Daha dur, süreç yavaş yavaş işleyecek hepimizi birbirimizi öldüren canavarlar haline getirmeye doğru…

Çok geçmez, işaret fişekleri çakıldı kararlar verildi, üç beş ay içinde başını Muharrem İnce, Emine Ülker, İlhan Cihaner’in çektiği CHP’liler partiden ayrılıp başka bir parti kurmaya zorlanacakları süreç de başlatıldı.

Engin Alan’a ve özellikle Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’a sahip çıkamayan MHP’nin bir yıla kalmaz birkaç parçaya bölünmesinin yolu da açıldı.

Mahkeme daha başından uydurma belgeleri bilirkişiye göndermeyerek beklenen tavrını ortaya koydu, hukuk’unu işletemeyen Türkiye, hepimizin güvencesini ayaklar altına alarak toplumu asla bir arada tutamayacak kaos günlerine sürükledi.

Artık yasal güvencelerimiz bir şeyhin ya da bir siyasi liderin koltukaltında saklı, hepinizin ruhu o koltukaltından başka kendine merhamet şefkat yuva bulamayacak, ülke onur şeref denen şeyden yavaş yavaş vazgeçeceksiniz, oy verdiğiniz siyasiler çoktan sömürge valileri gibi beyanatlar vermeye başladı.

Bilinen tarih içinde yaşadığımız en büyük ‘ihtilal’le karşı karşıyayız, ne idügü belirsiz ajan provokasyonların taşıdığı belgelerle hukuk hiçe sayılarak Türk Ordusu tasfiye edildi. Hukuk, hakimler savcılar kullanılarak, yeniden efsanedeki gibi demir dağların içine hapsedildik, bundan sonra bu topraklarda yaşayan insanoğlu insanlar o demir dağları yeniden eritecek gücü buluncaya kadar bu kavga sürecek.

Egemenlik yeniden padişahın, Sevr güçleri yüz yıl sonra geç de olsa Vahdettin’in imdadına yetiştiler.

Türk ordusunu bir çuvala koyup uçurumdan attılar.

Mülk yeniden padişahın. 

Balyoz darbe planı iddiasına mahkemenin verdiği bu karar, bugün itibariyle Türkiye’de uğursuz sayfaları açmıştır, bugünkü süreç için, iktidara geldikten sonra yüzlerce evet yüzlerce toplantı yapılıp digital belgeler virüsler tezgahlar yıllar için hepimiz için, sivili askeri yazarı herkes için planlandı. 

Artık biz muhalifler hepimiz için de yeni bir sayfa açılıyor, Uygarlığın da Avrupa’nın da yasal olarak tanıdığı ‘özgürlük düşmanlarına asla özgürlük tanımayacağımız’ diye haykırdığımız yepyeni belirsiz bir döneme girdik.

Türkiye’nin ilk sivil Atatürkçü partisi Güven Partisi’nin parti amblemi çok ileri görüşlüydü: Koyun’du, koyun. Şimdi bu koyun, elinde terazi tutan adalet terazisinin yerini çoktan gelip yerleşti.

Muhaliflerin farklı görüşlerin farklı kimliklerin hakları yaşamları hukuk güvencesi altına alınmamış bir ülkede demokrasi olamaz, bir ülkenin var olabilmesi için ‘hukuk güvencesi’ şarttır ve bu şart, bugün itibariyle ortadan kaldırılmıştır. Sen kalkıyorsun insanoğlunun tek güvencesi hukuk’u hiçe sayıp uydurulmuş belgeleri bilirkişiye göndermiyorsun, bu ne demek, ben büyük güçlerle oturdum, anlaştım ve böyle karar verdim, yersen. Yemeyeceğiz.

Adalet, yüzde elli oy almış bir partinin yani çoğunluğun gücüyle, azınlığa, ortaçağlarda dahi görülmeyen keyfi uygulamalarını belgelemiştir.

Demokrasi, kişilerin kendi kendinin efendisi olması ülküsüyle yola çıkmıştı, şimdi ajanlarıyla gestapo liberalleriyle girdiği yolda, demokrasi dinci-Amerikancı bir efendiyi demokrasi adı altında başımıza Azrail diye koydu.

Oy üstünlüğü, oy kuvveti, hukuk’u yok sayamaz, işte gördünüz, oy üstünlüğü, ülkeyi arkası karanlık insanlara on yıl içinde hukuk dışı ölçüp biçip teslim etti.

.Kendi kendini yönetemeyen kontrolsüz bir güç, hukuk’u hakimleri savcıları kullanarak ajan-tezgah-CIA tertibiyle ülkemizi hukuksuzluğun bataklığına sokarak teslim aldı.

Sanık avukatların ısrarlarına rağmen uydurulmuş belgelerin bilirkişi tarafından incelenmesine, hakimler kimler adına sessiz kalmış, kimdir bu belgeleri bilirkişiye göndermeyen güç, işte bu güç, adaleti bir kör intikamın aracı haline getirip ülkeyi ortadan ikiye böldü.

Bu uydurulmuş belgeleri kim yükledi, hangi casuslar neleri dinledi, kimler bavulladı, kimler tezgahladı, Balyoz davasının başından beri herkesin hepimizin öğrenmek istediği bu davanın karanlık yüzü işte bunlardı, sizse kafanıza koyduğunuz cezaları tasfiyeyi daha başından planlamış kararını vermişsiniz, biz de sizlerin malı mülküyüz öyle mi?

Yağma yok, bu belgeleri kimler uydurdu düzenledi sorusu açıkta kalmıştır, açıkta kalan bu iddialarla bir toplumu siyasi hukuki olarak artık ayakta tutmanız susturmanız mümkün değildir, milyonlarca muhalif için meşruluğunu kaybetmiştir.

Bu soruya asıl cevabı da bugüne kadar ‘hukukun kararını saygıyla bekleyelim’ diyen ordumuz verecek. Hukuk’la bu denli göz göre göre dalga geçiliyorsa, biri bize izah etsin, bu bir işgal mi? Kimin işgali? Bu işgali kimler gerçekleştirdi? Görelim, Genelkurmay başkanımız, kendi subaylarının cebren zindanda esir gibi tutulmasına bakalım ne cevap verecekler?

Sayın Genelkurmay başkanı, karışık bir hal var Türkiye’nin üstünde. Bu karışık hal en çok da sizin üstünüzde.

İçerdeki tutuklu subaylar iddiaları açıklıkla onurla cevapladı ve elleri bağlı hücrelerine tıkıldılar, şimdi bu iftiralar çöplüğü üstünüze döküldü. 

Tuna’yı alanlar Fırat’ı da istiyor, yetmiyor, orduyu ve CHP’yi de istiyorlar, bir güç, Kocatepe’nin Sakarya’nın intikamını alıyor, hala uyanmadınız mı?

Bir din imparatorluğunun tapınakları güle oynaya inşa edildi ve uysal rahiplerini de ekranlarda siyasette başa geçirdiler.

Etrafınızda hukuku hiçe sayıp herkese keyfince cezalar veren Tanrı benzerleri geziyor.

Bir Afrika kabile şefinin misyonerler için lafıdır, bunlar durmaksızın dua ediyor, der, oysa bana biraz balta biraz bıçak lazım. Açın şimdi yirmi yıl ceza almış komutanınız Ergin Saygun’un yeni kitabı Türk Ordusu’na Balyoz’u okuyun, heronları kim istemedi ve İsrail’in emekli subayları PKK’ya nasıl çalıştı, bir daha okuyun.

Şu, geleneğimizde bir saygı adabı olarak yaşayan el öpme hareketinin kökeni de çok kuşkuludur. El öpme bir iktidar sorunudur.

Şempanzenler dahi kavgada gücünü yitirince tırsar rakibine ısırması için elini uzatır, yani pes etti anlamı taşır.

Ki, el öptürtmeyi çoktan geçtik, cemaatin ajan yazarları dil çıkartıyor böö deyip askerlerin yüzüne işte her akşam izliyoruz püskürterek tükürüyor… Onurun şerefin hukukun hepimizin sosyal güvencesi hukuk’un bu denli aşağılandığı bir döneme şahit olduk mu? 

Şimdi savunmaları hiç dikkate alınmayarak içeri tıkılanlar, bizlerin ne arkadaşı ne de meslekdaşı, ancak ortada düpedüz savunmayla dalga geçen ve uydurma belgelerin hesabını sormayan bir ‘hukuk’ var. Bizlerden tek kişinin bu kararı sindirmesi mümkün değil, şimdi bir halk merak ediyor şimdi Türkiye merak ediyor, merak ediyorum hangi bayrağın hangi toprağın hangi hukuk’un komutanısınız?

Hukuk’un seçimle çoğunlukla demokrasiyle hiçbir ilişkisi yoktur, hukuk, hepimizin sosyal güvencesi insanlığın tek sığınağıdır.

Kardeşlerim, bu ajan dinci Amerikancı hukuk’un başımıza ördüğü bu demir dağları eritmek için kimseye ihtiyacımız yok. Asker dediğin zaten dünden bugüne bu yoksul halkın siyasi ve sosyal eşitlikleri için hep ayak bağıydı.
İğrenme duygusu evrensel bir duygudur, her insan onursuzluk şerefsizlik karşısında yüzünü ekşitir. 
Ve unutmayın, bu topraklarla dalga geçmeye kimsenin gücü yetmez, üçbin beş bin yıl öncesine giderseniz bu toprağın her bir dağının ayrı bir Tanrı olduğunu görürsünüz, bin yıl önceye giderseniz, her bir insanın Tanrı olduğunu haykırıp yakılan insanlar olduğunu görürsünüz.

Bu topraklarda ‘insanlar yaşıyor’, bunu herkese öğretmeden mezara gidersek gözümüz arkada kalır. Adı askerdir yazardır hiç fark etmez, bu hukuksuzluk karşısında onuru zedelenmiş kimliği kişiliği insanlığıyla oynanmış bu toprakların insanları hepsi artık ve ebediyen özbeöz kardeşlerimiz, herkes görecek, bu topraklarda, altta kalanın, hakkı yenenlerin yanında ölümüne ve sonsuzca kavga veren insanlar olduğunu…
Yolumuz hiç değişmedi, padişahlara firavunlara dinci Amerikancılara ‘insan’ı ve ‘hukuk’u hiç yılmadan öğreteceğiz.