Kara toprağın kendi kendine dönmesinin adını ölüm koymuşlar
Atların yelesinde savrulan hüznümün kalbinde atan bu aşkı ölüm koymuşlar
Kara büyülerin tezgâhında biçilmiş ve düğümlenmiş nice intihar çığlıkları
Her masal bittiğinde gökten düşen üç elmanın adını ölüm koymuşlar

Bense dilsizlerin konserine gidiyorum aşkın namazsız kıblesinden
Cehennem göğüslü ağıtların şirazesi kaçmış defterinden
Hüzün ayazda kavrulmuş bir bahar çiçeği gibi üşürken içimde
Bir telaşa kapılmışım bir telaşa âlemin şu yalancı gölgesinden

Bahar senin göbek adın demişti dilini bilmediğim bir gökyüzü
Suskun ırmak deltalarından ve rüyaların tuzlu gözyaşlarından
Hayal denizlerinden karaya vurmuş mısralar dermeye giderdim her akşam
En büyük yalan sendin ey dünya ve sendin kırık kalplerin ümidini çalan

Bir af dilekçesiyle senden sana doğru yola çıktığım günün akşamında
Gönlüm ki ateşin suyun ve toprağın ortasına kurulmuş bir idam sehpasında
Kalabalıkların uğultusuna karışmış yalnızlıklar sinek gibi üşüşürken başıma
Aşk kırık bir ok misali saplanmış kalbimin en senden yanına

Merdivensiz göğe çıkmanın adresini sorarsan miraçtır derim
Rahman olan Allah’ım yükselt içimin asansörlerini mağfiret katına
Kılıçlarının parıltısından gözü kamaşmayan kimsenin kalmadığı
Yükselt kalbimi nefsin sahrasına serilen bir yüce cihat sofrasına

Bakır bir yalnızlığın ortasında gümüşten gözyaşlarını seyrediyorum
Sadece suların bilebileceği bir berraklığın mahallesine gidiyorum
Üstümde kendi kendisine âşık bir baharın ayak sesleri çınlıyor
Ve ben bembeyaz bir atın üstünde ölüm meleğini bekliyorum