ülke edebiyatının en dip en zifir karanlık gününü nasıl anlayabiliriz, şöyle, gazeteci Reha Muhtar geçtiğimiz aylarda şiirinin büyük ustası Baudelaire’i anlatan yazdı, işte böyle günlerde.
 Ya da şöyle, hükümetin bakan tayini  köşe yazarlığına atanan Radikal Gazetesi yazarlarından Akif Beki, kaç var ki ‘mizah üzerine’ yazılar yazıyor, işte  de böyle günlerde.
 Ya da Madımak’ta aydınların yakılmasından zerre utanç ve sorumluluk duymayanların  günde Dersim acılarından üstelik bugünlerde beş-on yıllık tutukluluk sürelerinin üstüne politik dürüm yapıp hapur şapur yemeye başlamaları…
Mizah ölmüşse, artık, sirklerde hem jilet yiyip hem de süs hayvanlarıyla akrobatik hatta cinsel gösteriler yapan tuhaf  yetenekleri olan insanlara ‘ne yapıyorsunuz?’ diye kim soracak?
 ülkenin bittiği, öldüğü, yok olduğu, tarihten silindiği, dediğimiz, o meşum günleri nasıl anlayabiliriz, şöyle, hayatlarında hiçbir şey üretememiş, eser sahiplerini anlayamamış, ülkeye  kuruşluk artı değer katma ihtimalleri hiç olmayan insanlar, yaşadığımız günlere bir değer bir renk bir güzellik bir coşku getiren soylu insanlara ‘saldırmaya’ başlarsa.
İşte bu günlerdeyiz, yöntem tıpkı illuzyon gösterileri  çalışır, ‘ne oldu?’ ‘nasıl oldu?’ birbirine karıştırılır, eskilerin kervan ters dönerse uyuz eşek başa geçer, dedikleri.
Otuz yıl aralıksız, ekranlardan ve gazetelerden, bürokrasi hantal, devlet küflü, elinde ayağında ne varsa satalım, propagandasını yapıp her şeyi sattılar, güya verimlilik artacaktı, güya istihdam büyüyecekti, güya yepyeni  kaynaklar bulacaktık, hiçbiri olmadı.  Dağlar ovalar yaylalar madenler çarçur edildi, elinizde tarihten başka satacak  şeyiniz kalmadı.
Otuz yıl ‘satalım’ diyenler, bugün, devlet şirketlerinin kimlere satıldığını ve utanç dolu sonuçlarına  satırcık olsun dönüp bakmıyor.
Halkı eğitmeden politika yapanlar her  kazanır, tıpkı, halkı eğitmeden halkı eğlendirmek isteyen mizahçıların uçak sahibi trilyoner olması .
 …
Gülleri papatyaları yaseminleri yapraklarıyla oynaşan ağaçları saymazsak canlılar içinde yalnız insanlar güler.
İnsanların neye ve niçin güldüğü bilim adamlarınca henüz tam anlaşılmış değil. Benim aklıma en yakın teoriler ‘korkunun sönümlenmesi’ başlığını taşıyor.
Şöyle: Bebekle şakalaşırken kocaman elleriniz bebeğe uzanır ve bunun tehdit mi değil mi olduğunu anlayamaz ve sonunda kocaman elleriniz bebeğin karnını gıdıklamaya başlar ve bebek güler, çünkü bebekte tehdit algısı yani ‘korku’ sönmüştür.
Vahşi ormandan ayrılıp kendimize güvenli evler inşa etsek de bedenimiz her an tehdit altında yaşadığımız tekinsiz günlerin korkularını barındırıyor.
Bedenimiz aslında ‘eski korkularıyla’ eğleniyor. Kediler köpekler ve vahşi hayvanlarda bu tehditler hala eskimeyip sürdüğü yani gerçek tehdit canlı canlı yaşadığı , gülemezler.
 günlüğüne olsun vahşi ormana dönebilsek, bugün güldüğümüz hiçbir şeye gülemeyiz, yanımızda şaka yapan espri fıkra anlatan ya da eğlenen arkadaşa ilk tepkimiz: ‘gülme lan durum ciddi.’ deriz.
Durum  ciddi beyler, tehdit algısı gerçek korkular canlı, kimsede gülecek hal yok, işte böyle günler, esirleştiğimiz ya da hayvanlaştığımızı bize hatırlatır, bu insanlık halinden yavaş yavaş çıktığımızı bize gösterir.
 …
Gülme üzerine aklıma en yatkın  diğer teori ise malum şu ‘düşme’ vakası. İnsanlar birbirlerinin düşmesine  güler. Neden?
İnsanın omurgası egosu gibidir yani sağlam ve kişiliğin çelikten imarı. Düşüldüğünde güleriz çünkü en olmayacak en güvenilen yapı ‘sallanır’, şartla.
 Aslında başına ölümcül  kaza gelmediği  güleriz, düşen, kaldırım taşına kafatasını çarpar ya da bir yerini kırarsa, gülmeyiz, çünkü endişe kaygı ve korkuyla gülme, kapı komşusu.
 kazayı sıyrıksız atlatmanın sevinci mi bizi güldürür, yani ölümle burun buruna gelip kurtulup korkunun sönümlenmesi mi bizi güldürür, hayır, o halde, trafikte ucuz kurtulanların hepsinin gülmekten baygınlık geçirmesi lazım.
Şöyle toparlayalım, sonradan gerçek  yaşanan örneklem hikayede güleriz, misal, askerlikte başınıza gelip yırttığınız disiplin olaylarına o an gülemezsiniz ancak olaydan yıllar sonra anlatıp anlatıp gülersiniz.
Yani tehlike geçtikten sonra rahat güvenli ortamlarda gülersiniz, çoğu yazar çizerler en güvenli  gazete   yerlerde o anları estetize edip kurgulayıp yaşatarak sizi güldürür.
  …
Dikkat edin eşek şakalarının hemen hepsi sert arkaik korkularla ilgilidir, gece nöbette beyaz çarşafla yapılan hortlak şakası . Biraz sonra hortlak değil arkadaşın örtündüğü çarşaf olduğunu öğrenip rahatlıyorsunuz, peki hortlak olabilir mi, böyle saçma şeyden niye korkalım,  eskiden beynimizin derinliklerinde kalmış işte.
Mesela eskiden yobaz tehlikesini çizerler hortlak ucube heyula zombi canavar korkunç suratlı çizerlerdi, sonra birgün yobaz tehlikesi iktidar oldu, mizahçılar artık hortlak  değil mesela Başbakanımızı ‘kedi’ olarak çizmeye başladı.
Kedi, böcek, solucan  zararsız hatta sevimli oyuncak gibi çizilmesinin sebebi, mizahçılar topluma şöyle  mesaj gönderiyor: tehlike tehdit korkulacak bir şey yok, o evcil bir kedi… Daha önceleri ucube çizmelerinin sebebi de ‘bir tehdit yaklaşıyor dikkat’ uyarısı içindi.
 Karikatürün aşırı korkunç abartılı çizimleri dikkat edin insanı ve nesneleri ‘canavarlaştırır’ ‘zombileştirir’. Karikatürcünün beyninin diplerinde hala o eski canavarların korkuları vardır ve o eski canavarlardan kurtulmanın tek yolu, canavarı çizgiyle çocuksulaştırır, evcilleştirir, zararsız hale getirir ya da onu tehdit olmaktan çıkartır, unutmayın, ‘abartı’ korkunun formudur… Abartan insanlar  korkmuş ya da korkularıyla her daim yüzleşen insanlardır,  şekilde o korkuları sıradanlaştırmadan rahat edemezler.
 …
Yazımıza girdik bile, bu satırlara şimdi dersimi okumak isteyen yandaş oğlanlara  uyarıyla başlamalıyım.
Her ‘beynin’ evet her insan beyninin  ‘patikası’ vardır. Biz buna lümpen dilde ‘hayata nasıl nerden bakıyoruz’ diye açıklarız. Ancak daha derin bir sorudur, içimizden ‘siz hangi patikadan gidiyorsunuz kardeş’ diye sorarız.
 Bizimle aynı patikada olmayanları, gülme , en küçük beceriksizlikte kendini rezil rüsva edecek insanları asla okumaz ciddiye almayız. İnsan evladının beynini acıklı kaza anında görmek istemeyiz. Yere düşme anında güvendiğimiz omurgamızın hasar görüp bizi utandırmasını kimse istemez.
Ancak gülme eğlenme işinde aynı patikayı asla paylaşmadığımız insanları mutlaka yazılarımızla dolaylı olarak gizlice ön eğitime almalıyız.
Çeşitli söz ve çizgi oyunları kurgulayarak, onlar değilse de çocukları gün normal insan beyninin patikasında mutlaka yürüyecektir şiarı, hepimizin Donkişot ülküsüdür.
İktidarın izinden yolundan peşinden patikasından gidenlere ne anlatılacak lafımız  ne de onların neler olup bittiğini anlayacak  beyinleri var.
Mesela onlar gülelim diye bazen bizlerin bazı metinlerini ellerine alıyor (burunlarıyla soluyup koklayıp puflayıp) ve bunun neresi komik diye hayıflandıkları  oluyor. Doğrudur, yanıldıkları şudur, ellerindeki metin ‘mizah’ değil onlar  ‘ön eğitim’ metinleridir.
 Çok gülmek istiyorlarsa Cem Uzan  parayı basıp ünlü şovmenleri iftar sofralarına davet edebilirler, ya da sünnet düğünlerine davet edecekleri elinde tef dümbelek hokkabaz sayısı hala azımsanmayacak bollukta ülkemizde.
Bilmedikleri, ne  var ki ülkemizde mizah ‘kahkahadan’ çoktan çıkmış ‘mizah eğitimine’ dönüşmüştür. Ki kısa çarpıcı kolay  anlaşılır hikaye anlatımının mizahımızda çoğalması buna en güzel örnektir.
Buluşçu çarpıcı sarsıcı şaşırtıcı kısa hikayelerle verilen mizah eğitimi, beynin damarlarının tıkanıklıklarının aşılmasını hazırlar.
Ve insanı rahatlatıp gevşeterek sonuca ulaşır. Bu da ciddi  hizmettir, çünkü mizahı anlayabilecek bir düzeye erişmesini sağlar. Ülkemiz gençleri çoğunlukla mizahı anlama eğitimi işine ortaokul çağlarında başlar. Şaka matrak söz ve çizgilerle ilk karşılaştıkları o ergen yıllar hayatlarının en müthiş kahkahalarını atarlar ve ‘tuhaflıklarla’ tanışıp karıştıkça sonra sonra daha derin daha filozofi anlamların peşine düşerler.
Ancak içimizde elli yaşına gelmiş   insan, tuhaflıklarla hayatlarında ilk kez karşılaşan o ergen çocuklar , hala kaynana zırıltısı zincirleme kahkahalar bulamadığından şikayetçiler.
 Bu arkadaşlar  geç kaldılar, aslında ergenlik yıllarını yaşamadıklarını itiraf ediyorlar, bu tipler  elimizde mal kalmadı, çok istiyorlarsa .ötlerini pekala iktidar yanlısı şovmen keçilere yalatıp gülmekten çanak çömlek kırabilirler.
Daha derine inelim, şöyle, yaşadığımız hayatta  yığın tuhaf acayip aklın almadığı işler olur. Birçok insan özellikle ergenler bunların ne anlama geldiğini anlayamaz, işte mizahçılar her hafta bu ergenlerin ‘tıkanıklarını aşacak’ zekice buluş ve uyarılarda bulunur.
Neden ‘güleriz’ sorusunun en mantıklı kabul görmüş asıl gerçek teorisi işte budur: beyin anlayamadığı şeylerden kurtulursa rahatlar gevşer ve yüzünde tebessüm oluşur.
Ancak beyninizi abur cubur başka şeylerle tıka basa doldurmuşsanız, boru döşenecek hattınız gülmek  şansınız kalmamış demektir.
Mizahçılar tıpkı paçavralarla tıkanmış lağım kanallarını açan kanalizasyon işçileri gibidir. Beynin toprağını deşer, boruların içindeki kirli çaputları çıkarır ve kanal normal akışına döner ve tüm mahalleli huzur içinde helasına gitmenin sevincini yaşar.
 Beynin damarlarını kilitleyen kirli çaputlar ön yargılardır, ideolojik bakıştır, fanatizmdir, dünyaya ben merkezci yaklaşımdır, vs.
Beynin en  damarlarını açma   hizmete rağmen hiç kimse lağımcılar’a ‘Sokrates’ muamelesi yapmaz. Oysa beynin hangi damarları açılmalı, beynin neresi tıkalı sorusuyla uğraşan mizahçılar’a samimiyetle söylüyorum günümüzde her ülkede filozofca yaklaşılır.
 Tam tersine mizahçıları aşağılayacak karalayacak  şeyi bir bahaneyle hemen bulurlar. Mesela bir İslamcı genel  yönetmeni, suçlayıp küçümseyerek, yahu bu mizahçıları ekrana çıkarttım hiç konuşamıyorlar dedi.
O arkadaşa, Messi  futbolunun harikası o konuşabiliyor mu? Ya da Picasso’nun seri nutuklar attığı nerde görülmüş, konuşan eserdir, eserdeki hünerdir.
 Velhasıl eserin ne olduğu bilinmeyen ülkemizde mizahçıların işi gerçekten zordur, eğitimle çevreyle aileyle ideolojiyle medyanın manipülasyonuyla alınmış bu kadar kiri pası, bok parçalarını, baca kurumunu, şeyh tükrüğünü temizlemek hiç de  iş değildir.
Şüphesiz gerçek hayatta ‘sorun’ yani kanalı tıkayan çaput yerinde durur, mizahın kanalları açması ‘sembolüktür’.
Velhasıl hükümetin yasaların devletin sorumluların yapamadığını yapar mizah, sosyalleşmenin kanallarını açar mizah, sözün özü, ülkemizde gerçek ‘yürütme’ makamı: Mizah Dergileri’dir.
Mizahçılar belki sizi döver belki sizi  sert eleştirir belki size ağza alınmayacak laflar eder  sonunda suyu şırıl şırıl deresinden insanlık zekasının deryasına ulaştırmayı başarır.
Bu yüzden bizim gittiğimiz patika yandaş oğlanlardan  farklıdır
Şöyle: hayatı anlamak, açıklamaya çalışmak, ters giden aklın almadığı şeyleri kendimizce rayına koymak, tıkanıklıkları gidermek, abartıları daha sert abartılarla işaret etmek. Gaddarlığı çelimsiz  ellerimizle teneke kutular gibi  ezip büzmek, canavarların leşini çıkartmak, iktidarı, kibri, gücü taç edinenlerin başına don geçirmek, altta kalan yoksul çaresiz avukatsız insanların gururunu hatırlatmak ve savunmak, yasaklanan gizlenen tabulaştırılan kutsalların yerlerini değiştirmek gibi.
Yaşayan soluk alan tek başına insan’dan başka yüksek değer tanımayan, aklı almayanın anarşist ya bunlar dediği  gerçekte:
Karların yağmurların normal mevsimlerinde yağdığı, derelerin ilkbaharda coşup kayaları yuvarladığı, hepimizin coşkuyla sevdiği o aşık olduğumuz kainatın, engellenmemiş örtülmemiş karartılmamış pırıl pırıl uyumunu arayan  düşüncenin peşinden koşuyoruz. Örnek mi istiyorsunuz, mesela bu ülkenin en büyük tabusu cinselliği yıkan mizahçılarımızdır, kaç milyon  ergenin utançla baskıyla hatta sapkınlıkla suçlanmış tıkanmış kanalları bu dergiler sayesinde açıldı.
Bu düşüncelere sahip değilseniz bu ülkede her hafta mizah dergilerinden ınternet sayfalarına kadar harıl harıl dönmekte kaynamakta olan ‘mizahı’ hiçbir  anlayamazsınız.
 Kendinizi zorlamayın sinirlenmeyin, yapacağınız tek şey patikanızı değiştirmek, ki sizin  olasılık dahilinde değil, çünkü sizin patikanızı iktidarın rayları döşedi, üstelik bu pahalı rayların parasını halkın cebinden soyup alarak.
Yine de birlikte yaşadığımız bu ülkenin hatırına sizlere mizahın a, b, c’si birkaç şey anlatabiliriz, nihayet kanallar temizlenmişse düşünmeye şurdan başlayabilirsiniz:
 Bakın günümüz TV’lerinde sabahtan akşama kadar ‘reklam’ yapan sanatçıların ‘karakterlerine’:
Şahan ya da Şafak Sezer karakteri ve benzeri sanatçılara metin yazarları hangi tip’i oynatıyor.
‘Şebek’ ‘kaba’ ‘anlamaz’ ‘cahil’, halkın kabaca ‘göt la bu’ dediği ya da ‘maymun, şebek’ mizahı diye tabir edilen  mizah kurgusuyla  kitlelerin karşısına çıkartıyor metin yazarları.
 Niçin , uyanık, cevval, kül yutmaz  mizah karakteri değil, neden bu reklamlarda oynanan karakterlerin hepsi aynı maymun şebek rolünü oynuyor, diye, yandaş oğlanlarca ya da iktidar tarafından neden hiç sorgulanmıyorlar, üstelik destek  taltif övgü görüyor milyon dolarlar kazanıyorlar.
Üstelik  teknolojisinin son model marka icadlarını bize hergün defalarca bu şebek karakteri tanıtıyor.
Şunu mu demek istiyorlar, halk ancak bu maymun şebekler’in aptallaştırılmış dilinden anlar?
Yani yüzde ellisi iktidara oy vermiş bu halka ‘aptallığın daniskası’ karakterlerle mi insanlık mucizesi teknolojik harikalarını anlatıyoruz?
Asıl halkı aptal yerine koyan işte bu ‘şebek’ mizahıdır.
Devam edelim, mesela Amerika  yerde otuz kırk elli yıldır her akşam TV’lerin en  izlendiği saatlerde siyasi mizahçılar Amerika’nın en şöhretli insanlarıdır.
Neden ülkemizde TV’lerin icad olduğu günden beri tek  siyasi mizahçı ekranlarda yaşamayı başaramadı?
Ya da en meşhur en  para kazanan dediğimiz şovmen mizahçılarımız neden ‘siyasi espri’ üretemez.
Şüphesiz bunun ülkemizin siyasi kültürüyle yani üçüncü dünyanın kahraman diktatörlük yapısıyla  sıkı göbekten  ilişkisi vardır.
İktidarlarımız sağolsun sayelerinde şebek mizahının ülkemizde fazlası vardır.
 Bugün hangi bakkala ya da eski pasaja girseniz önünüze beş-on tane Kadir Çöpdemir mizahı yapan aile içi yeteneklerden menzul miktarda bulabilirsiniz. Hatta AKP’ye oy veren yüzde ellinin ellisi de Kadir Çöpdemir şakaları yaptığından hepimiz eminiz.
Derelerimiz kurbağa, ırmaklarımız sazan, denizlerimiz kefallerle dolu, bilmem daha niye mideniz mizah fesatından muzdarip…
 Örnekleyerek gidelim, mesela ekranlarımızda döne döne tekrarları yayınlanan  Güzel Hareketler Bunlar adlı komedi skeçleri dizisini hatırlayalım,  sanatçıları olağanüstü yetenekleri sıra dışı zekalarıyla izledik.
Hayran kalmamak mümkün değil, ancak siyasi mizah yapamadıkları birkaç yıl içinde ‘sönümlenip’ gidecekler.
 Oysa otuz yıl öncesinden Metin Akpınar  Alasyalar’ın Levent Kırcalar’ın Ferhan Şensoylar’ın videolarının siyasi mizahı hala unutulmuş değil.
Üstelik bugünkü gençler daha  ‘zeka’ barındırdığı halde, neden hala Metin Akpınar videoları baş tacı hatta eşsiz eserler olarak dönüp duruyor.
Çünkü  Kültürü’nün en esaslı karakteri muhalif zekadır. Nasreddin Hoca’dan Nefi’ye Süleyman Nazifler’e, Karagözler’e Aziz Nesinler’e kadar, nicesi.
Yetsin be, şebekoğlan şalakoğlan rolünden bıkmadınız mı, hala çalakalem, gestapo polisler ve savcılarla saldırdığınız ‘muhalifler’in nasıl  taşıdığını güya anlamazlıktan gelmeye çalışıyorsunuz.
Bu sanatçılar, boyun eğen, sinen, tırsan ya da parayla hokkabazlık soytarılık yapan mizahı bu ülkeden kovmaya yemin etmiş sanatçılardır. Yerine hakkını arayan, hesap soran, asla susmayan, kül yutmayan, insan haklarını her şeyleri yapmış  mizah üretmeye çalışıyorlar.  sizler karanlık plazalarınızda ne  husye kebabı yapacak güneş bulamazsanız, savcılarınıza tutuklayın bunları emirleri sallıyorsunuz.  
 İşte onlarca iktidarın dinmeyen bu sansürü yüzünden, ‘siyasi mizah’ ülkemizde ‘altın’ değerindedir.
Onlarca yıldır yüzlerce  sanatçı (bir karikatür çerçevesini, , sayarsak) elinize almaya
korkacağınız sertlikte  yılmadan milli kütüphaneyle yarışır şekilde üç-beş milyon ‘çizgi metni, karesi’ oluşturmuş ve Türkiye’de okuma yazma bilen herkes bu karikatürler’e on yıllarca müptela olmuştur.
Penguen, Uykusuz ve Leman  dergiler işte bu yüzden bu ülkenin altın hazinesi değerindedir.
Siyasi iktidarların baskısı kırılmış olsaydı, bu dergilerin yüzlerce sanatçısını hala ‘kağıttan’ değil, ekranlardan da geniş kitleler en azından yüzde elliler de tanımış sevmiş olabilirdi.
Bu  sanatçı neslinin ‘kağıttan’ ‘ekrana’ (cam’a) geçemeyişinin tek sebebi kuşkusuz iktidarların bitmeyen baskıcı yasaklayıcı sansürcü politikalarıdır.
Bu acımasız yok saymalara rağmen bu sanatçılar her hafta kesintisiz işlerini yaparlar. Tuhaf gelebilir, sizin hiçbir  anlayamayacağınız gizli ahlak, bu eşsiz sanatçıları  da övmemizi engeller.
Şekspir’in lafıdır ‘altını süslemek israftır’, daha ötesi, altın   madeni işleyip süslemek  tehlikelidir. Öyle süslemelisiniz ki ‘altın’ daha değerli olmalı. Süsün kıvrımlarında en küçük bir abartı sizi ‘şarlatanlığa’ düşürür. Bu yüzden bir mizah dehasını övmek siyasileri övmek kadar ucuz sıradan olamaz.
Mizahçıyı övmek  sanatçıların sanatçısı olmanız gerekir, örnekleyerek gidelim, mesela ‘eleştirmenliğe soyunan’ insan ‘sanatçıların sanatçısı’na yakışır yüksek  zeka taşımalı.
 Aksine hem iktidarın baskılarını gizlice örtüp destekleyen hem de iktidarın ‘soytarılığına’ ‘palyaçoluğuna’ soyunmuş şebeklerin ağzından zaman bu arkadaşlarımıza karşı vahşi saldırılara şahit oluyoruz. 
Maalesef bu soylu sanatçılar sadece iktidarların kutsal bildikleri tabulara dokundukları  ancak isimleri gündeme gelebiliyor, kardeşlerim, yani bu soylu sanatçıların isimleri yalnız içeri tıkılacakları dövülecekleri ya da imha edilecekleri zaman ‘anılıyor’.
 İşte böyle melun  hikaye.
 …
Otuz yıl ekranda ve köşelerinde bu ülkenin bütün madenlerini satanlara defacık sorabilsek, sizler bu ülkenin hangi madenleri satıldı biliyor musunuz?
 Ona buna patrona yabancıya peşkeş çektikleri çarçur ettikleri bu ülkenin maden kaynaklarının isimlerini dahi bilmezler.
Yani bu ülkede hangi madenler vardır ve camda çelikte boyada kimyada ne  işe yararlar diye sorun, biz işte altmış yaşına geldik bu şamatacı beylerin hiçbirinden  küçük cevabı bugüne kadar alamadık…
Madenleri tanımak  madenci hatta sarraf olmalısınız, iktidarların yüzlerce yalaka aydını tam otuz yıl bu ülkenin en değerli madenlerine ‘çakıl taşı’ muamelesi dahi yapmadı, karaladı, kirletti, pisletti, yok saydı, küçümsedi, aşağıladı…
Ülkemiz en değerli madenlerini kaybetmekle kalmadı, bu yandaş yazarların eline   geçti, her şeyden anlarız gücü, her şeyin kıymetini değerini biz veririz küstahlığı, yerin göğün her şeyin babası patronu yaratanı biziz, cehaleti.
Bıkmadan usanmadan utanmadan hala hergün köşelerinde en değerli hazinelerimizi harcaya harcaya maaşlarını almayı sürdürüyorlar.
Hangi yazarınız size oturup Eskişehir’in kıymetli süs taşlarından Elazığ’ın kromuna, ülkemizin demirine bakırına seramiğin kiline çamuruna kadar teknolojinin her alanında ana temel malzeme olmuş madenlerimizin değerlerini  ticaretinde büyüklüğünü tek  gün anlattı. Hiçbir gün.
Şimdi madenler ovalar yaylalar ormanlar fabrikalar belediyeler bitmiş tükenmiş, sıra ‘eser’ üreten sanatçılara hızla gelmiş. 
Mesela ülkemizin ‘kağıt’ mizahında, Behiç Pek, Can Barslan, Ahmet Yılmaz, Metin Üstündağ, Bahadır Boysal,  Baruter, Vedat Özdemir ve son beş-altı yıl içinde Penguen ve Uykusuz dergisinde    dahiyle tanıştık, Selçuk, Erdil, Ersin, Kaan, Yılmaz, Yiğit, nicesi. ya da işte Hürriyet gazetede Latif Demirci tek başına bir mizah dergisi gibi, ele avuca sığmaları, susmaları mümkün değil, bu sanatçılar hangi düşünceyi savunuyorsa savunsunlar şeksiz şüphesiz başımızın tacıdırlar.
 Bu siyasi karanlıkta gerçek  altın hazinesi olan bu onlarca sanatçıyı görecek anlayacak  edecek gülecek övünecek zamanımız olmayabilir, tam tersine, iktidarların el alışkanlığından olsa gerek, güya karalamak, güya yok saymak, hatta gestapo polislere ve savcılara ihbar etmeye kadar varıyor iş… Ve kahkahalar atarak saldırıyorlar ve kapatma davalarını üstelik sivil örgütlerle bütün mahalle galeyanıyla şaha kalkarak hücuma geçiyorlar.
Bizleri susturmak bu böcek sürüsünün boyunu aşar.
Şurdan aşar, yirmi yıla yakın bu mizah çevresinde bu sanatçıların yarısını  içerden tanıyacak kadar aile içinden bir hayatım oldu, onlardan çok şey öğrendim, bir tanesi dikkatinizi çekebilir.
Nasıl polisin bayıltan mermi  gaz bombası gibi hergün teknolojinin  marifeti yok edici silahları varsa, işte bu sanatçıların da bin fantom gücünde gizli bir silahları var.
 Tam yirmi yıl bu silah nasıl yapılır nerde ne  kullanılır, öğrenmeye çalıştım. Bu silah Godzilla’nın dev gökdelen ticaret binalarını yalayan ateşi gibidir.
Bu silah şöyle çalışır:  siyasetçi ya da köşe yazarı kimi hedef alırsa, bir cümle ya da bir kaç çizgiyle, ömür boyu sakat bırakır. Ağzınız burnunuz yamulur ve ömür boyu iş göremez hale gelirsiniz.
Örnek mi istiyorsunuz, bakın Aydın Doğanlar, Ertuğrul Özkökler’e Reha Muhtarlar’ın suratlarına, iş göremez malul hale gelmişlerdir, ülkenin en ciddi gazete ve haber bültenlerini yirmi yılı aşkın yönettikleri halde, sorun o ağızları burunları gözleri niye yamuk, kim şişirdi diye, bir sorun zırnık ‘saygınlıkları’ niçin kalmadı diye.
 Sizlere bu yamuk çarpıtılmış bozulmuş suratlardan  büyük müzeyi oda oda gezdirip tane tane gösterebilirim, yine de ‘mizahı’ anlamamış iseniz, sadece bir örnek göstermek  sizin patikaya uygun bir dil kullanmalıyım.
Bu günlerde İslamcı liberal yandaş oğlanları daha iyi anlamak Köpekler’i okuyorum, mesela neden köpekler sahiplerine köpeklik yapar, uzun süre acı çekmiş olmaları mı yoksa patronsuz kaldıklarında acı çekmeyi ebediyen sürdürecek korkusu mu?
Bazı köpekleri görünce tiplerini görüp kafam karışıyor, oysa karışmamalı, bazı köpek ırkları o kadar karıştırılmış ki ‘kuşkulu ırklar’ ortaya çıkmış, sebebi sahipleri aşırı süslü ve aşırı ilginç yavrular elde etmek .
Ancak bu karıştırma ‘ucube’ sonuçlar da vermiş, süslü köpek elde etmek ırkları karıştırılınca bacakları  kısa gövdesi çok hantal köpekler elde edilmiş, benim için  mahsuru yok, ancak köpek medya şöhretiyle elde ettiği ağır gövdesini taşıyacak kadar  ayaklara sahip değil, bu yüzden ‘disk’ kayması oluşur ve disk kaymasına bizler yanlışlıkla ne çabuk fikirleri değişti, yani yamuldu, deriz.
Patronları  köpekler stres azaltma tedavisi görür, ayrıca malikanelerine yabancıların girmesini önler, ancak kapı köpekliği yapmak için o kadar başvuru olur ki sıraya girmeniz imtihana girmeniz dahi yetmez,  çok yırtınarak havlıyor olmalısınız.
Köpekler ‘kurt’ soyundan gelir, insan evladı aya çıktım yazıyı icad ettim diye boşuna sevinedursun, tarihin en büyük ‘ilerlemesini’ ‘değişimini’ ‘buluşunu’ yapan köpeklerdir, çünkü düşman oldukları ‘evlerin’ içine sızmayı başarmış ve ekmek elden su gölden bedava  hayatı  ilk önce köpekler keşfetti.
Büyük buluşları sadece ‘ev’in yani düşmanın  girmeyi başarmak değil, artık tehlikede olmadıkları için ve güvenli  bölgede yaşadıkları için ev içinde ‘şekerleme’ yapacakları zamanı bulmuşlardır. Yani köpekler bilindiği midelerini doldurmak için değil yan gelip yatacakları, şekerleme’yi huzur içinde taddıkları için tabiatın refahına en erken eren canlılarıdır.
Bilindiği üzere köpek yarışmaları iki kategoride yapılır,  ‘saf ırk’ yarışması, ikincisi ‘güzellik’ yarışması, dinimiz ırkçılığı yasakladığı ülkemizde sadece ‘güzellik’ yarışmaları yapılır. Ve özellikle TV’den edebiyattan gelen ‘köpekler’ bu en birinci ben güzelim yarışmasına katılır. Ki, burada da Allah kahretsin torpil söz konusu, herkes cemaatin gözdesi güzeli olamaz, yarışmacılar buna da cin  bir  buldu ve cemaatin akrabası hısımı kişilerle yakın evlilik bağları kurarak kitaplarını sattırmayı başardılar.
Güzellik yarışmasını kaybeden köşe yazarları artık ‘av köpekliği’ hizmetinde bulunur. Gündelik mesaileri şöyledir, koklar, arar, bulur, havlar ve sahibinin savcılarına yakalaması  yardımcı olur.
Sahibi uçan kuşu vurmuş ise, bu sefer ‘tutup getirme’ vazifesi görürler. Ancak medyada gözlemlediğimiz   köpek bulup getirirken sahibinin gözüne daha  girebilmek  tutup getirmekte olduğu kuş’un iç organlarını bağırsaklarını çıkartır deşer kameralara ve hukukumuza ve halkımıza bu ne pis canavar kuşmuş iyi ki vurulmuş diye göstererek hizmet ederler.
 Ancak günümüzde ‘av köpekleri’  demode kaldı, günümüz teknolojisine en uygun ‘polis köpekleri’ gazete köşelerine istihdam edildi ve koklama bulma bavul taşıma uydurma karalama maharetleriyle hepimizi özgürleştiren başarıların sahibi oldular.
 de   yetiştirilmiş kızak çeken köpek sürüsü vardır, bunlar iktidara çok  çok yakın temas halindedirler, bunlara kısaca  ‘kızak çeken liberal köpek sürüsü’ deriz, iktidara kim gelirse kızağını çekerler, karşılığında  ömür lüks lokantalarda somon karides yiyerek ödüllendirilirler, geçenlerde kraliçeyle  şerefiyle de ödüllendirildiler.
Bazı köpekler ise sahte maske ‘asil görünümleriyle’ iktidar zenginlerine yüksek  statü katarlar. Gerçekte bunlar da ‘şov’ hayvanıdırlar akşam yemeği, kokteyl  toplantılarda iktidar zenginlerinin yanlarında bulunarak onların güçlerine rokoko bir süs katarlar. Ancak ödülleri İngiliz Fransızlar’ın en yüksek soylu onur nişanlarından daha değerlidir, gazetelerin baş köşeleriyle ödüllendirilirler.
Bir de ‘makam arabalarının peşinden koşan’ köpekler vardır ki, bunlar türlü ‘hizmet köpeği’ olmayı başaramış ve ‘hadımlaştırılarak’ işleri bitirilmiş. Ancak yine de son bir  nerde bir makam arabası görseler çeket düğmelerini ilikleyip ağlamaklı bir suratla peşlerinden hazin hazin bakarlar.
İşte en  bu türlerine ‘içim gidiyor’, bunlara sokakta kalmış kabul görmemiş köpekler de diyebiliriz, debdebeden nasiplerini alamadıkları son   mütevazi mütedeyyin bir gülümsemeyi iman  yüzlerinden eksik etmezler, iktidarın bir kap yemeğini yiyebilmek için kapı kapı dolaşırlar, ne diyelim Allah versin.
Evcil süs köpekleri bazen evde canları sıkılır ve eski hür özgür yabani hayatını özlemeye başlarlar. Ve bizim  hayatı boyunca hiç tasma takmamış sahip bilmemiş gerçek kurt soyundan Kızılderili köpeklerle oynaşmak isterler. Ancak Apaçi köpekleri’ni elli metreden görür görmez kuyruklarını bacakları arasına sıkıştırıp hemen evlerine kaçarlar. (Bu durumdan en  ben muzdaribim, yolda önüme çıkan yandaşlara daha merhaba demeden beni görür görmez hemen toz olmalarına çok üzülüyorum, çok.)
Ancak köpek ırkı çalışmalarına iyice baktığınızda korkup kaçan bu türlerin ‘kurt soyundan’ değil ‘çakal’ ırkından türediği artık ispatlanmıştır.
Yine de kafam  karışık, çünkü Asya Kurtları yağmacı görünse de yağmacılıkları ‘örgütsel  hiyerarşi içindedir’ ve aralarında ‘etkin bir işbirliği vardır’, oysa çakaldan türeyen köpekler hep kendine çalar kendi kapar ana baba  dahi tanımaz, olsun, hangisi kurt hangisi çakal öğrenecek daha zamanımız var.
Kafamı karıştıran  başka gerçek, hadım edilen köpekler eskiden husyeleri iki sopa arasına alınıp burularak hadım edilirdi ve hayvan işkence acıları çekerek bu hadım anını hayatı boyunca unutamazdı yani boynu düşer sinmeye başlardı.
Günümüzde ise hadım işi iğneyle yapılıyor, ne güzel acısız yani demeyin, iğneyle hadım edilenler hadım edildiklerini bilmedikleri hatırlamadıkları ona buna hiç hadım edilmemiş  saldırabiliyor. Bu durum   kazaya da sebep olabiliyor, bu yüzden köpek sahiplerine bir önerim var, iğneyle hadım edilmişlerin burunlarına bir halka takın, ki, köpek bu halkayla, hadım edilmişliğini unutmasın…
Ya da saldıran köpeğin hadım mı değil mi biz mağdurların önceden bilip tedbir alması gerekir, buruna halka olmasa da, hiç değilse boynuna tanıtıcı tabela asabiliriz, şöyle: ‘kuçu kuçu’ diye, kuçu kuçu artık bir tehdit yok korkmayın anlamı da taşır. Bizim şikayet edeceğimiz polis savcı kalmadı, elimizde birkaç belediye var, onlara buradan sesleniyorum, kuçu kuçu tabelası takmayan köpekleri sokağa çıkartmayın.
Bazı köpeklerin kürkleri desenli, çizgili olanı var benekli olanı var, renkli olanı, gerçek  inceleme konusudur. Sahipleri buradan uyarıyorum, biliyorum çiftleştirirken tanınsın kaybolmasın diye köpek derisine bir işaret marka olarak seçtiğiniz işaretler bazen  karışıyor, bizim de aklımız karışıyor.
Deri üstünde çizgi ya da benekler köpekler’in doğal marka baskıları, flama, bayrak . İşte tarihin ilk matbuu (hurufat, kurşun, harf) basın tarihi köpeklerin üstündeki bu işaretlerden başlar, öyle  basın hizmetidir ki on bin yıldır aynı gazete aynı köpek derisinden yayınlanır.
Sanayi çağı sadece büyük şehirleri ve ’i ortaya çıkarmadı, sanayi çağı ‘köpekseverliğin de’  olmaya başladığı tarihtir. Köpekler sürülerinden kopartılıp,  malikane ve fabrika kapılarını korumak  özelleştirildi. Sanayi çağı cemaatten bireye değil aynı zamanda sürüden bireye de bir geçiştir, dikkat edin özel malikane köpekleri asla ‘ulumaz’. Uluma yalnızlıktır ailesine uzaktaki arkadaşlarına çağrıdır, sanayi çağı köpekleri sadece burada bir tehlike var ikazı olan taklit şirinsi havlamasını yapar.
Aslında ‘havlama’ üzerine çokta bilimsel çalışmalar yapılmadı, havlama işine ilk ayılan şaşıracaksınız yine FBI…
Çünkü hayvanların havlamasını horultu ve hırıltılarla karıştıranlar var… Horultu ve hırıltı saldırı öncesi sessiz tehditi hazırlar. FBI Orta-Doğu’dan yüzlerce köpeği toplayıp, koluna deri yastık bağlanmış polisler tarafından kamçılanıp şartlandırma eğitiminden geçirdi.
 Bu yüzden FBI eğitimi almış köpeklerden, fabrikalar madenler satılırken, insanlar beş-on yıl hiçbir belge gösterilmeden içeri atılırken hiç  hiç horultu hırıltı duyulmaz.
 Ne  milli bağımsız kelimelerini duyarlar işte gong çalmış  hepsi birden harekete geçerler.
Köpek uzmanı Desmond Morris’ten,  köpekler ne  kuyruk sallar diye daha  şey öğrendim, başka yazıya…
 VE,
 Tüm evcil, süs, av, kızak köpekleri, hepinize sesleniyorum,  daha polis ve savcılarınıza güvenip Apaçi Toprakları’na adım atmayın.
Bu topraklar bizlere zincir ve tasmalarınızın  lütfu değil, hiçbir şekilde hiç kimseye boyun eğmeyen atalarımın emaneti, hatırlatırım. SAYGILARIMLA…