Sanatçının Köleleştirilmesi ve Tiyatroların Özelleştirilmesi!

Abone Ol
AK Partisi Hükümeti ile Tiyatro sanatçıları arasındaki gerilim geçen haftalara damgasını vurdu. Siyasi iktidar İstanbul şehir tiyatroları üzerinden sanata ve sanatçıya bakış açısını bir kez daha sergilemiş oldu. Hâlbuki amaçlanan ve elde edilmek istenen “murat” sis perdesi ardında tutulmak istense de İstanbul'daki 98 yıllık Şehir Tiyatroları üzerinden sanatçıların kölelileştirilmesi, iktidar partisinin tam denetimi altında bulunmaları isteniyor. Niyet bu olunca, gerekçe üretmek hiç zor değil.


      Şaşırtıcı mı? Hayır! İktidar partisi ele geçirilmedik tek bir mevzi bırakmak istemiyor. Güç ile başı dönenlerin cüreti cesaret değildir! Çok iyi biliyorlar ki unutulmuş, önemsenmemiş, kendi haline bırakılmış sıradan bir mevzi bile, günün birinde iktidar karşıtı özgürlükçü bir mücadelenin alanına dönüşebilir.


      Tanıdık bir tutum. Ülkemiz kurulduğu günden bu güne süre gelen bir anlayıştır “zapt u rap” altında tutma. Devlet terbiyesiyle yetişen İslamcılar en çok devleti, yeri geldikçe hırpalayarak, kendilerini yetiştirenlere özeniyor, onları taklit etmeye çalışıyorlar. “Ustayı” öldüren ama onun dükkânını yıkmak yerine küçük tadilatlarla dükkânın başına geçen çıraklardan bir farkları görünmüyor.  


      Belediye Meclisi'nin kararı ve yayınlanan yönetmelik uyarınca, iki belediye bürokratı ve tayin edilecek beş memur, atanmış bir müdür denetiminde çalışarak Şehir Tiyatroları'nda hangi oyunların oynanacağını tayin edecekler. Sanatın, sanatçının özerkliği sizlere ömür. Kurulda yer alacak kişilerin sanat alanında ehliyetli olup olmaması bir “yeter şart” değil. Tahmin edilebileceği gibi seçilme kriteri “zamanın ruhuna” uygun davranmaktır ve piyasa köle ruhlularla doludur.


      İktidar partisi, karşı devrim cephesindeki stratejik kurumlarda hâkimiyetini tesis etti. Peki, “siyasal ileri demokrasi” mi geliyor? Peh! Sevsinler öyle demokrasiyi! NATO konsepti “devletlerin kent ayaklanmalarına karşı dizayn edilmesi” iken, o Pakt'ın üyesi Türkiye egemenlerinin yolu ve emrindeki siyasi iktidarların yönü bellidir. Bu tür çekişmelerin “demokrasi mücadelesi” denilerek burnumuza dayatılmasına artık müsaade edemeyiz; bu laflara gerçekten de karnımız tok!


     Şimdi siyasi iktidar için sırada emekçilerin, ezilenlerin dünyasıyla ilişkili kurumlar var. Başta konfederasyonum KESK'i kriminalize etmeye uğraşırken, diğer yandan atadığı bürokratlar üzerinden Memur-Sen'i üye yönünden ihya ediyorlar. Al takke ver külah bu işler götürülürken Kültür Sanat Emekçileri sendikasının kültür sanat iş kolunda yetkili olması ve bu nedenle KESK’in toplu sözleşme masasında bulunması, kültür sanat emekçilerine son on yıldır daha fazla denenen tüm baskılara rağmen sendikalarını bırakmayışları siyasi iktidarın bu alandaki özelleştirme politikalarının gerçek nedenlerinden birisidir.


     Özelde şehir tiyatroları'ndaki durum ile birlikte iktidarın genelde tüm ilerici, sol, sosyalist kuvvetlerin/kesimlerin şu veya bu ölçüde etkin olduğu, varlığını hissettirdiği alanlara nasıl bir iştahla yöneldiğini göstergesi olması bakımından düşündürücüdür.


      İçinden geçilen bu zaman diliminde, tüm devrimci demokrat, ilerici unsurlar ortak bir platformda ya da benzeri bir yapılanmayla ortak bir karşı koyuş geliştirmezlerse çekirgelerin istila ettiği bir tarlalardan geriye ne kalırsa, o kalacaktır ülkem ilerici güçlerinin elinde.


     Entelektüel alandaki mücadelede de silahların eşitliği söz konusu olmamasına rağmen toplum, bu kadar da dip noktasında değil. Ezilenlerin, emekçilerin ve yoksulların kendine özgü derinlerde bir yerde yaştırtacak refleksleri vardır. Dokularıyla bu kadar oynanmasına izin vermezler. Şehir Tiyatroları mevzisi düşürülmek istenince önce oraya “top atışları” yapıldı. Orada “müstehcen oyunlar” oynanıyordu, “iki teşhirci” anlatılıyordu, halkın paralarıyla bu oyunlar oynanamazdı! Daha dün Meral Okay'a “o kadın” diyen, her zulmün şakşakçısı bir yayının veya iktidara kul olmuş, diyet borcu ödeyen kişilerin ajitasyonu bu kez pek de karşılık bulmadı. “Müslüman mahallesinde salyangoz satma” retoriğinin (söyleminin)nasıl bir nefret söylemi olduğunu bir kez daha ezilen kitlelerce anlaşılmış oldu.


            Bu nedenle, Şehir Tiyatroları gibi ezilenler ve emekçiler dünyasıyla tarihsel-güncel ilişkileri olan, bu dünyadan bakarak üreten, çabalayan ve iktidarın hedefi durumundaki her kurum, pratik-politik her kişi savunulacak birer mevzidir. Buraları savunmak, pratik-politik mücadele mevzisi/konusu haline getirmek sınıf sendikal kadroların ertelenemeyecek güncel görevleri arasındadır.