Yıllardır bu konuyu yazıyorum. Yazmaya da devam edeceğim. Ve ifade ederken de inanarak, umut ederek dile getiriyorum.

Hucurat suresinin 10. ayet-i kerimesinde “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.” deniliyor.

Buradan hareketle tarihin ender kaydedeceği süreçleri aşıp bugüne kadar bu ulvi davanın gelmesini sağlayanlar elbette ancak kardeştirler. Ve bu kardeşlik kimi zaman karındaşlıktan daha ileri bir seviyeyi de ifade etmektedir. Nitekim İslam’ın ilk yıllarından günümüze kadar tebliğ edilişi ve cihat şuuru incelendiğinde sarsılmaz birliklerin aynı iman etrafında kenetlenmekle sağlandığına şahit oluruz.

Yakın tarihimizde ülkücü hareketin verdiği mücadeleye baktığımızda da farklı bir manzara göremeyiz.

Türk tarihinin derinliklerinden ve İslam imanının nezihliğinden günümüze kadar birikimlerle taşınan ülkücü hareket yarınlarına da aynı Saikleri taşıyabilmelidir.

Türk milliyetçiliğinin esasları ve medeniyet mefkuresi bizi bir olmaya mecbur kılmaktadır.

Geçmişin çilelerini birlikte göğüsleyenler bugün de birbirine ülküdaşlık hukuku çerçevesinde yaklaşmak mecburiyetindedir.

Ödenen bedeller ve paylaşılan hayatları hatırladığımızda neden “Ülküdaşlık karındaşlıktan daha ileri seviyede bir akrabalıktır” dediğimiz daha net anlaşılacaktır:

Çünkü ülkücülerin hangi koşuşturmacanın ardından olduğu unutulan ve üzerindeki tek gömleği de yırtıldığı için ertesi gün okula gidemeyecek olan yiğitlerinin, sabah ezanına kadar aralıksız süren dert sofraları vardı.

Çünkü beş kişilik iki göz evde yirmi beş kişinin hüzün dolu sohbetlerinde, kurutulan çayların tekrar tekrar demlenerek yudumlandığı uzayan geceleri vardı.

Çünkü buz kesen ayaz gecelerde, soğuktan moraran ellerle asılan konferans afişleri bitince bir sabahçı kahvesinde, bütün bozuk paraların biriktirilerek alındığı bir-iki sıcak simidin, çayın yükselen mis gibi buhar kokusunu paylaştıkları ülküdaşları vardı.

Çünkü yürümekten eskimiş, yırtılmış, ayakkabının saklayamadığı ayaklarla minibüs parası olmadığı için yolları yollara bağlayarak ve bu hali hiç de yadsımayarak yol boyunca anlatılan yüce sevdaları vardı.

Çünkü evlerde kimden kaldığı belli olmayan teyplerde yeni çıkan ülkücü sanatçıların kasetleri ile yeni diriliş coşkularının dillendirildiği o umut dolu meşveretleri vardı.

Çünkü yakın uzak fark etmeden, yolda kaç kez bozulacağına aldırmadan, öğrenci harçlıkları ile tutulan otobüslerle gidilen şölen yolculuklarında inanarak söylenen marşları vardı.

“Başbuğ gelecek” müjdesi ile kaçan uykular ve o geldiğinde de Malazgirt Meydanındaki komutanın çerileri misali yaşanan coşkuyu yüreğinde hissedip ülküdaşları ile coşan ülküdaşlar vardı.

Evet! Yine varlar.

Var olacaklar.

Onun için…

Fitneye kapılar kapatılmalıdır.

Yarınki Türkiye kitabında yer alan “Milliyetçiliğimizin Esasları” başlıklı yazıda da “Bugün Türk milliyetçiliğini zayıflatanlar, kültür kuvvetimizi ellerine geçirmiş bulunuyorlar” dediği gibi kültür dokularımızdan uzak bir irdeleme köklerimizle olan bağımıza zarar verecektir.

Yine Erol Güngör Hoca, Türk Kültürü ve Milliyetçilikte; milliyetçilerin, milli kültürü soysuzlaştırmaktan kurtarmaları gerektiğini çünkü milliyetçiliğin bir medeniyet davası olduğu şeklindeki hatırlatması unutulmamalıdır.

Hakeza, Ziya Gökalpler Türk kültürünü anlatmış, Dündar Taşerler yaşamış yaşatmış hep bu şuur planında kültür temelli bir milliyetçilikten dem vurmuşlardır.

En önemli notu da Rahmetli Bilge lider “Ülkücü ülkücünün kardeşidir.” DİYEREK düşmüştür.

Bütün bunlardan sonra, böylesine derin kültürel kökleri bulunan fikir hareketimizin yazanı çizeni üsluplarında daha titiz olmalı diye düşünüyorum. Çünkü ülkücüler feleğin cenderesinden geçip tarihin zor kaydedeceği bir kardeşliğin emsalini yaşamışlardır.

Ülkücüler, sadece ülkemiz için değil bütün Türk Dünyası ve mazlum milletler için bir umut ışığı olmuştur.

Onlar büyük bir medeniyet inşası için -dünya denen mezellete dalanların anlayamayacağı – yüce bir kardeşlik bağı ile birbirlerini sevmişlerdir.

Kardeşliğimizi zedeleyecek tutumlardan, sözlerden, davranışlardan uzak durmalıyız. Buradan hataları görmezden gelmeliyiz, manası çıkmaz.

Şüphesiz ki birbirimizin hatalarını görüp o yanlışlarımızın düzeltilmesi için ikazda bulunacağız. Amma bunu doğru üslup, doğru zaman, doğru yöntemlerle ve “birbirinizin kusurlarını örtmede gece gibi olunuz” ifadesindeki hikmete uygun bir tarz ile yapacağız.