Çanakkale Savaşın’da şehit olan, Niğde`nin Hacı Abdullah Kasabasın’dan Şehit Muallim Hasan Ethem’in mektubu ve hayatı; 23. dönem Niğde milletvekili İsmail Göksel Bey`in girişimleriyle belgesel oluyor.

 Kültür ve Turizm Bakanliğı’nın desteklediği Şehit Muallim Ethem`in belgeselinin  yönetmenliğini ise hemşerimiz   Tolga Çelikkanat yürütüyor.

 

Eski Vekil İsmail Göksel  ile yapılan röportajdan:

 

Şehit Muallim Ethem`e olan hayranlığını her konuşmasında dile getiren Sayın İsmail Göksel bu projenin tarihimiz ve kültürümüz açısından çok önemli olduğunu vurguluyor ve şehidimizin kısa hayatının, kişiliğinin kendi hayatı üzerindeki etkilerini belirtmeden geçemiyor. Sayın İsmail Göksel Bey`in heyecanını; Şehit Muallim Ethem adını duyduğunda bile yüzünde ki ifadeden ve gözlerinden anlayabiliyorsunuz. Sayın vekilimiz kendi hayatını şehidimizin hayatıyla öylesine özdeşleştirmiş ki insan dinlerken  çok duygulanıyor. Sayın İsmail Göksel Bey Niğde`nin Hacı Abdullah Köy`ünde doğmuş tıpkı şehit Muallim Ethem gibi.

Örneğin; Şehit Muallim Ethem`in henüz hukuk öğrencisi iken askere gitmesi, vatanı için herşeyi arkasında bırakması ,Sayın İsmail Bey üzerinde o kadar büyük tesir etmiş ki; Sayın İsmail Göksel azim ederek askeri eğitim alır ve ardından hukuk fakültesine başlar. İnsanın kendisini böylesine onurlu bir insanı örnek alması ve hayatının rehberi olarak görmesi gerçekten imrenilecek bir durum! Sayın İsmail Göksel Bey`i dinlerken; insanın kendi değerlerine, insanına, tarihine, kültürüne tutkusunu daha iyi anlıyor insan. Aynı cografyanın, aynı toprağın, aynı kültürün insanı olmak belki de insanı insana bağlayan en önemli neden. Niğde insanı şehidine sahip çıkıyor ve bu konuda anlamlı etkinlikler düzenliyor.Yine Hacı Abdullah kasabasında ki Şehit Ethem temsili şehitliğini de Sayın İsmail Göksel  kendi maddi imkanlarıyla yaptırmış .Çanakkale ve Şehit Ethem ruhu hala Niğde de yaşatıyor.

 

 

 

Şehit Muallim Ethem kimdir?

“Şehit Muallim Ethem, Niğde’nin Hacı Abdullah (And- Ulus) köyünde 1308/1892 doğdu. Babasının adı Hasan, annesinin adı Zeynep…” İbrahim Ethem’in nüfus kayıt örneğinde böyle yazıyor. Dindar ve vatansever bir çocuk olarak büyüdü ve en büyük ideali öğretmen olup vatanı için faydalı nesiller yetiştirmek idi. Hem öğretmen olarak hem de hukuk tahsilinde bulunmak istiyordu. Fakat aynı yıllar, dünya başka bir olaya şahitlik ediyordu. Ülkesinin özgürlüğü için hiç düşünmeden savaşa gitmeyi göze almıştı.

İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyken aynı zamanda Beyazıt'taki Numune Mektebi'nde öğretmenlik yapan Hasan Ethem, 1915'te gönüllü olarak Çanakkale'ye askere giden bir yiğit. 25 yaşında yedek subay olarak askere giden Hasan Ethem, Yarbay Mustafa Kemal'in (Atatürk) komuta ettiği 57'nci Alay'da görevlendirildi. Hasan Ethem'in subay olan kardeşi Ahmet Halit de Çanakkale'de görevliydi. 19 Mayıs’ta sabaha karşı düşmana yapılan taarruzda kendi taburunun en önünde düşman siperlerine saldırırken Bomba sırtında şehit oluyor. İki ağabeyi de cepheden cepheye koşarken, Çanakkale Savaşı başladığında ağabeylerinden dolayı askerlikten muaf olmasına rağmen Muallim İbrahim Ethem gönüllü olarak cepheye koşuyor. Çanakkale Savaşı’na gönüllü olarak katılarak büyük bir fedakârlık gösteren Muallim Ethem, 3. Kolordu, 57. Alay, 2. Tabur, 6.Bölük’teydi.

 

SEHIT ETHEM`IN ANNESINE SON MEKTUBU

"Dört asker doğurmakla iftihar eden şanlı Türk annesi!

 

İçinden Öğüt alınacak mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

 

Gözlerimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni müjdeliyorlardı. Gözlerimi sola çevirdim; çiğil çiğil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım; hepsinin benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım; güzel bir bülbül, tatlı sevdasıyla beni müjdeliyor ve duygularıma ortak olduğunu ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

 

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri;

—Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.

— Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay..

— Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim

— Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayla giden sürü yok mu?

— Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel.

— İşte o'nun çobanından 10 paraya aldım.

 

Valideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.  Fakat bu sırada düşünüyorum... Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: " Validen kaderine küssün, ne yapalım... O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi..." Şevket merak etmesin; o görür, belki de daha güzellerini görür.

 

Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Şevket'le, Hilmi'de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli bir ezan okuyordu. 

Ey Allah'ım, bu ovada o'nun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün varlıklar onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaatle namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.  Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim: 

" Ey âlemlerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı! Sen bütün bunları bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.

 

Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ismî Celâlin'i İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveylel diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mutlu bir kimse tasavvur edilemezdi.

Valideciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.

 

Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? 

Kadir'e mektup yazdım.

Valideciğim, evdeki senet ve saireyi kimselere katiyen vermeyin ve sorarlarsa, biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir. 
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

Valideciğim, çamaşır falan istemem; paralarım duruyor, Allah razı olsun. " 

04 Nisan 1915

Oğlun, Hasan Ethem"

 

 

 

 

Editör: TE Bilişim