Okuma eylemi sadece kitapları açıp okumakla gerçekleşmez. İnsan yaşadığı şehri, insanları, ağaçları, dağları, nehirleri de bir kitap gibi okuyabilir. Birde tüm bunların dört bir tarafı çeşitli hatırlarla doluysa bu okuma işi daha güzel olur. Ben Niğde’yi yıllardır bir kitap gibi satır satır okumaktayım. Bu okumaların bir karşılığı bir yansıması olan kelimeleri çoğu zaman bir kuş gibi kanatlandırıp yazıya dökmeye çalışıyorum. Evet, her mekânın insanlara çağrıştırdığı semboller vardır. Benim için Niğde yaptığı yüzlerce çağrışımlar ile dopdolu bir şehirdir. Hayallerin uçuştuğu taşlardan anıların kazındığı taşlara doğru Niğde ömür sahnemden kalbimin meclisine doğru her daim kanatlanıp durmuştur. Bu mekânların bazıları ve yaptığı çağrışımlar şunlardır.

1: Dumlupınar İlkokulu: Kaleden aşağı koşarcasına gittiğim okulum. Taşların usta ellerle örülmesiyle hayat bulmuş eski fakat her daim yeni bir bina. Bildiğim kadarıyla bir dönem papaz okulu olarak inşa edilmiş ve kullanılmış. Daha sonraları şimdiki okula çevrilmiş.  Niğde’de en güzel okul hangisidir deseler hiç düşünmeden burayı söylerim. Sonradan karşısına yapılan yeni bina eski güzelliğini bozsa da burada eğitim görmek gerçekten bir şanstı.

2: Stadyum: Küçükken top toplayıcılığı yaptığım yer. Niğdespor’un şimdiki gibi üst bir ligde olduğu zamanlardı. Stadyum hınca hınç dolardı. Kapıda büyük bir seyyar satıcılar ordusu olurdu. Etli pideciler, kebapçılar, çekirdekçiler, simitçiler, baloncular stadın önünü panayıra çevirirdi. Daha sonra güreş ve boks antrenmanları için stadı gidip geldim. Şu günlerde ise akşam yürüyüşleri için havaların ısınmasını bekliyorum. Eskiden kavak ağaçları ile dolu olan stadyumun etrafını saran kavakların kesilmesine çok üzüldüm. Keşke hiç kesilmeselerdi.

3: Niğde Kalesi:  Niğde kalesi sadece bir iç burçun adı değil camileri ile o bölgenin genel adıdır. Çocukken kaleye bira içmeye gelen ve kır bağlarına doğru oturup bitmiş bira kutularını sağa sola saçanlara çok kızardım. Ne zaman kaleye çıksam şimdiki zamandan bir Selçuklu zamanına ışınlanmış hissederim kendimi.  Konya’nın Alaattin tepesinden en az on kat daha güzel olduğu halde bir türlü hak ettiği yerde olmayan kale inşallah güzel bir proje ile hayal edilen ihtişamlı haline gelecek..

4:  Melekgirmez Sokağı:  İstanbul’a ilk gittiğimde istiklal caddesinin kokusu dikkatimi çekmişti. Kilise kokusunu andıran küflü ve yağlı bir kokusu vardı. Daha sonra aynı kokuya karşılaştığım bazı turistlerde de rastladım. Evet, bu tür mekânların kendine özgü bir kokusu vardı. Niğde’de aynı koku Melekgirmez sokakta burnuma çarpardı. Burası birahaneler, pavyonlarla dolu bir yerdi. Niğde’nin gece hayatı burada yaşanırdı.  Tüm bunların yanı sıra berberlik lokantacılık kahvecilik otelcilik tamircilik vb. yapan başka esnaflarında burada dükkânı vardı. Şimdi içkili mekânlar Hıdırlık denen yere taşınmıştır. Fakat melekgirmez sokağı kendine özgü yapısı ile çoğumuzun hatırlarında yaşamaya devam etmektedir.

5: Sebze Pazarı: Çocukken el arabacılık ve poşetçilik yaptığım mekândır. Perşembe pazarının en çok içime işleyen soğukları aklımda kalmıştır. Her sabah okula giderken içinden gelip geçerdim. Bu soğuk bu yılandilli ayaz yüzümü yalar geçerdi. Perşembe pazarında şimdi balıkçıların olduğu yerde bir kasetçi dururdu. Dışarı verdiği sesle her hafta Gül Ahmet Yiğit’in kasetindeki köylülerin yakaladığı tilkinin eline bir aşığın saz verme hikâyesi çalar dururdu. Aynı kasette birde kabak hikâyesi vardı. Aşık İmami ve Gül Ahmet Yiğit’in çoğu türküsü buradan aklımda kalmıştır.

6: Sungurbey Çocuk Kütüphanesi:  Çocukken zamanın büyük kısmını geçirdiğim yer. Hangi akla hizmetle yıkıp yerine binaya benzeyen şu iş merkezi kılıklı canavarı yaptılar anlamakta zorluk yaşıyorum. Burası şimdiki kültür merkezinden bile daha işlevsel daha cazip bir yerdi. Buradan haftada en az beş kitap alır okurdum. Şimdi eğer yazıp çizen bir kişiysem bunun sebebi o okumalardır diyebiliriz. Hatta kütüphaneler haftasında buranın verdiği yılın en çok kitap okuyan okuyucusu ödülü hayatımda aldığım ilk hediyedir.

7: Kesikbaş Camii: Mihrabındaki yeşil renk tatlı bir yeşillikti. Duvarlarındaki sarı levha üzerine yazılmış hat yazıları buraya çok yakışıyordu. Küçük bir mescit görünümde olmasına rağmen büyük bir cami havası içindeydi. Yanında ki yatırdan aldığı havayı mahallenin geneline yayıyordu. Namazlara bisikletle gelip giden Ferenkli Ömer Hoca ile bakkal olan Ömer Hoca caminin görevlileriydi. Vakit namazlarına buraya giderdim. Cami cemaatinin içinde beyaz sakallı nur yüzlü bir amca vardı. Bir gün eşi ile birlikte sobadan zehirlendiğini duydum. O zaman çok üzülmüştüm. Caminin duvarında hala seksen öncesinden kalan bazı yazıların izi durmakta. Niğde’nin en şirin camilerinden birisidir diyebiliriz.

8: Hanım Camii: Restorasyondan sonra kapısına Afife Hanım cami tabelası asılan ve çok güzel hale getirilen cami. Bu cami eski zahire pazarının kalbi gibi atıyor. Şimdi daha da güzelleşmiş her ezan sonrası alnını sonsuzluğun kalbinde dinlendirecek müminlerin yolunu gözlüyor. Bu camide küçükken kıldığım teravih namazlarını unutamıyorum. Vitir namazının üçüncü rekâtlarında yeniden tekbir almak yerine rükuya eğilir sonra utançla geri kalkardım. Geçen altı asır bu caminin minaresinin estetiğini bozamamış. Eski zahire pazarında bir vaha gibi duruyor. 

9: Alaattin Camii: Küçükken evimiz onun karşısındaydı. Evimizin damı toprak olduğu için kar kürümeye çıkardık. Bu camiyle ilk karşılaştığımda kalbime bir mühür gibi vurulacak olan mazi aşkının tohumları atılmıştı. Derin bir estetik ve güçlü bir iradenin taşların nabzına işlediği bu cami hakikat aşıklarının bir kıblesi olarak şehrimizi güzelliklerle doldurmakta.   Her ne kadar şimdilerde Cuma namazı dışında üç beş kişiyle vakit namazları kılınsa da ve her ne kadar bazı şuursuz ve cahil kimseler tarafından duvarlarına spreyle yazılar yazılsa da Niğde’nin en güzel camisi burasıdır diyebiliriz.