İnterneti budamaya dönük yeni yasa taslağına göre;    “Bakan emri” ile bazı sitelere erişemeyeceğiz, bazı “kavramlar”ın, “olaylar”ın, “iddialar”ın peşine düşemeyeceğiz, yazılı-boyalı-cilalı basının perdelediği “gerçekler”in izini süremeyeceğiz ama herhangi bir “engel” uyarısı bulunmayacağından, “sınırsız” servisinden ötürü tercih ettiğimiz internetin bizim için “mahrumiyet bölgesi”ne dönüştürüldüğünü fark edemeyeceğiz bile.
“Birileri” bizim adımıza, bizim için neyin “sakıncalı” olduğuna karar verecek; mahalle kabadayısı gibi o “sakıncalılar”la buluşma ihtimalimizi sezdiği anda, bir kuytuda kıstırıp önünü kesecek, ve biz, bizim dışımızda olup biten bütün bu “koruyucu-kollayıcı(!)” icraatlardan, bizden nelerin esirgendiğinden, haberdar dahi olamayacağız.
Temiz iş!
Birçok kere “Truman Şov” benzetmesi yapmıştık bir tüyü eksikti, bu düzenlemeyle o da oldu. Bize bildirme gereği duymadan, bizim tercihimizi umursamadan, her türlü “gerçek” bilgiden yalıtılmış bir sete döndürüyorlar ülkemizi. Yanlış kullanıyoruz kavramları; “sanal aleme darbe” vurmuyorlar; tam tersine bizi “sanal bir alem”de yaşamaya mahkum ediyorlar!
Ve size, aslında yeni olmayan kötü bir haberim var:
Diyojen feneriyle dünyanın altını üstüne getirse bulamaz “ileri demokrasi” varsayıp, sarıp sarmalayanını; buna aklı baliğ her toplumda “kapalı rejim” diyorlar!
Donarak ölüm gibi; acısız, hissetmeden, “uykuda” bitiriyorlar “temel hak ve özgürlüklerimiz”in işini.
Sansürün, baskının, müdahalenin daniskası var; şahit yok!
Kılıf da hazır:
“Çocuk ve aileyi korumak”mış bütün niyetleri!
Sevsinler... Yahu siz değil misiniz, internete ilk neşteri “çocuk pornosuyla mücadele” vaadiyle attıktan sonra “çocuk pornosunu kutsayan” liberal kadın gazeteciyi, daha geçen hafta Dolmabahçe’de “özel seçilmiş” isimlerle yaptığınız “bana inanın, toplumun da inanmasını sağlayın” toplantısında baş tacı eden!
Gerçi “korunan bir çocuk” ve “korunan bir aile” de olacak aslında bu “aslında neler döndüğünü görmeyin, duymayın, bilmeyin” tasarısı yasalaştığında! Bütün bu akıl almaz yasalar -bir yönüyle- paniğe kapılmış bir “baba”nın “çocuğunu ve ailesini koruma” tedbirleri aslında. Velakin, Anayasa’yı çiğneme pahasına! 
Ne hazindir ki, “darbeciler yaptııııı”, “faşizmin ürünüüüü” diye “hadi yakalım, yenisi yapalım” kampanyası başlattıkları 1982 Anayasası bile “Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip” olduğunu kabul eder.
1982 Anayasası’na göre bile “haberleşme” bu temel hak ve hürriyetlerden biridir;
* “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
* “Basın dışı kitle haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahiptir.”
* “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
Yani hiç kimse “hırsızlık” karşısında, “yolsuzluk” karşısında, “rüşvet” karşısında, “kara para aklama” karşısında, “kaçakçılık” karşısında vicdanının sesini duymamaya, vicdanından yükselen çığlığı dile, kağıda, twitter’a, “facebook’a, blog’lara, forum’lara dökmemeye zorlanamaz!
Yani bir insan bu ülkenin soyulduğuna kanaat getirmişse, kul hakkı yendiğini düşünüyorsa, Hz. Ömer adaletinden sapıldığına inanıyorsa bunu “başkalarının temel hak ve özgürlüklerini çiğnememek” kaydıyla paylaşabilir.
Evet, Anayasa devleti yönetenlere, bu “temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabilmesi” yetkisi de verir ama orada bile “Anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeni ve lâik Cumhuriyetin gereklerine uygunluk” şartı getirir.
Aksi, yani bu özgürlükleri tamamen kısıtlama ancak ve ancak savaş, seferberlik, sıkıyönetim gibi “olağanüstü” hallerde mümkün olabilir.
Savaşta mıyız biz şimdi? 
Seferberlik mi ilan edildi? 
Yoksa sıkıyönetim mi?
Kaldı ki; hadi diyelim frenleriniz patladı duramıyorsunuz ya... Uçuruma doğru bu adımı da attınız. Sonra?
Her duvarın, her ağacın, her amfinin, sınıfın, sıranın, her kapının başına dikecek bir “bekçi”niz var mı?
Çünkü bu kez bir “tık”la engelleyemeyeceğinizi tecrübe ettiğiniz parklara, meydanlara, bu ülkenin dağına, taşına yazacak millet “hırsızlar imparatorunu”!
Tuvalet kapılarına yazacak; her giren okuyacak; kapıları da söküp açıkta görün ihtiyacınızı diyecek değilsiniz ya!
Olmaz, bu saatten sonra ayıplarınız çuvala sığmaz!
Sandıktan taşar! O zaman da, 30 Mart akşamı, sizi def eden mahallelerin sandıklarını mı çaldıracaksınız “hırsız yamakları”na!
Siz onu da yaparsınız yapmasına da fırsat veren olursa;
Maymun gözünü açtı!