“Ne mutlu Türk’üm diyene” tabelasının Diyarbakır Valiliği’nin önünden kaldırılmasını milletçe seyrettik. İstanbul’daki camilerden “Ne mutlu Türk’üm diyene” mahyasının kaldırılmasını da seyretmiştik. Çünkü millet, “Ne mutlu Türk’üm diyene lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir” diyen bir kişiyi Cumhurbaşkanlığına kadar taşıyarak, zaten intihar teşebbüsünde bulunmuştu.
Şimdi bu tabelanın kaldırılmasına kimler seviniyor bir bakınız… Suriye’de PYD’nin hâkim olduğu topraklar ile Türkiye’de ve Irak’ta PKK’nın hâkim olduğu toprakları birleştirerek, coğrafyayı değiştirmek isteyenler seviniyor.
Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı da tabelanın kaldırılmasına sevinenlerin haberini yapıyor!
***
Ne demişti 27 Nisan bildirisinde Yaşar Büyükanıt?
“Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün ’Ne mutlu Türk’üm diyene’anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” demişti…
28 Şubatçıları yargılıyorlar ama Büyükanıt’ı yargılayamadılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanı kabul ettiği kişilerle Dolmabahçe’de işbirliği yaptığı için midir belli değil ama 27 Nisan’daki bu sözleri hâlâ geçerlidir!
Aslında 1876 tarihli Kanuni Esasi’nin 8’inci maddesi, din ve ırk farkı olmaksızın bütün vatandaşlarıOsmanlı kabul ediyordu. Osmanlıcılık başarısız olunca ve herkes kendi devletini kurunca, Türkler de kendi ulus devletini kurdu ve 1924 Anayasası’nın 88. maddesindeki Osmanlı yerine Türk denildi. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi şöyledir:
“Türkiye ahalisi, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.”
“Ne mutlu Türk’üm diyene” felsefesinin Anayasal ifadesi budur. Bu kabul, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir, kuruluş felsefesidir, pusulasıdır, kutup yıldızıdır!
Türkiye Cumhuriyeti devletini kuruluş felsefesinden çıkarmakta olanlar, polisi, istihbaratı, yargıyı tamamen ele geçirip Cumhurbaşkanlığı makamına da erişerek TSK’yı Ergenekon ve Balyoz davaları ile sindirdikten sonra hedeflerine adım adım ulaşacaklarını zannediyor!
Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşlarımızın haklarından bahsedenleri araştırdığımızda ise çoğunluğunun Kürt olmadığı görülüyor. Asıl hedefleri Kürtlerin bir millet statüsü kazanması ve bağımsız devlet kurmaları değildir. Asıl hedefleri, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle hayat bulan Anadolu’daki Türk Birliği’ni ABD ve AB’nin planlamasıyla yıkmaktır; Kürtlerin bağımsızlığı, onlar için amaç değil Türkiye’yi parçalamakta kullanılması gereken bir araçtır.
Oysa Türklük örselenirse, Kürtler kendi başlarına var olamaz… Kürtlerin, tarih boyunca Türklerden ayrı ciddi bir siyasi varlıkları olmamıştır.
***
Bakınız Kürtler de dahil olmak üzere bu milletin şerefi hangi ruhla kurtulmuştur… Mustafa Kemal Paşa, 24 Ekim 1919’da kendisiyle röportaj yapan Ruşen Eşref’e anlatıyor:
“Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun şahsi şerefi de parça parça olur. Biz o genel şerefi kurtarabilmek için harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza mani olabilecek şahsi rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğrunda feda ettik. Bunu anlamayıp da milleti hâlâ kendi kafalarının keyfine göre idare etmeye kalkışan kuvvetler artık birer belâdır. Belâ çekmeye de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır.”