Türkiyeli bir Ermeni olduğunu, Ermenilerin bu toprakların kadim halklarından bir olduğunu söylemekten ve geçmişteki yaşanan acılar bir daha yaşanmasın diye “yüzleşmek” gerektiğini kahpece sıkılan kurşunlarla son nefesini verene değin söyleyen, yazan Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen kardeşlik hukukunun gelişmesine yönelik ciddi kazanımların olmaması onun aziz hatırası önünde boynumuzu bir kat daha bükmemize ve acımızın kat ve kat artmasına neden oluyor.
 
       Geçen sekiz yılda cinayetinin aydınlanması için bir arpa boyu yol alınamayan hukuksal süreçlerinden tutunda, toplumumuzun geçmişte yaşadığı travmalarla yüzleşerek kardeşlik hukukunun adil, demokratik bir düzleme oturtturulmamasına değin tüm konu başlıklarında verilen mücadelelerin yetersizliği yüzümüze bir tokat gibi inmekte.
 
       Söylenecek sözlerin, yazılacak kelimeler kifayetsizliği yüzümüze inen gerçeklik tokadının şiddetinde tarumar olmakta. Onun için katlinin sekizinci yılında sözü ve yazıyı; öldürülmesinden 9 gün önce 10 Ocak 2007 tarihinde gazetesi Agos da yayınlanan  “güvercin tedirginliğiyle..” başlıklı  ruh ve düşünce dünyasını anlattığı uzunca makalesinin son bölümündeki içten seslenişine  bırakıyor, Kardeş Hrant’a  kardeşleşme mücadelesinde bize bıraktığı bayrağı bu coğrafyanın her köşesinde dalgalandırma sözü veriyor, sekiz değil yüz sekiz yıl geçse de kardeşiz Hrant diyorum.
 
    “……İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı. Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik? Ermenistan’a mı?
     Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.  Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
     Rahat bana batardı!
     Kaynayan cehennemleri bırakıp, “Hazır cennetlere” kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
      Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama… Tıpkı 1915’teki gibi çıkacaktık yola… Atalarımız gibi… Nereye gideceğimizi bilmeden… Yürüyerek yürüdükleri yollardan… Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
      Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere… Her neresiyse.
      Ürkek ve özgür. Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
      Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem. Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
     Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım. Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
      Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
      Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce...”    
 
      Tam sekiz yıl önce bu gün yani 19 Ocak  2007 gücü saat 15 de kendine kurulan pusulardan habersiz ama kalleşliğin neler yapabileceğini de "güvercin tedirginliğiyle" sezerek adımladı kaldırımları yürüdü cellâdının üstüne… Kuşlara ve denize baktı, neler yapacağını kaldığı yerden yeniden yeniden tasarladı. Ölümünden sadece 9 gün önce yazdığı bu inanmış yürek ağrısını... 
 
      Yürek ağrılarını dindirmek ve kardeşlik hukukunu tesis etmek için Hrant’ın bıraktığı yerden yine yeni yeniden mücadeleyi yükseltmek ona ve arkadaşlarına sözümüzdür. Rahat uyu kardeşimiz Hrant Dink.