Muktedirin Mursi Korkusu

Abone Ol
     Ülkemiz siyasi iktidarı yaşadığımız an itibarıyla, Mursi ile aynı akıbeti paylaşma paniğine kapılmış durumda. Tencere,tava çalanı “şikayet” edin söylemi bu paniğin dışa vurumunun en iyi örneklerinden biridir.
     Endişelerini “Darbe karşıtlığı” söylemi üzerinden gizlemeye gayret ediyorlar. Şu anda en çok önemsedikleri iş, basın tekellerini birer ikişer ele geçirmek, sadık memurlarını buralara yönetici tayin etmek ve iktidardan düşme korkusunu perdeleyecek yazılar yazdırmaktan ibaret. Ha! İtiraz eden herkeslede ahde vefayı dahi bir yana bırakarak yollarını ayırıyor, onları dışlıyor, yaftalıyor, hedef haline getirmek için her tür yöntemi deniyorlar. Nasılsa kapıkulu ruhluları bulmakta sıkıntı yaşanmıyorlar. (Son örenek gazeteci Yiğit Bulut’tur.) Şu anda çapsız isimler aracılığıyla Mısır’da olup bitenler üzerine tartışmaları domine ediyor ve kendi istekleri yerden tartışmamızı, mesela “Biz de darbeye karşıyız” dememizi  koro halinde söylüyorleyerek dayatıyorlar.
        Bu “Evet-Hayır” oyunu labirentinde gezinenler politikadan düşerler. Darbeler konusunda en net karşı tavrı koyan sosyalist,devrimci ve demoktartların olduğu taraflı,tarafsız herkesçe bilinen bir olgudur. Mursi’ye yapılanı onaylıyormusun? Onaylamıyormusun? Şeklinde  tartışmak siyasal körleşmeyi kaçınılmaz kılar. Mısır örneğinde önemli olan asıl ayrıntı “Tunus’tan başlayan devrimler dalgasının bu koşullar içinde kesintili biçimlerde süreceği tespitini” doğrulaması, özgürlük arayışının kesintisiz devam edeceğini göstermesidir.
       Mısır’da Mübarek diktatörlüğünü deviren halk kitleleri, can alıcı bir sorunla yüzyüzeydiler. Sokaklar onlarındı ama örgütleri yoktu. İhvan (Müslüman Kardeşler) örneğinde çarpıcı biçimde yaşandığı ve görüldüğü gibi, daha  örgütlü, diri kuvvetler hamle üstünlüğü kazandı ve çabucak iktidara yerleşti. Mursi seçeneği, şartlı biçimde, aslında AK Partinin 2002 çıkışı ve özgürlük vaadini hatırlatan bir biçimde desteklendi. Halkın en büyük dayanağı bir “Agora” işlevindeki Tahrir’in yarattığı özgüvendi.
       Mursi’nin kumaşının ne olduğu  da (9 yaşındaki kız çocuklarına nikahtan tutunda kadrolaşma siyasetine kadar onlarca örnek yazıla bilir) çar çabucak anlaşıldı. Toplumsal dalgalanmalar sanılandan hızlı etkilere sahiptir. Halk, memnuniyetsizliğini bir tür sigorta anlamını taşıyan Tahrir dinamiğini devreye sokarak gösterdi. Temel handikap, hala Tahrir’in taleplerini kendinde toplayan birleşik bir siyasal cephenin yaratılmamasıydı.
       Ordunun darbesi bu şartlar altında, kitlelerin daha radikal seçeneklere yönelmemesi kapsamında ortaya çıktı. Ne Mursi meşruydu ne bugünkü darbeciler. Devrimci demokratik seçenekler yaşama geçene dek, bu tür diktatörlükler halklara acılar çektireceğini en iyi bilenlerdeniz.Egemenler ve muktedirler mücadele dinamiğine bağlı olarak çeşitli elamanlarını feda ederler. Onlar bakımından asıl önemli olan hamle üstünlüğünü elde tutarak siyasal iktidardan ayrılmamaktır.
       Diğer yandan, mücadelenin basıncına dayanamayarak bu tür harcamalara razı gelmenin halkta yarattığı temel duygu zaferdir. Bu özgüven, gerici bir seçeneği daha eleyecektir. Gerici seçeneklerin bir bir elenmesi, halkı onları aşan yeni seçenekleri düşünmeye, o seçenekleri yapılandırmaya da teşvik edeceği sosyolojik bir gerçeklik olarak isparlanmıştır.
      Müslüman Kardeşler’in coğrafyamızda daimi koruyucusu gibi görünen ülkemiz siyasi iktidarı Mursi’nin yaşadıklarında kendi geleceğini görmesi bu bakından anlaşılabilir sebeplere dayanıyor. İşte binbir zulüm yapan Mübarek, en güçlü zannedildiği zamanda sokak eylemleri dalgasıyla ve bu son derece meşru halk hareketiyle devrildi. Aynı durum Mursi bakımından da geçerli. Bu bir dalga. Üstelik domino etkisi yaratması kaçınılmaz. ülkemizdeki onur ve özgürlük direnişinin haftasında Brezilya’da yankılanması, direnişlerin ve isyanların emperyalist küreselleşme döneminin sömürü hızıyla yarışan bir hızla yayılma imkanları taşıdığını göstermesi muktedirler için oldukça ürkütücüdür.
       Ceberut yönetimler için asıl olan kitleleri kendi propaganda ve ajitasyonuna açık hale getirmektir. En aptalca tezler bize asgari tutarlılıkla sıralandığında, ona inanan kitle özne olmaktan çıkar, kendini tepkisiz bir uyuşmaya bırakır ve iktidarın gönüllü bekçisi olur. Ülkemizde yaşanan bence  tam da budur. ABD’deki Mc Carthy dönemi uygulamalarının iktidarımızca meşru bulunarak teşvik edildiğini görüyoruz. İktidarda kalmak için her şeyi mübah gören bu  akıl sürücüsü olduğu “demokrasi tranvayını” faşizim durağına çekeceği aşikardır. Faşizmin ilk çıktığı 20’li , 30’lu yıllarda bile Almanya ve İtalya’da bile yöneticiler tencere tava misali etkinliklere karışmazken bu günlerde yaşanılanlar o günlere rahmet okutacak cinsten olduğunu söylemeliyim.
        Ayrıca altını çizerek belirtmeliyimki yıkmak giderek kolaylaşırken yeniden kurmanın düne kıyasla zorlaştığı bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Bir tür siyasal, toplumsal kaos yaşanıyor. Bu kaos egemenleri ve muktedirleri  panikletiip korkutuyor. Ama korkunun ecele faydası yoktur bilesiniz.