Son dinin son peygamberi Hz. Muhammed (sav) sadece dini lider değil, aynı zamanda davası uğruna önemli hizmetlere imza atmış, "Ben yalnızca sizler gibi bir insanım" diyebilen bir devlet adamıdır.
O'nun hak davasında gösterdiği kararlılık, bugün herkese örnek olmalıdır. O yüce insan, mal, mülk, para, makam tekliflerini elinin tersiyle itmiş "Bir elime güneşi, diğer elime ayı verseler, ben yine davamdan dönmem"  demesi üzerine işkence ve baskılarla Medine'ye göç etmek zorunda bırakmışlardır.
O büyük devlet adamı, kendini değil ümmetini zengin ve bahtiyar kılmayı hedeflemiş; hasır üstünde yatıp, sade bir yaşantı sürmeyi tercih etmiştir. Miras olarak bir hırka, bir hasır, bir ibrik ile daha sonra devlet hazinesine devredilmesini istediği birkaç arazisinden başka bir şeyi yoktu. O'nun ümmetine bıraktığı en büyük mirası ebetteki "güzel ahlâktı"
 O, hiçbir zaman, kral ve vezirler gibi görkemli ve lüks hayat yaşamayı tercih etmemiştir. Kendi hırkasını kendi yamar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi.
Hz. Peygamber (sav), devlet kademelerine atama yaparken belli usul ve kaideleri göz önünde bulundurmuştur. Özellikle;
Memur atamalarında, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına titizlikle uyacak; özü sözü bir, davranışı, düşüncesi şahsiyeti düzgün olmasını göz önünde tutmuştur.  
O’nun memurları,  hizmet vermekte oldukları kişilere, bulundukları beldenin halkına örnek olmak zorundadır.  
Hz. Peygamber, memurlarının halka karşı anlayışlı, sempatik, müjdeleyici, güler yüzlü ve hoşgörü sahibi olmalarını arzu ediyordu. (Buhârî, İlim/11; Müslim, Cihad/5)
 Milletin işini zorlaştıran, işleri kasıtlı olarak yavaşlatan, işi yürütmekle beraber halka karşı sert davranan, hatır-gönül inciten devlet memurlarına asla müsamaha etmezdi. Bir duasında;
“Allah’ım! Her kim, ümmetimin işinden bir şeyi üzerine alır da onlara meşakkat verirse, sen de ona meşakkat ver. Her kim de, ümmetimin işlerinden bir şeyi üzerine alıp onlara lütuf ve merhametle muamele ederse, sen de ona lütuf ve merhametle muamele yap!”   diye buyurmuştur.
. Hz. Muhammed (s.a.v.), valilik, zekât memurluğu vs konularında görev almakta ısrar edip hırs gösterenlere, kapılarını kapamıştır.  (Buhârî, İcâre/1; Müslim, İmâre/14;
Böylece adam kayırmayı, iltiması da önlenmiş oluyordu. Yani bir kimse, ne kadar arzu etse, hatta araya adam da koysa yine de istediği bir göreve gelemeyecekti. Burada esas aranan liyakatti. Bir hadis-i Şerifelerinde:
“Emanet zayi edildi mi, kıyameti bekle!” buyurmuş, emaneti zayi etmek nasıl olur?” diye sorulunca da: “İşi, ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekle!” demiştir. (Buhârî Tercümesi, I, 67, h. no: 54
Çünkü o, memuruna sosyal bir refah temin ettikten sonra alacağı her kuruşun “bir kusur, haddi tecavüz veya hırsızlık sayılacağını.”, devlet malından bir iğne değerinde eşyayı bile zimmetine geçirenin büyük günah işlemiş olacağını beyan ediyor.
İşte bu özellikleri taşıyan yüce peygamber adil, hoşgörülü ve merhametliydi. Düşmanları bile onu “Muhammed-ül -Emin”  güvenilir kişi olarak kabul eder, başları sıkıntıya düştüklerinde Hz. Muhammed (sav)i hakem tayin ederlerdi.
 Onun hayatında, intikama, hırçınlığa, istismara, yolsuzluğa, haksızlığa, kindarlığa, iftiraya asla yer yoktu.
Bu yüce insan, gerçek devlet adamı,  son dinin som peygamberi, 40 sahabesiyle yola çıktı, bu gün 1,6 milyar inananıyla örnek bir lider oldu.
Muhammed İkbal ; “ Burada kusur, Müslümanlıkta değil, bizimMüslümanlığımızdadır.”  Diyor.  Zannederim bundan gayrisini söylemeğe gerek yoktur?