Şehadet parmağıdır göğe doğru minare;
 Her nakışta o mana; öleceğiz ne çare?
                                            Necip Fazıl
 Ölüm her canlının karşılaşacağı bir sondur. Ölümden sonra tekrar dirilme ve hesap verme İslam dininin en temel inançlarından biridir. Ve Allah’ın mutlak adaletinin bir gereğidir. Şayet ölüm olmasa; kötü insanlar sonsuza denk kötülük yapmaya devam edecekler ve bazı insanlar haksızlığa uğrayacaklardır. Haksızlığa uğrayan insanların hakkını alacakları bir yer olmalıdır. O yer de ahirettir.
 İnsanı hiç yoktan yaratan Yüce Allah onu ölümden sonra da tekrar diriltmeye kadirdir. Bunda akla aykırı bir durum yoktur. Hz. Ali (r.a) ahirete inanmayan biriyle konuşurken ona şunları söylüyor: “Diyelim ki; gerçek senin dediğin gibiyse yani Ahiret yoksa hâşâ Allah yoksa ben inandığım için kaybedeceğim bir şey yoktur. Ya benim inandığım gibi Allah ve ahiret varsa senin halin nice olacaktır.”
  Kardeş ülke Pakistan’ın büyük düşünürlerinden Muhammed İkbal ölüm hakkında şunları söylüyor: ” Hâşâ ben ölümden korkmuyorum. Çünkü ben Müslümanım. Her Müslüman’a yakışan da ölümü tebessümle karşılamaktır. Hakikaten ölüm sonsuzluk âlemine açılan ilk perdedir.” Mevlana da ölümü düğün gecesi olarak yani sevgiliye kavuşma gecesi olarak görür. Başka bir şairimiz de: “ölüm bize ne uzak ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” der. Dememiz o ki gerçek Müslümanlar ölümden korkmaz, ölüm karşısında sabır ve metanetini korur. Yalnız günahlarından dolayı bir endişe taşırlar.
 Bu çağın Müslümanlarında ahiret inancı ve ölüm hassasiyeti çok zayıflamıştır. Gerçek anlamda ahirete inananların sayısı maalesef çok fazla değildir. Üstad Sezai Karakoç bir yazısında: “Çağımızda insanoğlunun mutsuzluğunun asıl kaynağı ‘öteki dünya’ya inanmamasıdır” diyor.
 Büyük âlim İmam Gazali ölüm döşeğindeki bir insanla ölüm meleği hakkında yaşanmış bir olayı şu şekilde nakleder:  “Mu’temir’in anlattığı bir olay şöyledir: Hakem b. Abdülmelik ölüm döşeğine düşüp de insanlar onu ziyaret ettiklerinde aralarında ben de vardım. ‘Allahım! Ona ölüm sancılarını kolaylaştır” diye ona duada bulundum. Ardından birçok iyiliğini anlattım. Hakem bir zaman sonra kendine geldi ve, ‘O konuşan kimdi?’ diye sordu. ‘Benim’ dedim. Hakem, “Ölüm meleği bana, ‘Korkma! Ben her cömerde karşı çok yumuşak davranırım’ dedi.” Sonra ruhunu teslim etti. (İmam Gazali, Ölüm ve Sonrası, s.105)
 Bir Müslüman öldüğünde bir an önce cenaze işlerinin tamamlanıp mezara konulması sünnettir. Yani önemli bir mazeret olmadıkça cenazeyi bekletmek doğru değildir. Kabirde Münker- Nekir melekleri tarafından; “Rabbin kim, dinin nedir, kimin ümmetindensin?” vb. sorular sorulur. İnançlı birisi bu sorulara doğru cevaplar verir. İnançsız ise bu soruların cevaplarını veremez. Peygamberimiz bir sözünde: “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Buyurmuştur.
 Kabir azabı da haktır yani bu dünyada inançsızlar ve kötülük yapanlar kabirde azap çekeceklerdir. Bazıları ölmüş bir insan nasıl işkence çeker diye düşünebilirler. Bu soruya verilecek en somut cevaplardan biri uykuda gördüğümüz kâbus yani korkunç rüyalardır. Sıcak yatağımızda mışıl mışıl uyurken ve bedenimize bir şey yapılmadığı halde gördüğümüz korkulu bir rüya nedeniyle kan ter içinde kalıyoruz, ağlıyoruz veya uykumuzu bölerek uyanıyoruz. İşte kabir azabının gerçek olduğuna bu dünyadan bir işaret.
 Bazı dini kaynaklarda belirtildiğine göre kıyamet gününde bütün hayvanlar da diriltilip hesap yerine getirilecek, boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alacak sonra Allah Teâlâ hepsine “Toprak olun” emrini verecek, onlar da toprak olacaklardır. İşte bu an, inançsızlar, “Keşke biz de toprak olsaydık” diye istekte bulunacaklardır. Hayvanlardan sadece kurban olarak kesilenler cennete gideceklerdir.
 Allah bizleri bu dünyada Müslüman olarak yaşatmayı, son nefesinde şahadet kelimesini okuyarak Müslüman olarak can vermeyi ve ahirette de Müslüman olarak haşrolmayı nasip eylesin. (Amin!)