Tarihte şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınan İncilli Çavuş’un asıl adı mutafadır. Sultan IV. Murat İncilli Çavuş’u bir heyetle İran'a elçi olarak göndermişti. İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunan İncilli İran'daki programı tamamlayıp İstanbul'a dönecekti.

İran Şahı, Türk elçilik heyetine bir uğurlama töreni hazırlatmış, İncili Çavuş'a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin." demişti. İlginçtir bu at yaşlı, uyuz ve zayıftı.

İncili Çavuş kendisiyle alay edilen, küçük düşüren bu durum karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı. Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkınlık içinde bu manzarayı izledikten sonra Şah İncilli Çavuş’a sormuş: "Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana ne söyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?" İncili Çavuş cevaben:

Ben ata sordum: Ey ruhumun ruhu! Hz. Nuh'u Tanır mısın?

Şah: "Eee! At ne dedi?" deyince, İncili Çavuş:

Valla, at bana: Nuh da ne ki be gardaş, Sırrımı kimseye etme faş (açıklama)

Ben Hz. Âdem’e taş taşımışsam, taş."
Cevabını verdi der. Bu kıvrak zekâ karşısında şah, şaşkına döner,  mahcup olur.

Fransızlar Korkak Olurlar
19. yüzyılda Almanya’nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar yaşamaktadır.
Fransızlar, her sene Almanların sınırını geçip ürünlerinin toplayıp götürüyorlardı. O dönemde, Almanlar güçsüzdü. Çareyi, Osmanlı Sultanına mektup yazıp, yardım istemekte bulurla;
"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene toplama imkânı sağlayın."

Bu durum Osmanlı İmparatorluğunun sıkıntılı bir dönemine rastladığı için, yardım isteğini inceleyen sultan asker göndermeyi mümkün görmez; bir mektupla onlara çuvallar içinde asker kıyafetleri gönderir. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:
“Fransızlar korkak âdemlerdir. Onlara asker göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir”.
Almanlar, Hasat vakti Osmanlı yeniçeri kıyafetini giydikten sonra, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur. Osmanlılardan yardım geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini terk ederek iç kısımlara çekilmişlerdir.
Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym'a bağlı Karlsruher Müzesi'ne koyup ziyarete açıp, şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asmışlardır. Halen olayın yıldönümünde bu şehirde günün anısına kutlamalar yapılmaktadır.
Şu Paşayı Uyarın!

Ahmet Vefik Paşa Paris Büyükelçisi iken İmparator III. Napolyon'un yeni yaptırdığı bir opera binasının açılış törenine davet edilir. Tören sırasında Ahmet Vefik Paşa, Napolyon'a en yakın locaya kurulmuş, tavır ve davranışlarıyla imparatora hiç aldırmayan bir izlenim verir. Bu umursamazlığa içerleyen Napolyon, Ahmet Vefik Paşa'ya bir adamını göndererek:- Git şu Osmanlı Paşasına sor, kendini hâlâ Kanuni devrinde mi sanıyor, der. Adam gelir ve Napolyon'un dediklerini aynen aktarır. Ahmet Vefik Paşa bu soruya aynı umursamazlıkla şu cevabı verir:- İmparator hazretlerine hatırlatırım ki Osmanlı tahtında Kanuni olsaydı, kendileri orada olmaz, yerlerinde ben olurdum.
Hep Bir Anda Konuşmayın

Sultan Dördüncü Murad Han'ın, Bağdat seferi sırasında kurduğu divanda müzakereler devam ediyordu. Herkes düşüncesini söylemekte iken bu sırada dışarıda ahırların birindeki eşekler de anırmaya başlamış. Bunun üzerine padişah şöyle demiş: "Hep bir ağızdan konuşmayın, zira dışarıda zırlayanla içeride dırlayanı fark edemiyoruz.” Der.
Bu nükteleri yorumlayıp hisse çıkaran okurlarıma ne mutlu.