Mevcut dünya düzeni aç gözlü bir canavar gibi ağzını açmış önüne ne gelirse midesine basıyor. İnsani değerleri buharlaştırıp insanın yerine makineyi ve yapay zekayı koymaya hazırlanan yeni zamanlarda eskiye dair ne varsa birer müze malzemesi olarak kenara itiliyor.

Molokprestliğin yani mülkü ilah edinmenin en yoğun olduğu çağda yaşıyoruz. İnsanlarının yeni tanrıları haline gelen ev, araba, yazlık, pahalı eşyalar yeni bir politeizm çağına girdiğimizi işaret etmektedir.

Evet; bir savrulma bir köksüzleşme ve bir inkâr ve asimilasyon süreci ile karşı karşıyayız. Bu durumda kimsenin kimseye söyleyecek bir sözünün olduğunu düşünmüyorum.

Büyük ve güçlü görünenlerin ayakları altında ezilen milyarlarca insan ilerde büyük ve güçlü olup başkalarını ezmenin hayali ile yaşıyor. Ezilenlerin bile başkalarını ezmeyi kendine düstur edindiği şu kirli ve bozuk dünyada yaşamak birazcık vicdanı ve kalbi olanlar için bir cehennem azabından farksız hale gelmiştir.

İnsanın maddi ve manevi birikimini bir anda budayan dijitalleşme sürecinde yepyeni bir insan türüyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bilmediği halde her şeyi bildiğini zanneden, kaybolduğu halde bulunmak istemeyen, öldüğü halde yaşadığını sanan bu insan türü insan olma onurunu ve şerefini taşımaktan aciz bir konuma gelmiştir. Bu tür eşref-i mahlukat olan insanın yerine inşa edilen ve her türlü esfel-i safilinliği baş köşesine yerleştiren bir insan modeli olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Yaşanan bu süreç içinde insana en çok şaşkınlık veren durum, bencilliğin tavan yaptığı bu dünyada bencillik adına yola çıkanların orijinal bir benlik adına ortaya koyacakları bir şahsiyetlerinin henüz oluşmaması durumudur. İnsanların çoğu şişirilmiş egolarında Freud’un cinsellik ve saldırganlık diye adlandırdığı ve “id” diye ifade ettiği bir dünyanın dışına çıkamamaktadırlar. Anonim şahsiyetlerin sıradan fakat sıra dışı görünme tutkuları kapitalizmin en büyük pazarı haline gelmiştir. Marka fetişizmi ve eşyanın totemleşmesi süreci alışveriş ayinleriyle günlük bir rutin haline gelmiştir.

Psikolojik yıkımların birer enkaz haline getirdiği toplumlar artık birere toplum değil birer yığın olarak adlandırılabilir. Yığınların sloganlarla güdüldüğü, görünmenin olmanın ötesine geçtiği bir kâinat tablosunda vicdanlı olmak zayıflığın bir işareti gibi konumlandırılmaktadır.

Zihinsel ve ruhsal manipülasyonlarla bir deney hayvanı gibi durmadan şekilden şekle sokulan insanın kendi kalesine gol atan bir futbolcudan farkı kalmamıştır. İnsan kendini yine kendi bitip tükenmeyen hırsına karşı müdafaa etmek zorundadır. Esas düşman insanın içinde konumlanmış ve insanın kontrolünü ele geçirmiştir. Nefs-i emmarenin bu şiddetli taarruzları karşısında sabır ve şükür silahına sarılmayan ruhlar manevi bir azabın pençesinde boğuşup durmaktadırlar.

Güçlünün her zaman haklı ve dokunulmaz, zayıfın ise günah keçisi ilan edildiği bu dünya her şeyiyle o büyük hesap gününün gelmesini beklemektedir. İnsan bir köpük gibi bir an parlamakta ve sonrasında sönüp gitmektedir. Henüz insan dünyaya gelişinin şaşkınlığını üstünden atamadan kendini yerleşik bir düzenin koynuna atmakta sanki ezelden beridir dünyada yaşıyormuş gibi bir hisse kapılmaktadır. Zaman karşısında güneşin altında eriyen bir buz gibi günden güne eriyen insan kendine çeşitli oyun ve eğlenceler uydurarak bu faniliğini unutmaya çalışmaktadır.

Dünya denilen bu tiyatroda başrol oyuncusu olması gereken duygu ve düşüncelere figüranlık verilirken figüran olması gereken hissiyatlara başrol oyunculuğu verilmektedir.  Bu tepe takla oluş bu rol karmaşası kabuğu öz, özü ise bir kabuk haline getirmekte toplumları boş ve gereksiz şeylerin peşinde yıllar boyunca koşturmaktadır.

Var olan sermaye birikiminin ve zenginliğin adaletli bir şekilde pay edilmemesinden dolayı birileri ihtiyacından fazla bir servete sahip olmakta başka insanlar ise hayatını sürdürecek bir imkândan mahrum hale gelmektedirler. Bu durum insanların birbirlerine karşı ne kadar acımasız ve tahammülsüz olduklarının bir işaretidir. Dünya üzerinde insan kadar kan döken ve kıyıcı olan başka bir canlı türü yoktur.

İnsanın en büyük hileyi kendisine yapmakta ömür sermayesini beyhude işler peşinde har vurup harman savurmaktadır. İnsanın hayali ve arzuları ile elinde bulunan imkanları arasında büyük bir uçurum göze çarpmaktadır. Bu büyük uçurumu doldurmak için aklını iptal edip kalbini sürgüne gönderen insan bir yerde kendini gönüllü olarak süflileştirmektedir. Aziz ve yüksek duygular için varlık alemine getirilen insanın esas hüsranı bu büyük sermayeyi çok küçük şeyler uğruna harcayıp gitmesidir.

Mevcut durumla ilgili bir örnek verirsek; ortada milyonlarca kapı ve milyonlarca anahtar vardır ve hiçbir anahtar doğru kapının üzerinde takılı değildir. Her kalp bir kapı ve her duygu bir anahtardır. İnsanlar gönül kapılarını sevgi anahtarı ile açmak yerine başka anahtarla açmaya çalışmakta ve kapıyı açamadıkları zamanda kapıyı kırıp içeri girmeyi düşünmektedirler. Ortalıkta bu kadar kırık kalple dolaşan insanın olması başka nasıl ifade edilebilir.