Mevzu bahis, Ertuğrul Kürkçü olunca, e bir de Pazar ya, herhalde “gülmece” niyetine koydular dedim aşağıdaki başlığı: “68 kuşağının son temsilcisi artık bir milletvekili...”
Yok artık! Dolmabahçe’de “Amerikan sömürgeciliğinin bekçisi 6. Filo Defol” pankartı açan zihniyeti temsil etmek... İdamla yargılandığı mahkeme salonunda “101 tane ABD üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür” diyen Deniz Gezmiş’e vekalet etmek... Kala kala, servetini, her zihni bir Amerikan üssüne dönüştürmek projesine adayan Yahudi asıllı Amerikalı sivil darbe mimarı “George Soros’un Türkiye destekçileri” listesinin demirbaşlarından “bianet”in “proje koordinatörü” Kürkçü’ye mi kaldı?
68’li olsam kafama sıkar giderim!
Kürkçü’nün 68’liliği “Dev-Genç Genel Başkanı” olduğu yıllardan geliyor Akşam’da bu konuyu tam sayfa işleyen Gürkan Hacır’a göre. “Kızıldere’den kurtulan tek devrimci” vurgusunu da ihmal etmemiş. Lakin ihmal ettiği bir “ayrıntı” var: “Kürkçü kurtulmuş da nasıl kurtulmuş?”
Neden “dava arkadaşları” bunca yıl sonra bile yenememişler, doğumu o “kurtuluş hikayesi”nden hemen sonraya denk gelen şüphe canavarını? Kürkçü’nün Kızıldere’de kendini “saman altı” edişiyle alakalı ortada öylece duran “acaba” sorusu “sümen altı” edilerek yazılabilir mi 68’in hikayesi?

***

Filistin’deki gerilla kamplarında İsrail bombardımanlarından mucizevi biçimde kurtulan Cengiz Çandar’a... Kızıldere’de çatışmadan sapasağlam çıkan Kürkçü’ye bakınca, “bizim 68”in içine bir hayli “süpermen” sızmış olmalı...
Filistin’den kurtulduktan sonra Amerikan bursuna layık görülen Çandar gibi, Kızıldere’den kurtulan Kürkçü de, başında bulunduğu bianet’e layık görülen yüzbinlerce avroluk fon ile ikinci baharını yaşadı geçtiğimiz senelerde! Kapitalist Amerikan sermayesi ile işbirliği halindeki Ertuğrul Kürkçü’ye “sosyalist” ve dahi 68’li diyen arkadaşa soruyorum: Bu hesaba göre Cengiz Çandar da 68’li mi!

***

Kürkçü’lü Meclis’in neye benzeyeceğini tarif ederken referans gösterilen 1965’in TİP’li TBMM’sinde öne çıkan isimlerden Çetin Altan’ın bugün “sapına kadar liberal” bir duruşa sahip olması da kaderin bir cilvesi olmalı!
Şu ifadeye bayıldım: “Ertuğrul Kürkçü o koridorlarda bu kez anti-emperyalizm şiarıyla İngilizleri beraber kaçırdıkları arkadaşı Ömer Ayna’nın yeğeni Emine Ayna’yla -İngilizlerin ses çıkartmadığı- bir özgürlük hareketine öncülük etmeye hazırlanıyor!”
Sözüm ona güzelleme niyetine yazılmış bu satırlar “itiraf” değil de ne Allah aşkına...

***

Herşey bir yana da “Türk 68’i”ni temsil iddiasındaki biri, milletvekili yeminindeki “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma... “vurgusuna “ırkçı” deyip itiraz edebilir mi?
Diyeceksiniz ki “Ama Kürkçü o haberleri yalanladı”.
Evet Kürkçü BDP içinde bir yemin krizi yaşandığı haberlerini yalanladı ama yemin metnine dair ne dedi bilen var mı?
“Tabii ki tartışmalı!”
Bu kafa, Samsun Ankara hattında “Tam bağımsız
Türkiye için Mustafa Kemal yürüyüşü” yapanların hatırasını yaşatabilir mi?
Ertuğrul Kürkçü; Mesela AB’nin koyduğu kotalara rağmen pancar için, fındık için yürüyebilir mi? Mensup olduğunu iddia ettiği ideolojinin mensuplarının yaptığı gibi Atatürk heykellerinin başında nöbete durabilir mi? Seçildiği blok BM’nin Türkiye’ye müdalahe vizesini çıkarmaya çalışırken o kalkıp da “NATO’ya Hayır” diyebilir mi? Sokak eylemlerinde, geldiğini iddia ettiği geleneğin yaptığı gibi elinde sadece elinde Türk bayrağı taşıyabilir mi? Bizim sokaktaki bakkal amca olsa şimdi şöyle derdi: Yemişim böyle 68’liliği!
+++
Kütahya’da siyanürden zehirlenenlerin türküsü
Aynı sudan içmişiz biz...
Siyanürlü suyu topraktan yapılmış bir çukura koydular...
Diyorlar ki:
 “Yeraltı sularına karışmaz.”
Yeraltı suları nerede?..
Yerin altında...
Toprağa dökülen su nereye gider?..
Yerin altına...

*

Bu kadar mı ahmak olur insan?..
Ve bu kadar mı ahmak yerine koyar herkesi?..

*

Kütahya’da yeraltı sularına karışan siyanür, önce kuşların, ağıl hayvanlarının ölümüne neden oldu, şimdi de her gün insanları hastanelere taşıyorlar...

*

Kına gibi toprakları, berrak suları ellerinden alındığında sesi çıkmayan, üstelik seçimde bunu yapanlara yüzde 64 oy veren köylüler ise korkuyorlar:
Kendi sularından...
Ve kendi topraklarından...

*
İktidar onlara  “Aynı sudan içmişiz biz” dedi ya...
İçeni, hastaneye zor yetiştiriyorlar...
Doktor haliyle soruyor:
 “Aynı sudan mı?..”
 “.....!”

*

Aynı sudandır...
Ahmaklık, toprağa karışmış zehirli su gibidir doktor...
Geri toplanmıyor...
Bekir Coşkun - Cumhuriyet
+++
Gökten -10 milyon dolarlık- zembille indi
Hatay’da uçaktan inerken elinde bir zembil vardı. O zembili elinden hiç bırakmadı. Açlıktan sefil, evsizlikten perişan çocukları dinlerken de zembil kucağında idi. Çünkü o zembil, bildiğiniz zembillerden değildi. 10 milyon dolarlık bir zembil idi.
Lüks eşya üreticisi Louis Vuitton, o zembili, bir yıl süre ile elinden bırakmaması için Angelina Jolie’ye 10 milyon dolar ödedi.
Lüks eşya meraklıları, Angelina Jolie’nin ziyaretiyle ilgili TV ve gazetelerde henüz mağazalarda satışı başlamayan bu yeni zembili gördü. Bu sayede satışları biraz daha artacak olan Louis Vuitton’un tepe yöneticisi Bernard Arnauld da Angelina’nın cebine koyduğu dolarları helal etti.
... Afrika’da, Asya’da ne kadar çok felaket olur ise Jolie, uçak ile oralara gidecek. Film ve fotoğraf çektirecek. O film ve fotoğraflarda da Louis Vuitton’un ürünleri görülecek.
Varlıklı ve lüks meraklısı kesim, o film ve fotoğraflara aç ve sefil çocuklara acımak için değil,  “Angelina Jolie bu defa Louis Vuitton’un hangi çantasını, hangi giysisini taşıyor, biz de ondan satın alalım” diyerek bakacak.
Güngör Uras - Milliyet
+++
Ülke İmralı’dan yönetiliyor
Avukatları, önceki gün Abdullah’ı İmralı’da yine ziyaret ettiler. Bu görüşmelerde hukuki sorunlar filan yok, çünkü Abdullah’ın devam eden herhangi bir davası yok. O halde ne var?
Onun Türk ve dünya kamuoyuna, ama özellikle de Kürtçü kesim ve örgüte ileteceği mesajları var!
(...) İmralı’da olanlar, İmralı’da yaşananlar, avukatlar aracılığı ile dünyaya duyurulan bu mesajlar, Türkiye Cumhuriyeti açısından utanç verici hususlardır.
Bir iktidar, bir hükümet düşünün ki, terör yeniden başlamasın diye örgütün başıyla resmen pazarlık yapmakta, ona yalvarıp yakarmaktadır.
Milletimizin son seçimde AKP’ye oy veren yarısı acaba bu gerçekleri bilmiyor muydu? Yanıbaşlarında binlerce şehit mezarı var. Evlatlarını, kardeşlerini, eşlerini, yakınlarını toprağa veren bu insanlar acaba bu gerçekleri bilmiyor muydu?
Bir ülkede yaşayan insanların yarısı bu gerçeklerin farkında değilse, oyunu aldığı yardımların karşılığında kullanıyorsa, vay bizim halimize, vay Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine!
Emin Çölaşan - Akşam
+++
Yıllarını tutsak geçiren insanlarla kim helalleşebilir
Hasdal’dakiler...
Silivri’dekiler...
Güneydoğu’dakiler...
Ne zamanlarına sahipler...
Ne özgürlüklerine...
Ne de sevdiklerine.

***
Yargılama ne kadar sürer?
Belli değil...
Bu gidişle sonu görünmüyor.
Nasıl sonuçlanır?
Belli değil...
Kimileri beraat edebilir...
Kimileri mahkûm olabilir...
Kimilerinin cezası tutuklu bulunduğu süreyi aşabilir...
Kimileri bu arada hastalanır...
Kimileri ölür.

***

Bu insanlarla kim “helalleşebilir”?
Polis mi...
Savcılar mı...
Yargıçlar mı...
Hukuk düzenini belirleyen politikacılar mı...
İktidar mı...
Muhalefet mi...
Milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar mı...
Hapishane müdürleri mi...
Gardiyanlar mı...
Kim...
Kimler...
Bu insanlarla kim  “helalleşebilir” ?

***

Bilmiyorum.
Siz biliyor musunuz?
Kim bu insanlarla  “helalleşebilir” ki!
Emre Kongar - Cumhuriyet
+++
Onlara ne danışıyor olabilir? İnsan, karşısında hazırolda bekleyen adamlara ne danışabilir?
Yıldırım Türker - Radikal
+++
“Dilsiz şeytan”ın sonu kötü
...Silivri tecrübesini yaşayan bir orduda emir komuta ilişkisinin temeli olan disiplin ve güven duygusu kalır mı? Allah korusun şartlar sıkıyönetim gerektirse kritik görev için emir alan bir ast, düşünmeden amirine  “baş üstüne” der mi?  Mahkemedeki albayın o sözü, TSK içindeki itaat geleneğinin yerlere düştüğünü gösteriyor.
Güngör Mengi - Vatan
+++
Paşa tutuklamak vaka-i adiye
Türkiye’de paşaların tutuklanması artık “Vaka-i adiye” oldu da ondan. 12 Eylül’den önce yaşanan şiddet olayları da öyle kanıksanmıştı ki, yazıişleri müdürleri birinci sayfayı tamamlarken haber müdürlerine seslenirdi “Tek sütun yer kaldı, bugün ölen kaç kişi var?” diye. Bugün aynı durum paşalar için söz konusu. İyi bir şey değil ama.       
Can Ataklı - Vatan