Gazeteci Yazar  Fırat ENSARİ yazdı

Futbol, bir oyun olmanın dışında farklı birçok etkeni de içinde barındırması dolayısıyla, yaşamımızın vazgeçilmez bir olgusu olarak çıkıyor karşımıza.

Saha içinde yuvarlanan bir topun iki direk arasından geçmesi için çabalayan 22 kişilik bir oyuncu grubunu kurallar içinde yöneten hakem triosu ve nihayetinde bitiş düdüğüyle sona eren spor müsabakası olmanın çok çok dışında artık.

Gerek sosyolojik, gerek psikolojik ve her şeyden önemlisi ekonomik olan geniş yansımalarıyla, toplulukları arkasından sürükleyen, gündem oluşturan yönüyle de başlı başına bir sektör diyebileceğimiz konumda futbol ve onun kaldırma kuvveti olan takım taraftarlığı.

Peki insan niye takım tutar?

Hadi takım tuttu niye o kadar peşinden koşturup yaşamının odak merkezi haline getirir?

Ne olurda; tuttuğu takımının aldığı sonuçla sevinip üzülür, yaptığı transferle hava atar, transfere harcanan parayla (kendi cebinde beş kuruş dahi yokken) caka satar?

Saat gibi işleyen, akan, karmaşık ve dinamik bir mekanizma olan yaşamın gerçekliğinde; kendimize bir yer açıp onunla oyalanma, ulaşamadığımız hedeflere kendimizi yormadan sahiplenmede ki aracılarımız mı acaba, tuttuğumuz takımlar?

Maçı beklemek, izlemek, alınacak sonuca odaklanmak ve tüm bunları bir çaba sarf etmeden taraftarlık güdümüzle bir olguya yükleyerek ekran başında ayaklarımızı uzatıp izlemek.

Devamında dış saha olsun, kendi sahası olsun sahiplenip, şehir şehir gezip statlarda takımının yanında bazen eğlence bazen de meşakkat tadında bulunmak.

Kafamızda dert, ruhumuzda tasa ve kaygı taşırken önümüzden akıp geçen hayatı es geçip, meşin yuvarlağın gezintisini sığınılacak bir liman sıcaklığı olarak hissetmek.

Kanser hücresi gibi girdiği her yeri çürüten para denen kağıdın, futbolun her zerresine metastaz yapan haliyle günümüz futbolunun değerlendirmesini yapmak ise, zaten başlı başına bilimsel makalelere sığamayacak kadar geniş.

Günlerdir oynanacak olan Fenerbahçe – Galatasaray derbi karşılaşmasının sonunda; biten maçın yankıları, programları ve gelmişi geçmişi etrafında irdelenen onca şeye bakınca, taraftarlığın nasıl bir davranış şekli ve aidiyet duygusu olduğuyla ilgili kapsamlı bir ton tez geliyor aklıma.

Psikolojik ve sosyolojik birçok tanım ve davranışsal kuramla elbette canınızı sıkmak değil amacım.

Lakin çocukluk ve gençlik dönemlerimde koyu denebilecek bir Galatasaray taraftarı olmamla ilgili ilk yüzleşmem 1980 li yılların başındaki Mardinsporla Trabzonspor arasındaki bir kupa eleme maçında olmuştu. O dönemler gerçek bir fırtına olan Trabzonspor Mardin’e gelmiş ve dönemin ünlü oyuncuları da Trabzon kadrosundaydı. Koyu Trabzon taraftarı olan bir arkadaşımın kendi kent takımı olan ve Mardinspor ile büyük takım olarak tuttuğu Trabzonspor arasında kimin kazanmasını istemedeki bocalayışını hiç unutamadım. Taraftarlığın aslında ciddi şekilde incelenmesi gereken, farklı insan davranışlarının tezahüründe insan zihnini zorlayan faktörleri içinde barındırdığının geniş yelpazesiyle de o gün tanışmıştım.

Sahi Mardisporla oynayan takım Galatasaray olsaydı ben kimi tutardım?

Hangisi gol attığında heyecanla kalkar, hangisi atak yaptığında kalbim hızla çarpardı?

Tek takıma yükleyeceğim değerler bir nebze olsun taraftarlığımı beslerken, “karısıyla anası arasında kalmış oğul” durumunun zorluğu boyutunu, o zamanlardaki olası bir Galatasaray’la Mardinspor arasındaki hayali bir kıyaslamada yaşamıştım.

Dikkatlerin abartılı bir biçimde dış dünya üzerinde toplanmaya çalışıldığı çağımız özelinde birçok şey nasıl algı boyutunda süslenip püslenip veriliyorsa, taraftarlık da biçim değiştiriyor.

Portekizli diktatör Salazar’ın “ 41 yıl tek başınıza ülkeyi nasıl yönettiniz” sorusuna verdiği cevaptaki “ Fado (müzik), Fiesta (eğlence) ve Futbol” tespiti, toplumların gerçeklikten koparılmasında bu oyunun da ciddi bir yeri olduğunu canlı kanıtı.

Ve bu oyunun hayatla kurduğu ortak birlikteliğin heyecanlı kurgusunda.

Dünyayı meşin topun yuvarlaklığıyla anlamlandırıp.

Niye yaşadığımızın bilgisini bir takıma yüklemekten vazgeçip.

Varlığımızı sanal gündemlerin akıntısına kaptırmayalım.

Editör: TE Bilişim