ÖNCE türban tartışmasında aşılan eşikleri alt alta yazalım:

-  “Ne yani? Saç telinden tahrik mi oluyorlar?” eşiği: Bu eşik, başkalarının inanç ve ibadet tarzını saçma bulmak ile saygı göstermek arasındaki farkın anlaşılmasıyla aşılmıştır.

-  “Neden başlarını örtüyorlar?” eşiği: Bu eşik, “Sana ne kardeşim...” şeklindeki yanıtla layık olduğu yere, yani çöp sepetine postalanmıştır.

-  “Benim anneannem de başörtülüydü” eşiği: Bu eşik, anneannenin ya da babaannenin başını örtmesinin ya da örtmemesinin türban tartışmasında bir yeri olmadığının anlaşılmasıyla aşılmıştır.

-  “Başörtüsüne değil, türbana karşıyım” eşiği: “Başörtüsü” ile “türban” arasındaki ayrımın ne kadar boş, ne kadar saçma, ne kadar şekilci, ne kadar yapay olduğunun ortaya çıkmasıyla aşılmıştır.

-  “Para aldıkları için türban takıyorlar” eşiği: Bu eşik, iddiayı kanıtlayabilecek doğru dürüst bir tek kanıtın bile ortaya konamamasıyla aşılmıştır.

-  “Kuran’da örtünme diye bir şey yok” eşiği: Bu eşik, “Var ya da yok. Bu bizi ilgilendirmez. Bizi sadece var olduğuna inanan insanların hakları ilgilendirir” yanıtıyla aşılmıştır.

* * *

Bütün bu eşiklerin aşılmasının ardından...

Öyle ya da böyle... Uzlaşmalı ya da uzlaşmasız... CHP’li ya da CHP’siz...

Üniversitelerde türban serbest kaldı.

Peki olay bitti mi?

Tabii ki bitmedi.

Şimdi yepyeni bir tartışma konumuz var:

Türban kamuda da serbest olacak mı?

Yani başörtülü yargıçlar, başörtülü hekimler, başörtülü milletvekilleri, başörtülü başbakanlar olacak mı?

Güncel soru budur.

* * *

Madem tartışma, yepyeni bir boyut kazanmıştır.

O halde lütfen sıfırdan başlamayalım ve aşılmış konular üzerinde debelenip durmayalım.

Sonuna kadar tartışmaktan korkmadan, taraf olmaya yatkınlık göstermeden, aklımızı ve vicdanımızı kimseye ipotek vermeden...

Şu soruların yanıtları üzerinde düşünelim:

-  Başı örtmek ideolojik olarak taraf tutmak anlamına geliyorsa, başı açıklık da ideolojik olarak taraf tutmak anlamına gelmez mi?

-  Başı örtmeyi “anormal”, başı açık bırakmayı “normal” olarak mı değerlendireceğiz?

-  Başı açık bir yargıç kadının tarafsız kalabileceğine inanıyoruz da, başı örtülü bir yargıç kadının tarafsız olabileceğine neden inanmıyoruz?

-  Başını örtenler, başı açıklar açısından bir “baskı unsuru” oluyorlarsa, başı açıklar da başını örtenler açısından bir “baskı unsuru” olamazlar mı?


Kusturica normları

-  Bir sanatçı, bazılarına göre sadece sanatıyla, bazılarına göre ise hem sanatı, hem de ideolojik duruşuyla yargılanır. İki tutum da saygıdeğerdir...

-  Bir sanatçı ne denli “büyük” olursa olsun protesto edilir.

-  Bir sanatçı, başka bir sanatçıyı protesto etmek maksadıyla bir festivalden çekilebilir.

-  Bir Kültür Bakanı, ideolojik tutumunu beğenmediği bir sanatçının katıldığı festivali protesto edebilir. Ama bir Kültür Bakanı, ideolojik tutumunu beğenmediği sanatçının kendi partisine mensup bir belediye tarafından ağırlanmasına ses etmemişse en hafifinden çifte standarda imza atmış olur.

-  Bir şehirde protesto edilmeyen bir sanatçının, bir başka şehirde protesto edilmesinin ardındaki ikiyüzlülük, o ikiyüzlülüğe imza atanların izah etmeleri gereken bir tutumdur.

-  Bir sanatçı, sırf kendisini protesto ettiler diye protesto edenlere “İlkel, barbar” diyorsa, bu ancak onun ne denli tahammülsüz olduğunun kanıtı olabilir.

-  Bir belediye, görüşleri tartışmalı bir sanatçıyı düzenlediği festivale davet edebilir... Tabii medeni ölçüler içinde gerçekleşecek her türlü protestoyu göze almak kaydıyla... “Adam misafirimizdi, çok ayıp oldu” falan diyerek protestocuları harcamaya kalkışmak, hiç de çağdaş bir tutum değildir.

O kadar da değil

SÖZCÜ Gazetesi’nin manşetinde gördüm.

Güya Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, “Ben bu cemaati eleştireceğim ama eleştiremiyorum. Çünkü beni onlar okuttu, bugünlere getirdi” falan demiş.
İddia ediyorum:

Mümkünü yok... Dememiştir Mehmet Aydın böyle bir şey...

Çünkü...

“Cemaat’in tarihi” ile “Mehmet Aydın’ın kişisel tarihi” teknik olarak örtüşmez.

Mehmet Aydın Hoca mekteplerde dirsek çürütürken, Fethullah Gülen ancak Eşrefpaşa’da imamlık falan yapıyor olabilir.

Ayrıca...

Mehmet Aydın, her ne kadar bakanlık koltuğuna oturduktan sonra dut yemiş bülbüle dönmüş, entelektüel zekâtını vermekten kaçınmaya başlamış, konuşması gereken anlarda susmayı tercih etmişse de...

“Beni falancalar yetiştirdi/O yüzden onlar hakkında konuşmam” diyecek, diyebilecek, bunu kendine yedirecek kalibrede bir adam değildir.

Sokaktan notlar

-  Baba oyuncularıyla dikkat çeken “Stone/Şantaj” diye bir film var gösterimde... Baba oyuncularına falan aldanıp da sakın gitmeyin. Çünkü bu film derinlikli, incelikli ve filozofik olmayı beceremeyen Hollywood’un, bu yönde nafile bir çabası, başka bir şey değil... Filmi seyrederken “Kes tıraşı da patlat bombayı” diyerek maceranın başlamasını istiyorsunuz. Ama film tıraşı bir türlü kesip de beklenen maceraya geçmiyor. Tıraşla başlayıp tıraşla bitiyor.

-  Garsonlara kötü davranan müşterilerden nefret ettiğim kadar müşterilere saygısızlık yaptıklarının farkında bile olmayan garsonlardan da nefret ediyorum.

-  Bir okurum Cemal Süreya’nın Edip Cansever’in ardından yazdığı “Yeşil ipek gömleğinin yakası / Büyük zamanlara düşer / Her şeyin fazlası zararlıdır ya / Fazla şiirden öldü Edip Cansever” dizelerini bana uyarlayarak şöyle yazmış: “Her şeyin fazlası zararlıdır ya / Sen de fazla özeleştiriden öleceksin Ahmet Hakan”... Hoşuma gitti vallaha...

Yeni başlayan agresif köşe yazarlarına öğütler

-  Hey dostum! Sakin ol, yavaşla biraz... Hepsi bir anda olmaz.

-  Hemen sırtını bir yere dayama... Genç adamsın, önce bir kovulmayı falan göze al. Korkma! Sırtını dayayacak yerler kaçmaz.

-  Daha yazmaya başladığının ikinci haftasında yandaşlar safına katılıp papağan gibi aynı şeyleri tekrarlama... Bırak, biraz vakit geçsin. Sonra o aşamaya da geçersin.

-  Hayatının 15 dakikalık olağan şöhretine ulaşmak yerine kalıcı olmayı hedefle.

-  Polemik iyidir ama sahici olursa... “Şuna bir çakayım çarşı karışsın” dersen, yapaylığın fark edilir. Unutma: Yazıda samimiyet de, samimiyetsizlik de “çarpan” etkisi yapar.

-  Hep yandaşlık yaparsan, en başta yandaşı oldukların seni ciddiye almaz... Yani göstermelik de olsa arada sırada çakmayı sakın unutma.

-  Yaptığın işi asla ve kata abartma... Dünyayı kurtarmıyorsun, insanlığın sırrını ifşa etmiyorsun. Sonuçta iyi ya da kötü bir yazı yazıyorsun, o kadar... Seni, kendini bir şey sanmaya iten dolduruşa ve gaza gelme.

-  “İyi sohbetçi/kötü yazar”  olma, olacaksan “kötü sohbetçi/iyi yazar” ol.