03 Şubat 2010 tarihinde, KESK üyeleri ve Eğitim Sen üye ve yöneticileri Ankara Ziya Gökalp caddesindeydi. Sebebi ziyaretleri kamuoyunca "torba yasa" olarak bilinen "ucube" yasa tasarısının TBMM de görüşülmesiydi. Yasa tasarısına "emekçilerin" haklı tepkilerini iletmek ve kazanılmış haklarını korumak amaçlı bu barışçıl eylemin nasıl sonlandırıldığı belleklerimizde tap taze durmakta.
         Milyonlarca emekçiyi ilgilendiren ve bu emekçilerin örgütlü bulunduğu sendikalarının görüşleri alınmadan yasallaştırılmasında acele edilen "torba yasadan" sermayenin temsilcilerinin doya, doya yararlanacağı bizlerce binlerce kez söylenmiş, sokak, sokak cadde, cadde gezilerek yüz binlerce bildiri dağıtılmış ve göstermelik 2–3 maddesi dışında emekçilere top  yekûn kıyım demek olacak yasanın sakıncalarını kamuoyuyla paylaşmıştık.
        Ulusal Kanallar ve "renkli medyamız" "Erbakan’a af, Abdullah Gül'e af" ve benzeri haberlerle yasanın neden alel acele çıkartıldığını çarpıtarak ta olsa vermeleri olumlu bir gelişme gibi görünse de "torba yasanın" iler ki günlerde basın emekçileri de dâhil  ne tür hak mahrumiyetleri yarattığını görünce "sür manşet" de yapsalar iş işten geçmiş olduğunun ayırtına varacaklardır.
       Dikkatle üzerinde durulması geren diğer bir husus ise Sendikaların pratiğidir!
        3 Şubat eylemi sendikaların, bir kez daha sınıfın ve emekçi kitlelerin taleplerini karşılamaktan ne denli uzak olduklarını göstermesidir. Tabanın basıncı ile gerçekleşen eylemleri ortada bıraktıkları bir kez daha görülmüştür. Özellikle Genel Kurul Salonundaki kürsüden İlerici söylemlerle laf ebeliği yapanlar mücadeleci bir çizgi ve sınıf pespertifli bir programından yoksun, sendika içi pazarlıklar sonucu oluşturulan yeni KESK MYK’sı 3 Şubat sınavında başarısız bir tablo sergilemiştir.
       Evet, kanunun içeriğine ilişkin görüşler ve duruşlar netleşmiştir. Bu nedenle bir kez daha "torbalı yaşam" ne getiriyor hatırlamakta fayda var:
       Her şeyden önce     "Torba Yasa" nın felsefi temeli olan "neo liberalizm" gündelik yaşamımızda sağlam bir alt yapıya kavuşmuş ve diğer saldırı yasalarına mevzi olarak iç hukuktaki yerini fazlasıyla sağlamlaştırmıştır.
       29 Kasım 2010 tarihinde son hali verilerek TBMM'ye gönderilen ve geçtiğimiz hafta sonu mecliste kabul edilen “Torba Yasa”, işçi ve emekçilere dönük saldırıların güçlü bir siperidir artık. Emekçiler için daha fazla sömürü, güvencesiz bir gelecek demektir.
        IMF ve işbirlikçi tekellerin örgütü olan TÜSİAD'ın talepleri doğrultusunda çıkartılan “Torba Yasa” ile birlikte, emekçilerin talepleri değil, bir avuç sömürücünün, işbirlikçinin talepleri olan "karlarına kar katmaları" amaçlanmakta, kamu kurumları ticari bir işletmeye, emekçiler de köleye dönüştürülmek istemektedir.
“Torba Yasa ile birlikte;
         İL Özel İdareleri ve belediyelerde çalışan işçilerin, “ihtiyaç fazlası” denilinerek Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğü'nün taşra teşkilatlarındaki sürekli işçi kadrolarına atanması gündeme getirilmektedir. Yani kişinin rızası olmadan atama gerçekleşmekte, sürgün yasallaşmaktadır. Çalışma süresi artacak ama ücretlerinde bir artış olmayacaktır.
         Asgari ücret, 16–18 yaş arası için 599 TL'den 518 TL'ye düşürülerek, genç işçilerin sömürüsünün arttırılması amaçlanmaktadır.
         Stajyer işçi için uygulanan asgari ücret 229 TL' den 178 TL' ye düşürülmekte, stajyer işçi çalıştırılan işyerlerinde çalışan işçi sayısı sınırı 20'den 5'e düşürülerek stajyer işçilerin sömürüsü artmaktadır.
         Çağrı üzerine çalışma, evden çalışma ve uzaktan çalışmayla birlikte, güvencesiz çalışmanın önü açılmaktadır.
         “Kriz koşullarında” patronlar, çalıştırdıkları işçilerin maaşlarını daha sonra geri dönmek zorunda olmadan işsizlik fonundan karşılayabilecekler.
Kamu çalışanları arasında performans uygulamasıyla rekabet arttırılarak, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratılarak, dayanışmanın önüne geçmek isteniyor.
          Sendikal eylemlerin işten atma gerekçesi olmasının kapsamı genişletilmektedir.
          Tüm olumsuz şartların bilincinde olarak çalışma yaşamında dayatılan örgütsüzlüğe karşı örgütlü mücadelede ısrar etmeli, emekçilerin birleşik mücadele ile kazanacağını ısrar ve inatla anlatmalıyız.
           Unutmayalım ki örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez. Örgütsüz yığınların dahi Arap coğrafyasında yatıklarını gördükten sonra Örgütlü emekçi kitlelerin neleri başaracağını düşünmek hiçte zor olmasa gerek..



          

- - - -