Başbakan Erdoğan, Dersim olaylarına ilişkin herkes tarafından bilinen bir takım belgeleri açıkladı. Bu belgelerden birisi Tunceli Vilayetinin İdaresiyle ilgili kanundur. Bu kanunun bugünün şartlarına göre son derece sert hükümler içerdiği doğrudur. Ancak bu yasayı 1935’li yılların anlayış ve şartları dikkate alınmadan değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım tarzı değildir.

O dönemdeki eşkıyalıklar, pusularda kurşulanan, dağlarda öldürülen ya da karakollarda baskına uğrayarak kitleler halinde katledilen Mehmetçikler dahil sürgün, göç, yargısız infaz ve kötü muamelelerin hepsi birlikte sorgulanmalıdır.

Bir dönemi suçlamak ya da bazı şahısları günah keçisi ilan etmek suretiyle döneme ait gerçekler ortaya çıkmış olmaz. Aksine bölücüler için propaganda, yıkıcılık ve bölücülük faaliyetleri için gerekçe yaratılmış olur! Dahası bölücü unsurlara geçmişi yakıt olarak kullanması için izin verilmiş olur. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı, tam da budur.Her şeyden önce tarihe ait olayları, bir takım insanların anılarına dayanarak değerlendirmek sağlıklı değildir. Hele hele bir takım insanların kendilerini masum göstermek ya da savunma veya propaganda amaçlı olarak söylediklerini gerçeğin ta kendisi olarak görmek hiç doğru değildir. 


Tarih soğukkanlı, metodolojik ve sistemli çalışmalar ister. Rakip siyasi partileri yıpratmak için tarihi kullanmak yanlıştır. Başbakan CHP’yi yıpratıyorum diye kardeşliği, birliği, beraberliği; dahası başında bulunduğu devleti yıpratıyor. Başbakan bu yaklaşımıyla resmen tarihi siyasete alet edip saptırmıştır.


Başbakan’ın Necip Fazıl’dan alıntılayarak anlattıkları hikâyeler ise tam anlamıyla bir spekülasyondur. Necip Fazıl da anlattığı  anılarını, yıllar sonra    -sözde- bu olayın içinde bulunan bir tanığa dayandırarak yazdığını söyler. Ne derece doğru olduğu tartışmalıdır. 
Başbakanın 1937 olaylarını duygusal, provokatif ve yaralayıcı bir üslupla dile getirmesinin başta kendisi olmak üzere hiç kimseye bir yararı yoktur. Sakıncası ve zararı ise sayılamayacak kadar çoktur. Bu tarihle yüzleşmek değil tarihi kirletmektir. Bu acı çekenlerin acılarını paylaşmak değil aksine acıları istismar etmektir. Bu tarihle barışmak değil, tarihten husumet çıkartmaktır. Kardeşlik tesis etmek değil fitne ekmektir. 

“Alevler içinden fırlamak isteyen bir genç kalasla alevlerin içine itiliyor ve karşısında sigara içiliyor”. “Çocukları öldürme emri veriliyor”. “Bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor. Murat suyunun kandan kıpkırmızı aktığını görenler olmuştur”.
Rıza Zelyut,  “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği”  adlı eserinde bölgedeki aşiret reisleri ve ağalarının o dönemde yaptıkları propagandalardan bazılarını şöyle ifade eder:
 “-Dersim’deki kadınlar gündüz kocalarının, gece askerin olacak,
-Elazığ halkevinde yaptıkları gibi, kadınlarla erkekleri birlikte toplayacaklar; sonra da mumları söndürecekler,
-Evlerin bir giriş bir de çıkış kapısı olacak, iki kapıda da polis bekleyecek; sizlerin bütün kazandıklarınız elinizden alınacak.
-Ekmek, odun, hatta keçilere toplayacağınız meşe yaprakları bile izin kağıdına (vesika) bağlanacak, bunların vergisini vereceksiniz ” . (Zelyut; 2010; 294)

Bugün de PKK’nın güneydoğuda benzer yalanları gerçek diye servis ettiği, buna da inanan kitlelerin bulunduğunu her gün medyadan öğreniyoruz. Dünün şartlarında Dersim’de yapılanlarla bugünün şartlarında Başbakan’ın emriyle Kavaklı kampında yapılanlar arasında özde ne gibi farkın olduğunu Başbakan açıklamalıdır!

Başbakanın Türk/Kürt, Alevi/Sünni, Doğu/Batı, laik/antilaik, Osmanlı Devleti/Türkiye Cumhuriyeti üzerinden yaptığı ayrımcı siyaset son derece tehlikelidir. Çünkü bunlar birbirinin rakibi, karşıtı ya da alternatifi olan unsurlar değildir. Milleti lif lif, damar damar, kısım kısım ayrıştırmak devlet adamlarının işi olamaz. Türkiye’nin Başbakanı birleştirmek yerine ayrıştırmayı, benzerlik yerine farklılaştırmayı esas alan bir siyaset izliyor. Başbakan ateşle oynuyor.