Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında Batı Anadolu’dan Hicaza gitmek üzere hareket eden Hac kervanı Çiftehan civarına geldiği sırada Eşkıyalar tarafından yolları kesilip, yükte hafif, pahada ağır neleri varsa, el konulmuştur. Bu kervanın yolcuları arasında, 11–12 yaşlarında bir de çocuk vardır. Annesi bu çocuğu, tanıdığı kimselere emanet edip onu Hacca yollamıştır. Bu soygundan derin üzüntü duyan çocuk, eşkıyalara bağırarak: “Mademki kervanı soydunuz, bu İnsanlara zalimce davrandınız, paralarını aldınız, neden benim Paralarıma dokunmadınız”? Dedi.
Eşkıyadan biri çocuğun yanına gelip; “Sende para ne gezer?” Dediğinde çocuk belindeki kuşağa gizlediği ve annesinin yol harçlığı olarak verdiği altınları göstererek, “İşte burada 40 altınım var” dedi. Bunun üzerine haramilerden biri;” Çocuk, sende para olduğunu hiç düşünemedik, kaldı ki sen durup dururken kendini niye ele verdin” dedi. Çocuk; “Ben Allah’ın evine ziyarete gidiyorum. Bu kadar insanın canını yaktınız. Başka parası olan var mıdır diye de sordunuz. Dinimizce yalan söylemek günahtır. Eğer Allah’ın huzuruna giden kimse yalan söyleyecekse, bu yola hiç gitmesin. Ben sizden değil, Allah’tan korkarım. Siz bu insanların paralarını aldınız, canlarını yaktınız, Siz hiç Allahtan korkmaz mısınız? Çükü O, her şeyi bilen ve görendir” Bu sözler karşısında şaşkına dönen silahlı üç eşkıya ; “Biz ne yaptık? Şu parmak kadar çocuk bize iyi bir ders verdi. Allah’ım bizi af et! “ dediler,
Soydukları kervanın para ve mallarını geri iade edip onlardan özür dilediler ve sonra da oradan ayrılıp Ulukışla’ya geldiler. Yaptıklarına öyle pişmanlık duydular, öyle üzüldüler ki, tarifi mümkün değil, Tıpkı Kuran’ı Kerim’in Tövbe suresinde ki Ayetlerde adı geçen Nasuh tövbesi gibi bir tövbe yakarışı içine girdiler.
Çünkü Hz. Allah Kuranı Kerimde;Ey iman edenler! (işlemiş olduğunuz günahlar
için) nasuh bir tevbe ile tevbe ediniz buyurmaktadır.[1]
"Nasûh Tevbesi" kulun  kesinlikle, bir daha günah işlemeye dönmemek için kesin kararli olarak tevbe etmesidir
Mevlana hazretleri Mesnevisinde dönüşü olmayan Nasuh tövbesini anlatırken; “Eskiden Nasuh adlı bir adam varmış nefsine uyan ve sürekli tövbe edip tövbesini bozan bir kişiydi. Kadınlara düşkündü. Kendini kadın kılığına sokup, kadın meclislerinde bulunurdu. Bir müddet sonrada hamamlarda tellaklık yapmaya başlamış, tabi kadınlar bu kişinin erkek olduğunu bilmiyorlarmış ve bir gün vezirin kızının sırtını keselerken kızın küpesindeki inci düşüp kaybolmuş, bu sırada hamam sahibi kapıları kilitleyip herkesin soyunmasını ve aranacağını söylemiş bunu duyan Nasuh o kadar korkmuş k,i ne yapacağını şaşırmış. Şimdi soyunursa erkek olduğunu görecekler, bunun üzerine bir kenara çekilip o kadar yürekten bir tövbe edip “ALLAHIM, beni buradan mahcup etmeden çıkarırsan sana bu Nasuh tövbesi olsun bir daha tövbemi bozmayacağım” der. Bu arada aranma sırası Nasuh’a gelmiştir ve hamam sahibi “hadi Nasuh hanım sende soyun” dediği sırada, “inci bulundu” diye bir ses duyulur. Nasuh da soyunmaz bu sırada vezirin kızı ;”Hadi Nasuh hanım gel beni kesele” der, ama Nasuh bir daha tövbesini asla bozmaz ve oradan kaçarak çıkar. Ömrünün sonuna kadar Allah yolunda dua ve niyazından asla ayrılmaz, Tam bir inziva hayatına girer
Nasuh tövbesini bir de Fakih Ebû'l-Leys (rahimehullahu) dan dinleyelim;
Hz. Ömer: « Ey Allah’ın Resulü, kapıda bir delikanli var, öylesine ağlıyor ki, yüreğimi yaktı» dedi.
Peygamber (S.A.V.)
Hz. Ömer'e «Onu içeri al» buyurdu. Delikanliı ağlayarak içeri girdi. Peygamber (S.A.V.)ona « Delikanli, niçin ağlıyorsun?» diye sordu. O da; «Ey Allah’ın Rasûlu! Birçok günahima ağlıyorum.Bana kızgın olan Allah (C.C)'dan korkuyorum» diye cevap verdi.
Peygamber (S.A.V.) ona «Allah'a ortak kostun mu?» diye sordu. Delikanlı. «Hayır» dedi. Peygamber (S.A.V.) «Haksız yere adam öldürdün mü?» diye sordu, delikanlı «Hayir» dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) delikanliya  «O halde yedi kat gök, yedi kat yer ve dağlar kadar bile olsa. Allah (C.C) günahlarını affeder» dedi.
Delikanlı; «Yâ Rasûlallah (S.A.V.)! Benim günahlarım bunlardan daha büyüktür» dedi. Peygamber (S.A.V.), delikanliya: «Senin günahların Kürsî'den daha mı büyük?» diye sordu, delikanlı: «Evet, daha büyük» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)delikanlıya: «Senin günahların mı, yoksa Arş mı daha büyüktür» diye sordu. Delikanlı: «Günahlarım daha büyük» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.) delikanliya: «Senin günahların mı büyük, yoksa Allah (C.C)'ın afvı mı?» diye sordu, delikanlı: «Hiç süphesiz Allah (C.C) ın affı  daha büyük ve uludur» diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (SAV) delikanlıya: «Hiç süphesiz, kocaman bir günah yığınını Allah (C.C) affeder, O' af edicidir.» dedi.
Daha sonra Peygamber (S.A.V.) delıkanlıya; «Işlediğin günahı bana söyle» dedi. delikanlı: «Senden utanırım, yâ Rasûlallah» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)de gencin söylemesi için israr edince, genc sunlari anlatti; «Ben yedi yıldan beri kefen soyardım. Geçenlerde Ensar'dan bir cariye ölmüştü, vardım kabrini açtım, kefenini soydum. Kalktım, henüz bir kaç adım uzaklaştım ki. Şeytan beni dürttü, geri döndüm ve ölü cariyenin ırzına geçtim. Yine kalkıp gidiyordumki, cariyenin ayakları üzerine dikildiğini gördüm, bana şöyle sesleniyordu: «Ey delikanlı, yazık sana! Mazlumun hakkını zâlimden alan Allah (C.C)'dan utanmıyor musun? Beni ölüler arasında Çıplak ve Allah (C.C) katında cünûb bıraktın.» Dedi.
Bu itirafı duyan Peygamber (S.A.V.)son derece üzüldü ve kızdı, gencin dışarı çıkarılmasını söyledi. Peygamberimizin huzurundan kovulan genc, kırk gece Allah (C.C)'a devamli tevbe ve niyazda bulundu. . Kırkıncı gece dolunca elleriniğe kaldırarak söyle seslendi;
«Ey Muhammed'in, (S.A.V.) Âdem'in (A.S.) ve Ibrahim'in (A.S) Rabb'i. Eger beni afvettiysen, bunu Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve O'nun sahabilerine bildir, değilse gökten ateş indir ve beni içinde yak, böylece beni Âhiret azabından kurtardiye niyazda bulundu.
Bu sırada Cebrail (A.S.) Peygamber’e (S.A.V.) gelerek  O'na söyle dedi; «Yâ Muhammedi (S.A.V.) Rabb'in Sena selâm ediyor ve «varlıkları sen mi yarattın?» diye soruyor»
Peygamber (S.A.V.) Cebrail'e «Hâşâ, hem beni ve hem de onları yaratan, benim ve onların rızkını veren O'dur» diye cevcp verdi. Bunun üzerine Cebrail, Peygamberimize «Allah (C.C) sana bildiriyor ki, Ben o delikanlının tevbesini kabul ettim.»
Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) hemen delıkanlıyı yanına cağırır ve;”Allah (C.C) senin tevbeni kabul etti “diye, ona müjdevermiştir.[2]
İşte buna benzer bir olay da Ulukışla’da gerçekleşmiştir. Hac kervanını soyan bu üç eşkıyadan biri Karatepe’ye, ikincisi Katran dedeye, üçüncüsü ise Dikmen tepesine yerleşmişlerdir Mevlana’nın anlattığı” yâda Hadis’i Şerifte belirtildiği şekliyle Nasuh Tövbesi” gibi tövbekâr olan bu üç zat’ın Veli kimseler olduğu rivayet edilmektedir..
Ulukışla bölgesinde sık sık ziyaret edilen. Bu üç gönül dostu insan, Ulukışla’nın manevi bekçileri olarak kabul edilmektedir. Zaman zaman bu üç tepe arasında şimşek şeklinde ışık ve huzmelerinin aktığını gören canlı şahitlerin ifadeleri yer almaktadır.
Gönül gözü açılınca, hidayete erişmen kolay olur
 
 
 
 
 
 


[1] Surei Tahrim, ayet 8
[2] İmam-ı Gazali Mukaşefet’ül Kulüp (Kalplerin Keşfi) 17. bölüm Emanet ve Tevbe