Bir iktidara, bir zümreye, bir cemaate sırt dayamanın verdiği o müthiş huzur duygusuna artık iyice alışmış olmaları nedeniyle...



“Viran olası hanede” geçim derdi, çocukların okul taksitleri gibi ihtiyaçlar olması nedeniyle...



Kafayı çıkardıkları anda bel altı vuruşların en pespayesine maruz kalacaklarını gayet iyi bilmeleri nedeniyle...



Camiada aykırı laf edenlere nelerin yapıldığını, yapılabildiğini gayet iyi bir şekilde görmeleri nedeniyle...



Tayyip Erdoğan’ın “herhangi bir aydın desteğine sahip olmaksızın” işi bitirdiğine kendilerinin de iman etmeleri nedeniyle...



Yalnız kalmaktan inanılmaz derecede korkmaları nedeniyle...



Çevrelerindekilerin kendilerini terk edeceklerini bilmeleri ve bir çevre kaybetmenin çetin bir sonuç doğuracağını idrak etmeleri nedeniyle...



Durup dururken başlarına bir bela almak istememeleri nedeniyle...



Bir eleştiri ve özeleştiri kültürüyle yoğrulmamış gelenekten gelmeleri nedeniyle...



Bu zamana kadar hep küçük, dar, kapalı ve iktidara uzak bir yapıyla haşır neşirken, birdenbire devletin her noktasına yayılmış mutlak bir iktidarla karşı karşıya kalmaları nedeniyle...



“Düşmana malzeme vermemek” ya da “dışarıya karşı bütünlük içinde olmak” gibi özelliklerin kutsandığı bir kültür içinde yetişmeleri nedeniyle...



Muhabirin yükselişi



BİZİM mesleğin kadim yakınma konularından biridir muhabirliğin ölümü...

Doğrudur, “köşe yazarlığı” denilen tuhaf pozisyon hak ettiği ölçülerin ötesinde popülerlik kazanınca ve gazeteciliğin anası sayılan muhabirlikten alaka esirgenince muhabirlik resmen öldü.

Ama işte bu çetin koşullarda bile kendilerine alan açmayı başaran arkadaşlarımız var. Onlar, muhabirliğin bayrağını, tepelere, en tepelere yükseltiyorlar.

Bunlardan biri Milliyet muhabiri Nedim Şener’dir. Diğeri de Taraf muhabiri Mehmet Baransu’dur.

Bazen tartışmalı haberlere imza atsalar da, bazen haberin şehvetine fazlaca kapılsalar da, muhabirlik denilen alana tanınan kıt olanaklara rağmen hem yıldızlarını parlatıyorlar, hem de popüler olabiliyorlar.

Kendimi tebrik makamına yerleştirme nezaketsizliğini yapmak pahasına haykırıyorum:

Bravo Nedim Şener... Bravo Mehmet Baransu...



Numan Kurtulmuş ne yapar ne yapmaz



Asla AK Parti’ye geçmez.

Artık “Erbakan’ı Sevenler Kulübü” haline gelecek olan ve bu nedenle de etkisizleşmesi muhtemel olan Saadet Partisi’ni bir tarafa bırakıp AK Parti’nin etkilediği kitleleri hedef alır.

AK Parti’ye statükonun yanında hizalanarak eleştiri getirmez.

AK Parti’nin oluşturmayı başardığı o geniş “cemaatler, tarikatlar, cemiyetler ittifakı”nı dağıtmak için çaba sarf eder.

Kuracağı partiyi “İslamcı parti” olarak konumlandırıp AK Parti’nin “merkez sağ” hüviyetini belirginleştirebilir.

Erbakan’la çatışmaz.



Uyuyan hücre



HANEFİ Avcı, aslında “uyuyan hücre” imiş...

Geçen akşam Tarafsız Bölge’de Önder Aytaç adlı konuğumuz söyledi.

Önder Aytaç’ın demek istediği şu:

Hanefi Avcı, aslında “derin güçler” ile irtibatlı bir adamdır, yıllarca beklemiştir, kimliğini belli etmemek için bazı kafa karıştırıcı çıkışlar yapmıştır ve en sonunda asıl işlevini yerine getirmek üzere uyanmış ya da uyandırılmıştır.

Önder Aytaç bunları söylerken ciddi miydi, şaka mı yapıyordu emin değilim ama şundan eminim:

Ciddiyse de, şakaysa da bu tezi hayli komikti.



Not defterimden



Uzun zamandır “o taraftakiler” bir şey diyorsa, “bu taraftakiler” başka bir şey diyordu... Sevindiren bir gelişme: Hanefi Avcı olayı, medyadaki bu cepheleşmeyi az da olsa kırdı. Allah tamamına erdirsin diyorum.



Mustafa Sandal var ya Mustafa Sandal... İyi bir besteci midir, iyi bir şarkıcı mıdır bilmem ama sanırım iyi bir sinema oyuncusu olacak... Reklam filmlerindeki başarılı performansının ardından bir imamı canlandırmış Mahsun’un filminde... Süper inandırıcı görünüyor. Yani demem o ki, Mahsun’un yönetmenliği nasıl şarkıcılığını aştı ise, Mustafa Sandal’ın oyunculuğu da şarkıcılığını aşacak galiba.



Bir “metroüel” lafı vardı, ne oldu ona?



Demirel, Cumhurbaşkanı iken her gün Cüneyt Arcayürek’le sohbet edermiş. İlk sorduğu soru ise şu olurmuş: Ne var, ne yok?



Devlet Bahçeli ve arkadaşları, Van’daki ayine cuma namazıyla karşılık vermişler... Sevmedim bu eylemi... Sevmemek için, ayin ile cuma namazını birbirinin alternatifi gibi göstermesi ve cuma namazını politik bir eyleme dönüştürmesi gibi iki sağlam gerekçem var.



-