kızı daima iffetli ve terbiyeli kalmalıydı. İdeolojilerle veya sapkın inançlarla dejenere edilmemiş benzer toplumlarda da kadının doğuştan getirdiği iffet duygusunun korunduğunu kabul edebiliriz. Ancak 16 büyük imparatorluk kurmuş, cihanşumül bir millete ait olan Türk tarihinin kadına yüklediği sorumluluk, bu özelliği taşımayan toplumlara göre tabii ki daha fazladır.

Bizim özel tarihimizden ortaya çıkan sosyolojik sonucu, madde madde özetlersek:

  1. Türk kadınında, orta asyada at sırtında gezerken törenin gücüyle de tahkim edilen iffet duygu yoğunluğu, yurt değiştirme dönemleri de dahil, tarih boyunca nikah kurumunu ve aile yapısını güçlü kılmıştır.

  2. Bu konuda Hristiyanlık öncesinde dükkanında çiftleşebilen Ruslarla veya dere kenarında topluca çiftleşen Aryanlarla mukayese edildiğinde bir nikah ritüelleri zengini olan Türk kültürü, derhal farkını gösterecektir. Bu farkın kaynağı “iffet”tir.

  3. Eğer kadının iffeti olmasaydı, “cinsel etkin” erkek, evlenmeden de cinsel ihtiyaçlarını giderebileceği için aile kurumu böylesine güçlenemezdi.

  4. Aile kurumunun güçlü olması, dinamik askeri disiplinin korunmasında etkili olmuştur.

  5. Aile kurumu, siyasi otoritenin koruduğu “güneş tuğumuz, gök otağımız olsun” idealinin kültürleşmesi ve kalıcı olmasını sağlamıştır.

  6. Sağlıklı ve disipline yatkın gençleri olmayan bir millet, güçlü ordular kurarak bu tarihi yapamaz, bu imparatorlukları kuramazdı.

  7. Öyleyse Türk tarihinde “devlet”le “iffet” arasında büyük bir korelasyonun varlığını kimse inkar edemeyecektir.


Aslında bakarsanız büyük milliyetçiler tarafından bile, sloganik olarak da olsa mantıklı sebebi bulunamamış “Türk yüceliğinin” temelinde, tarihsel nedenlerle kadınımızda diğer toplumlara göre daha iyi korunmuş olan “iffet” duygusu yatmaktadır.

Kadında iffet duygusu doğuştandır. İnsan İslam fıtratı üzerine yaratıldığına göre bunun tersini, yani iffetin bir günahkar adayına, sonradan eğitim yoluyla kazandırıldığını iddia etmek mümkün değildir. Kadının iffetini ve itibarını kaybetmesi, en erken bulüğ çağında gerçekleşebilir. Bu ihtimal, daha önce bu çağdan geçmiş büyüklerin oluşturduğu çevre faktörüyle artar veya azalır. Yani sağlıklı bir genç kızın iffetli olmaması için,


  1. Bir erkek tarafından gaflete düşürülmesi ve iffetli yaşamdan umudunu kesecek duruma gelmesi,

  2. Bir arkadaş veya kadın tarafından iffetli yaşamdan uzaklaştırılması,

  3. İdeolojik bir sıçrama, gelenek ve kültürü reddeden bir zihinsel çalkantı yaşaması gerekir.


Burada her ne kadar üç farklı sebep varmış gibi görünüyorsa da aslında kadına iffetini kaybettiren faktörleri önce tek maddeye, sonra da tek kelimeye indirgeyebilirsek karşımıza tanıdık bir kelime çıkacaktır: “Erkek...” 

Özellikle günümüzde iffet duygusunun erozyona uğramasının müsebbibi, toplumu dizayn eden erkeklerdir. Diğer toplumlarda erkek, Türk toplumuna göre çok daha fazla hücumkar ve kadını aşağılayıcı bir cinsel tahripkarlık içinde olabilmiştir. Türk toplumunda ise hem töre hem de din, kadının iffetini koruması hususunda erkeği dizginlemek suretiyle olumlu etki yapmıştır. Ancak, Türk kadını, yukarıda belirttiğimiz üstün vasıflarına eklenen bütün ailevi meziyetlerine ve fedakarlıklarına rağmen toplumda hak ettiği makamı elde edememiş ve zamanla kaba kuvvete mağlup edilmiştir. 

Gerçek İslam, Hıristiyan hurafeleri ve günümüzde kadın

Kur’anda insanın “cennetten kovulma” hadisesi öyle bilindiği gibi asla kadına mal edilmiş değildir. Bütün bu yaşadığımız dünya macerasına neden olan tenzilin sorumluluğu her iki cinde eşit olarak paylaştırılmıştır. Oysa Hıristiyan kültüründen yapılan tercümeler ve doğu dünyasındaki işbirlikçi yorumlar nedeniyle en feminen kadınlarımızda bile bu konuda sağlam bir bilinç görmek neredeyse imkansızdır. Halkımızın çoğunluğu, cesitli tarihi romanları okuyup anlayabildiği ve fakat Kur’an’ı sadece ibadet maksadıyla okuduğu için olsa gerek bu gerçeği öğrenmek yerine Hurafeye itibar etmek zorunda kalmıştır. 


İşte konuya dair en net bilgileri kapsayan Araf Suresinin 22. Ayeti:

Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, ‘Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?’ diye seslendi.” (Araf/22)

Yani ne şeytan Havva anamıza doğru ağzında elmayla yaklaştı, ne Havva Adem’i kandırdı ne de elma boğazına takıldı. O Pamuk prenses masalından bu tarafa karışmış olmalı, çünkü ortada elma filan da yok. “Yasak ağaç” var. Belki de ilk insan ailesi, bedensiz uçarken, yasak ve “bedenlenme” ihtimali olduğu halde Samanyolu galaksisine girmiştir. Çünkü İslami terminolojide uzaydaki galaksilere de “ağaç
” denildiğinden haberdarız.

Tevrat ve İncille şekillenen batı kültüründe kadın, cennetten kovulmanın biricik sorumlusudur. Şeytan önce kadını kandırmıştır. Böylece cinsel fonksiyonlar hasıl olmuş ve kadın doğurmak zorunda kalmıştır. Üreme böylece başladığına göre doğum sancıları, kadına tanrının bir laneti, regl ise bu lanetin peryodik göstergesidir. Bu nedenle inanışa göre, dünyaya gelen çocuk, ebedi günahın meyvesi, papazlar da “yıkayıcı
”dır. Vaftiz edilmeyen, papazlar tarafından kutsanmayan insan yavrusunun şeytanın emrinde yaşamaya devam edeceği, dolayısıyla yıkanmamış kafirlerle (Mesela Müslümanlarla) savaşmanın melekçe bir görev olduğu kabul edilmiştir. Engizisyon da, Haçlı seferleri de bu bilince dayanır. 

Hıristiyan Avrupa’da Feodalite döneminde köle kadınların kendi eşleriyle girecekleri gerdekten önce “senyör hakkı
” adı altında soylulara sunulması da günümüzde pornografi malzemesi üretme konusunda Avrupa ve Amerika’nın bu denli bereketli olması da hep aynı tarihten ve anlayıştan kaynaklanmıştır. Avrupa’nın şuuraltındaki kadın, erkeğe göre daha değersizdir. Bu yüzden Avrupa kadını son yüzyıllar içinde gelişen demokrasiden ve insan haklarından olabildiğince yararlanabilmektedir.

Türk toplumunda ise kadın, iffetini koruduğu oranda kültürün taşıyıcısı, yani “millet
” kavramının muhafızıdır. Bu durumda milli varlığımızın, siyasi mevcudiyetimizin, gururla dalgalanan bayrağımızın üzerindeki en büyük pay, hiç şüphesiz kadınlarımızındır.

Üzülmemiz gereken bir husus sadece İslam dini, kainatın sırlarıyla ilgili bir çok hurafeyi temizlediği halde; nedense “kadın” konusundaki adaletsiz hurafeler, bir türlü toplum hafızasından silinememiş ve kadına yönelik “eksik etek!,” “saçı uzun aklı kısa...” gibi bir çok “gayri-İslami
” tanımlama Müslüman bir toplumda yaşatılabilmiştir. 

Sonuç

Savaşçı ve idealist Türk kimliği, özgür ve demokrat bir medeniyet parçasına tahvil edilirken kadınımızdaki iffet duygusuyla da oynandığına dair derin kaygılar taşıyoruz. İyi bilinmelidir ki; “Türk kültüründe devletle iffet kardeştir. İffet giderse devlet de gider.


İffet duygusu, kadına itibar, erkeğe devlet kazandıran bir olgunluktur. Tarihimizdeki başarılarımızı, mektebe daima “yakası kolalı,” cepheye daima “kafası kınalı
” evlat gönderen annelerimize yani kadınımıza borçluyuz.

Başarısızlıkların sorumluluğu ise bizimdir; yani gâh bir kemiğin ardında saatlerce yol alan köpekler gibi iffetsizliği kovalayan, gah milli kültüre aykırı ideolojilerin peşinde devletsizliğe doğru yürüyen, erkeklerindir.



Editör: TE Bilişim