Hatıralar kül olmuş takvimlerin mahşerinde durmuş bir saat gibi beklerken yılların ardındaki sis perdelerini kaldırıp geçmişin deltalarına doğru gönül ırmaklarımı akıtıyorum.

Şimdi hayal aynama çocukluk çağlarının masum ikindilerinde evlerin önünde kavurga kavuran kadınların oyalı yazmaları, biçtiği otları heybeye basıp eşeğin üstünde bahçelerden dönen emmilerin başındaki köşeli kasketler ve ruhumu beyaz bir mendil gibi saran Toros akşamları yansıyor. Şimdi aklıma yalınayak koşan çocukların birbirine karışmış saçları, helkelerle çeşmeden su doldurup getiren kadınların esmer yüzleri geliyor. Dinmeyen bir sancının etrafında tavaf ediyor hüznüm.
 
Ben bir dağ çocuğuyum. Köyüm Aladağlar’ın eteğinde bir kartal yuvası gibi kurulmuş. Burada toprak etrafını saran dağların kundağında uyuyan bir bebek gibi nazlıdır. Burada sular elma bahçeleri ve bağrından taşıp giden dereleri ile berraklığın kıyamına durmuştur. Ben bu dağların koynunda doğup büyüdüm. İçimde silinmeyen ve dinmeyen bir dağ özlemi varsa bu dağların çocuğu olduğumdan dolayıdır. Bu coğrafyada kalbim sisli ufukların üstünde bir kartal gibi süzülüp yayladan yaylaya konar. Aşkın kıldan ince kılıçtan keskin köprülerinden koşarcasına geçer. Bu dağlar benim alın yazım bu dağlar benim bitmeyen sevdamdır.
 
Şimdi kalbim bu dağların öyküsünü yazıyor. Ve kelime bulutları sükûtun çöllerine yağmur olup yağıyor. Dağların denize paralel uzandığı bu dağlarda rüzgârın ninnisiyle savruluyor yapraklar. Toprak damlı kerpiç evlerin yan yana dizilişinde insanla aynı hamurdan yoğrulmuş olmanın verdiği bir yakınlık sezinleniyor. Kalbim kendi öz ülkesinin bahtında yanık bir türkü ile serinliyor.
 
Şehirlerin içinde hüznün fırtınalarına kapılan yürek gemisini dağların limanına sürüklerken. İçimde dinmeyen fırtınalarla, hatıralar konvoyunda hüznün kornasına basarak ilerliyorum ve ölümün kırmızı ışığı yanana kadar hayatın yeşil ışığında yol almaya devam ediyorum. Elimde sabır ve vefadan başka bir silah yok. Gözlerim seher rüzgârlarının önünde bir gül gibi titriyor. Zaman esmer bir susuşun kıblesinde kendi çağıltısını arayan bir ırmak gibi köpükleniyor. Mekânın alnına yazılan bir şerh gibi duruyor şehirlerin taştan bloklarına konan kumruların kanat çırpınışları, bense dağlarının üstünde uçan şahinleri düşünüyorum.
 
Toros dağları saçları ağarmış bir şafağın koynunda yavaşça uyanırken koynundan çıkardığı güneşin saçlarını bir anne gibi okşuyor. Güneş dağın omuzlarına kollarını uzatarak bir bulutun içinden sessizce gülümsüyor. Güneş her gece uykusuna dalarken geceyi bu dağların penceresinden seyrediyor.
 
Baharın gelişi ile birlikte Toros dağlarının kalbine nevruz ve çiğdem çiçekleri bir halı gibi seriliyor. Burada bahar kardelen çiçeklerinin kalbinde açıyor. Kırlarda gelincikler ve papatyalar gelinlik giymiş gibi süslüyor ufukları, karların erimesi ile birlikte dereler suyun en güzel bestelerini yaparak çağlıyor. Bir ceylan bir pınardan su içiyor, ürkek bir tavşan gelen seslere kulak kesiliyor. Kınalı kekliklerin ötüşü rüzgârların sesine karışıyor.
 
Bu dağlarlarda kalbimin yılkı atları yelelerini rüzgârda savurarak akınlara çıkıyor, başım bu dağların rüzgârıyla serinliyor. Nereye gidersem gideyim içimde her zaman bu dağların özlemi büyüyor. Burası yüreğimin bir köşesinde bir pınar gibi öylece sessiz öylece mahzun akıyor.