Otoyol ve köprülerin özelleştirilmesine yönelik tartışmalar sürüyor. Alış-Veriş durumlarında değme tüccarı cebinden çıkaracak “usta”lık da olan başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan da son yaptığı açıklamalarla tartışmaya katıldı. Kamuoyunda haklı bir infiale neden olan otoyol ve köprü özelleştirmesinin “ucuza” gittiğini düşünerek yapılan özelleştirme ihalelerinin iptal edileceğine dair kuvvetli sinyaller verdi. Haber Türk’te yayınlanan “Teke Tek” programında “Biz belki bazı özelleştirmeleri iptal edeceğiz. Örneğin otoyol meselesi, köprüler meselesini tekrar masaya yatıracağız. Daha yüksek beklentilerimiz var” diyen başbakanımız, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün otoyollar ve köprülerin en az 20 milyar dolar edeceği tespitini hatırlatarak “malını ederine satan tüccar” görüntüsü vermeye çalıştı.

     Otoyol ve köprülerin özelleştirme sürecinde yaşananlar ise sayın başbakanımızı yalanlar nitelikteydi. Zira “Özelleştirme Yüksek Kurulu” içinde yer alan kabinesindeki bakanların tümü 20 milyar rakamının gerçekçi olmadığını yönünde demeçler verdiklerini biliyoruz. Maliye bakanı Mehmet Şimşek’in satış rakamını nasıl savunduğu hafızamızda tap taze durmakta. Tüm bu açıklamalar bence “cambaza bak” taktiğidir.Yapılan özelleştirmeleri biz işçi ve emekçilere şirin gösterme ve muhtemel gelişecek tepkileri yumuşatmaya yönelik açıklamalar olduğu görülmelidir.Evet,Otoyollar ve köprüler sermayeye öyle yada böyle peşkeş çekiliyor, karayolu işçilerini işsizlik veya güvencesiz taşeronda çalışma günleri bekliyor.

      Dünkü yazımda belirtmiştim devletimiz hızla “şirket devlet” olma yolunda. Ulaşım yatırımlarını da diğer sektörlerde olduğu gibi kapitalizmin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmesi gerekmektedir. “Şirket Devlet” modeli “duble yol” yapımını ulaşım politikasının merkezine koymuştur. Son yıllarda görülen “hızlı tren” yatırımları, duble yollar ve otobanların yapımına hız verilmesi, hava ulaşımında özel şirketlerin devreye alınması, THY’nin özelleştirilmesi vb. girişimleri sermayenin ihtiyaçlarıyla doğrudan bağlantılıdır.

      Otoyol ve köprülerin özelleştirilmesini zorlaştıran tüm yasal engeller 25 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan “6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” ile birlikte ortadan kaldırılmıştır. Yasanın çıkışıyla birlikte köprü ve otoyolların özelleştirilmesi süreci hızlanmıştır.

      Ülkemiz karayolu ulaşımı ağırlıklı bir coğrafyadır. Ülkemizde sermayedarların bilinçli tercihi sonucu yük taşımacılığının yüzde 90’ı ve yolcu taşımacılığının yüzde 95’i karayolu üzerinden yapılmaktadır. Karayollarının ağırlıklı olduğu Türkiye tablosu şimdiler de sermaye için yeni bir gelir kapısı olarak hizmete sunulmak isteniyor. Siyasal iktidar emekçi yığınların gözünün içine baka, baka otoyollardan ve köprülerden elde edilen devasa kaynağı zenginler kulübüne akıtmak istiyor.

     Bu kaynağın ne denli büyük olduğunu rakamlar açıkça gösteriyor. Karayolları Genel Müdürlüğü‘nün yatırım kalemleri incelendiğinde 2009 yılında 2 milyar 457 milyon 115 lira, 2010 yılında ise 3 milyar 73 milyon lira harcama yapıldığı görülecektir. 2012 yılında ise 3 milyar 631 milyon 499 lira yatırım yapıldığı ilk elde gözükenlerdir.

     2009 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilen yatırım harcamalarının toplamı yaklaşık 5,5 milyar liradır. Bu rakamlar iptali tartışılan köprü ve otoyolların özelleştirilme bedeline neredeyse eştir; köprü ve otoyollar, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün iki yıllık yatırım harcamaları kadar bir bedelle elden çıkartılma yoluna gidildiği apaçık ortadadır. Şirket Devlet anlayışında olanların sermayedarlara hizmette sınır tanımayacakları bizce aşikârdır.

      Hemen bütün özelleştirmelerin zararının faturası biz işçi ve emekçilere yüklenmekte, sermaye gruplarının payına ise yüksek karlar düştüğünü tecrübelerimizle öğrenmiş bulunuyoruz. Bundan öncekilerin sata geldiği kamu kaynakları bu günkü siyasal iktidarca daha da fütursuzca saltığa çıkarılmıştır.

      Emekçiler nezlinde asıl önemli sorun özelleştirme sonrası tüm çalışma koşullarının işverenin inisiyatifiyle belirlenmesinin yakıcı gerçekliğidir. Bu ne demektir? Bu yaklaşık dokuz bin taşeron, altı bini memur ve kalanı kamu işçisi olan toplam 16 binden fazla çalışanın ya sefalet ücretlerini kabul ederek güvencesiz çalışması ya da işsizliğin kör kuyusuna mahkûm edilmesi demektir.

     Bu yaklaşımın bir başka göstergesi Karayolları Genel Müdürlüğünün 2013 yılında yaptığı tüm ihalelerde yüklenici firmaları ve alt yüklenicileri (taşeronları) teşvik etmeye özen göstermiş, sahip olduğu ( ülkemizin, Ortadoğu ve balkanların en büyük makine parkı olduğu övünülerek anlatıla gelmiştir)  11 bin 555 adet iş makinesinin de yüklenicilere verilmesi gündemlerindedir.

     Karayolları emekçileri yukarda sıraladığım tüm verileri yaşarak görmelerine rağmen tepkisiz veya tepkilerini sendikal sınırlılıklar içerisinde son 28 Ocak eyleminde de görüldüğü Ankara mitingiyle geçiştirme gibi pasif eylemlilik içerisinde olmaları üzücüdür. Özünde Ankara mitingi bile karayolu işçilerinin özelleştirme saldırısına karşı olduğunu göstermiştir.  Mücadeleyi büyütmekten kaçan Yol-İş ağalarına yönelik atılan sloganlardan anlaşılacağı üzere eksik olanın karayolu işçilerinin mücadele isteksizliği değil, doğru örgütlülükle “yola” koyulamadıkları, sendika ağalarını da aşan taban inisiyatiflerini oluşturamamaktan kaynaklı sıkıntılar yaşadıklarını da biliyorum.

      Şimdi karayolları emekçilerinin omuzlarına düşen acil görev “enseyi de fazla karatmadan” yani “vah-tüh” demeden şube şefliklerinden başlayarak, ülkenin dört bir yanında bulunan karayolları bölge müdürlüklerinde örgütlenmeye hız vermesidir. Yakalanan olanakları en iyi şekilde değerlendirmek, karayolu emekçileri arasında özelleştirme karşıtı tam bir bilinç ve örgütlenme seferberliğini başarmaları gerekmektedir. Yol-İş ağalarının özelleştirme karşıtı işçi mücadelesini zayıflatmak için elinden geleni ardına koymayacağı kesindir.  

      Özelleştirme saldırısına işin öznesi olan karayolları emekçileri karşı durmaz ise egemenlere geri adım attıracak birleşik mücadele ağını oluşturmanın daha da zor şartlar içerisinde gerçekleştirileceği kavranarak çalışmalar örülmeli, “ucuza” gittiği söylemiyle oluşturulan “iyimser” havanın rehavetine emekçiler kapılanmamalıdır.