Yaşam yükünün ağırlığı altına girip taşımaya çalıştığımız ömür, yüklenmeye alışmış omuzlarda olanca rahatlığıyla otururken, onu birebir hisseden ve içinde var olma savaşını hiç tükenmemecesine verdiğini zanneden biz insanoğlu, kendi yolumuzun yolcusu olduğumuzun dahi farkında olmadan yürürüz, çizilen istikametimizin labirentlerinde.
Acımasız yaşam koşulları,
İnsan bencilliği,
Ekonomik zorluklar,
Her şeye sahip olma isteği,
Gerekli gereksiz hırslar…
İnsan olma tabiatımız eşliğinde hepimizi kendi can derdimize çekerken, bir şeyler kazanma, bir şeyler başarma adına birçok şeyimizi kaybeder, olası risklerin karşımıza çıkardığı olumsuzlukları taşıyacak kendi omuzumuz dahil, başka omuzlarda bulamayız.
Anlayacağınız artık hapı yutmuşuzdur.
Kime hapı yuttuk desek, denilen her kimse olayın ciddiyetinin ve yapılacak bir şey kalmadığının da farkındadır artık.
Sahi nedir bu deyim ve nerden ortaya çıkmıştır.
Sultan Murat’ın kahve, müskirat (sarhoş edici maddeler) ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler) yasakladığı dönemde saray casuslarından biri, belki de kıskançlık sebebiyle, hekimbaşı Emir Çelebi’nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur. Hünkar, Emir Çelebi’yi aslen çok sevmekte ve itibar etmekte, hatta kendisini sık sık sohbet için huzura çağırmaktadır.
Bu ihbara önce inanmazsa da Çelebi’yi yoklamayı da ihmal etmez.
Gelen habere göre Hekimbaşı kuşağı arasında bir curada (yudumluk; yüzük mühür vb. küçük şeyleri muhafaza etmek üzere taşınan kutucuk) taşımakta ve afyon macununu da onun içinde saklamaktadır.
Padişah bermutat, Emir Çelebi’yi satranç oynamaya davet etmiş, oyunun tam orta yerinde,
-Çelebi, demiş, kuşağını çözde içinde ne varsa boşalt hele!
O dönemlerin kıyafetlerinde cep kullanılması yaygın olmadığından, hançer mühür, para kesesi, vs. eşyalar hep kuşak içinde muhafaza olunur ve yoklama esnasında kuşak çözülür imiş.
Çelebi, hünkarın bu emri üzerine bir ihbara kurban gittiğini ve başına gelecekleri hemen anlamış. Kuşağını çözmeden curadanı çıkarıp satranç tablasının üzerine koymuş. Padişah, curadanı ters çevirip mercimek büyüklüğündeki afyon haplarını tablanın üzerine boşalttıktan sonra sormuş.
-Bre Çelebi bunlar nedir?
-Islah edilip zararsız hale getirilmiş afyon hapları hünkarım.
-Ne yaparsın bunları?
-İlaç veya panzehir niyetine hastalara veririm.
-Peki hastalara zararı olmaz mı?
-Hiçbir zararı yoktur hünkarım.
-O halde yutmaya başla bakalım.
Emir Çelebi padişahın öfkesini iyi bildiğinden sonunun geldiğini anlayıp hiçbir şey söylemeden, gözleri yaşararak hapları bir avuçta yutmuş ve sonra satranç tablasının başından kalkarak,
-Elveda hünkarım! Devletimize zeval erişmeye, deyip kapıdan çıkıp gitmiş.
Çelebi’nin bilahare eve varınca kendisini tedavi etmek isteyenlere izin vermediği ve panzehir olarak hiçbir şey almadığı, hatta hapları bir an evvel kana karışsın diye bir bardak buzlu nar şerbeti içerek, dünyaya gözlerini yumduğunu tarihçiler yazarlar.
Emir Çelebi gibi onuruna düşkün insan yapımızın ne kadar kalıp kalmadığının yorumu okuyucularımıza ait.
4.Murat gibi bir hükümdarın hışmına uğradıktan sonra ölmeyi yaşamaya tercih etmiş olmasına şaşırmak elbet hakkınız.
Bu hadiseyi takip eden günlerde zamanın ariflerinden biri, “Çelebi’ye ne oldu?” diyenlere,
“ Hapı Yuttu” diye cevap vermiş…
Tarihte olanları tarih karakteri olarak algılasaydık ne kadar hapı yutardık bilmiyorum…
Lakin Mckinsey diye bir hapı yutturmak isteyenler…
Toplumun ortak aklı ve liderinin iradesi bunu yutmayınca…
Ne tarz hapları önümüze koyacaklar, bekleyip göreceğiz.
Türkiye’ye ne oldu diye soracak olanlara ise cevabımız…
Bu ülke hapı yutmayacak…
Çünkü yutturulmak istenen tüm hapları…
Yutturmaya çalışanların boğazına tıkmak…
Bu milletin…
Boynunun borcu olacak…