Bir yandan her türlü baskılamayı göze almış sistem uygulamaları, diğer yandan yalan, dolan ve "çamur at izi kalır"  mantığını bile aratacak sınır tanımayan bir kampanya ile AK Partisi 2011 genel seçimlerden, yüzde 50 oranında bir oy oranı ve 326 kadar milletvekilliği kazanarak üçüncü milletvekilliği seçimlerinden de birinci  parti olarak çıktı.
 
        Böylelikle seçimin çok öncesinden de vaaz edildiği gibi, diğer sistem partilerinin önünde açık ara ipi göğüsleyen AK Partisi, bir dönem daha hükümet olma hakkını kazandı.
       Yine de bu üstünlüğüne rağmen AK Partisi pek hevesle istediği "tek başına anayasayı değiştirme" çoğunluğunu elde edemedi. Zira anayasa değişikliğini yapacak olan milletvekili sayısına ulaşmak bir yana mevcut sandalyelerini dahi koruyamadı. Kapitalist üretim ve yönetim ilişkileri mekanizmasını seçim kampanyası için sınırsızca seferber etmesine rağmen ulaşabildiği sonuç bu oldu.
 
        Diğer taraftan AK Partisini  dengelemek üzere hazırlanılan CHP ise oylarını arttırmasına rağmen hedeflediği sonuçlara ulaşamadı. Kuşkusuz bu sonuçta "sosyal demagojiyi" sınırsızca kullanmasına rağmen inandırıcı olamayan ana muhalefet partisi yine de  AK Partisinin  anayasayı istediği biçimde değiştirecek bir milletvekili sayısına ulaşamaması
ölçüsünde CHP, kendisinden istenen ve fakat kendisine de yüklediği misyonu bir ölçüde yerine getirmiş oldu.
 
      Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından "Sayın Tayyip Erdoğan", seçimlerden önce alttan alta pazarlanan balkon konuşmasını yaparken bol ,bol hoşgörü ve tolerans söyleminde bulundu.  Seçimler öncesinde vurdum duymaz bir gözü karalılıkla davranan ve çok ateşli söylemler de bulunan AK Partisi Genel Başkanının, “balkon konuşmasında” yeni bir anayasa yapılacağını söyleyerek demokrasi vaadinde bulunması, hatta "halelleşme" isteyerek "seçim gerginliğinin" geride bırakıldığı izlenimini yaratması zenginlerin bekası için kalem oynatan gazetecilerden tam salvo alkış alarak kurgulanan mizansenin ne olduğunu sergiledi. Sayın Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan diğer bir vurgu ise “aktif dış politika” üzerineydi. Böylelikle bir yandan demokratikleşme söylemiyle yalınsama aratmaya, diğer yandan küresel egemen güçlerin hizmetinde ileri görevler üstleneceklerini ortaya koyması bence şaşırtıcı olmadı.
 
      Genel seçimlerde tüm baskı ve şiddete rağmen en önemli başarıyı Kürtlerin merkezinde olduğu "Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu" elde etti dersek yalan olmaz. Bölgenin birçok ilinde yüksek oylar alan "Blok’un" Diyarbakır ve Hakkâri’de gösterdiği adayların tümü seçildi. Bağımsız adaylar içerisinde en yüksek oyu ise Yargıtay’ın veto ettiği
KCK davasından tutuklu Hatip Dicle aldı. "Blok" toplamda 36 milletvekili çıkardı.(Hepsini meclise taşıya bilir mi? Yaşayıp göreceğiz.) Böylelikle Kürt halkı hak ve "özgürlük" taleplerinde ısrarcı olduğunu son üç seçimdir olduğu gibi 2011 genel seçimlerinde de göstermiş oldu.
 
     Genel seçimler bu sonuçlarla sona ererken  emekçiler ile tüm ezilenleri zorlu mücadele günleri bekliyor. Çünkü2011 genel seçimleriyle meşrutiyetini perçinleyen  ve bu seçimle  siyasal konumunu koruyan AK Partisi, uluslararası sermaye guruplarının ve ülke içinde o guruplarla entegrasyonunu tamamlamış zenginlerin sermayelerine hizmet vermek
için kapsamlı bir "istikrar" programını uygulamaya hazırlanıyor.
 
     Ancak asıl önemli olanı Haziran 2011 seçim sonuçlarının,  biz emekçiler açısından bu saldırılara karşı yeterli bir hazırlığımızın olmadığını bir kez daha göstermesiydi.("Blok" hariç alınan oy miktarları ortada.) Bu durumda yapılması gereken, kendine sınıf sendikal kadroyum, ilericiyim, emekçiyim diyen her kesin yüzünü geniş emekçi yığınlara dönerek onların içinde onların ÖĞRENCİSİ olarak "kendine sınıf olma" bilincini taşıyan ÖĞRETMENLER olmaları gerekmektedir.

     2011 genel seçimlerden çıkarması gereken başlıca sonuç ve üzerimize düşen sorumluluk ta bu olmalıdır.