Niğde'nin Güllüce Köyü'nde her yıl geleneksel olarak yapılan, "Gül Baba'yı Anma, Yağmur Duası ve Pilav Şenliği", yapıldı. Ancak yine her sene olduğu gibi mezarlıklar çiğnendi… mezarlar üzerinde çocuklar koşturdu…

 

Niğde’nin Güllüce Köyü’nde her yıl geleneksel olarak yapılan, Gül Babayı Anma Yağmur Duası ve Pilav Şenliği, bu yıl da yüzlerce vatandaşın katılımıyla gerçekleştirildi.

 Haber : Selim GÖKEL

 

Anma programı Güllüce köyünde Gül Baba Türbesi’nin bulunduğu alanda gerçekleşti. Niğde dışından gelenler ve Niğde protokolü de anma programına katıldı.

 

 

Konuşmalar yapıldı… Dualar edildi… Kur’an-ı Kerim okundu…  Etli Pilavlar dağıtıldı…

  

Her yıl olduğu gibi bu yıl da kalabalık vatandaş topluğu anma şenliklerine katıldı.

 

Gülbaba’nın Türbesinin etrafı da mezar, anma şenliklerine katılan vatandaşlar mezar içerisinde adeta piknik yaptı. Mezar taşlarının ve mezarların üzerinde oturanlardan tutun da, mezarda koşuşturanlara kadar toplumumuza yakışmayan bir çok görüntü vardı.

  

Daha önceki yıllarda da aynı türden görüntüler yaşanmıştı. Defterk.com sitesi geçtiğimiz yıl yapılan anma şenliklerinde yaşananları  Emine Genç’in kaleminden aktarmış ve birde video yayınlayarak, bu görüntülerin  bir daha yaşanmaması temennisinde bulunulmuştu. O gün den bu güne  hiçbir değişiklik olmamış.  Şenliklerin yeri köy meydanı yada okul bahçesi yerine yine Türbe’de yapıldı ve bu yıl da Gül Baba’nın ve mezar sahiplerinin kemikleri sızlatıldı.

 

2011  Yılından Kemikleri Sızlatan Görüntüler Aşağıda…

 

 

KISACA GÜL BABA KİMDİR?

 

Gül Baba 1600’lü yıllarda yaşamış bir evliya dır.  “Osmanlı Sultanı 4. Murat Bağdat seferine çıktığında yiyecek ihtiyaçlarını gidermek üzere köyümüze gelerek Gül Baba’yı bulur. Gül baba bir tas bulgur, bir tas yağ ve salça gibi bir tedarik yaparak orduya bir pilav yapar ve tüm orduyu doyurur.

Ayrıca bir torba samanla da bütün hayvanları doyurur. Sultan 4. Murat bunda bir keramet olduğunu anlayarak Gül Baba ile görüşür. Padişah 4. Murat’a Gül Baba, koynundan yeni açmakta olan bir gül hediye eder. 4. Murat da çiçeği burnunda bir salatalığı kendisine ikram eder.

 

Gül Baba’dan hayır duasını ister ve Gül Baba’nın hayır duasını alan 4. Murat tarihte görülmemiş bir zaferle Bağdat seferinden döner.”

 

 

 

GÜL BABA HAKKINDA DAHA GENİŞ BİLGİ


Niğde’nin Güllüce köyünde de bir Gül Baba mezarı vardır. Hakkında ilk bilgiyi Ali Rıza Önder bir efsaneye dayanarak vermektedir:[8]



“Osmanlı ordusu, yine ünlü, şanlı tantanalı bir yürüyüşe çıkmıştı. Başlarında Sultan Murad Han olduğu hâlde İstanbul’dan yola koyulmuş, Anadolu yaylalarını aşarak Bağdat’a gidiyordu. Niğde çevresine geldiklerinde kara kış her tarafı sarmış, Toroslardan geçmek imkânı kalmamıştı. Konmaya ve üç gün oturup kalmaya elverişli bir yer aradılar. Bu yeri Niğde’nin yarım menzil kuzeyinde, Melendiz dağlarının doğu eteklerinde bulunan bir derede bulabildiler. Yukarıdan, köy içinden gelen akar su, işte buradaki Andaval özüne inmektedir. Dağların yol vereceği günleri beklemek ve o vakte kadar rahatça barınmak için Andaval özünden daha uygun yer bulunamazdı. Padişahın iradesi şu yolda oldu:


- Çadırlar kurulsun, ocaklar odlansın, davullar vurulsun, erler cirit oynasın.
Ne yazık ki aradan günler geçtiği hâlde kış uzadıkça uzamış, üst üste yağan kar bir türlü çözülmeye başlamamış, tozu dumana katan tipi şiddetinden bir şey kaybetmemişti. Saraydaki hesap taşraya uymayınca ordunun yiyeceği bitmiş, yakacağı tükenmişti. Otağdan çevredeki köylere, kentlere haberler gitti, buyrultular ulaştı. Askere yiyecek toplanması istendi. Yoksulu, zengini kolları sıvayıp yardıma koştular. Kimi un, kimi bulgur, kimi fasulye, kimi patates, kimisi de yağ, tuz, derken asker açlıktan kurtulmuş, yolların açılacağı, bellerin geçit vereceği gün bekleniyordu.


Atlar, arabalar durmadan işliyor, taşıtı ve biniti olmayanlar buldukları yiyecekleri sırtlarında getirmeye devam ediyorlardı. Bunlar arasında yoksulluğu ve kimsesizliği ile çevrede tanınmış olan yaşlı bir adam göründü. Bir çift öküzü ile bir kağnısından başka bir kese bulguru ile bir kaşık yağından başka bir yiyeceği yoktu. ‘Varını veren utanmamış.’ derler. O da öküzlerini koşup kağnısını çekti. Bir kese bulguru ile bir kaşık yağını yanına alarak ordugâha doğru yola koyuldu. Şimdi Güllüce deresi denen ve eski adı bilinmeyen dere kıyısındaki yoldan hızla ilerledi.


Aşçıların yerini bulup kağnısını ocak başında dayakladı. Aşçı başı köylü babaya bulgur kazanını gösterdi. Köylü baba kesedeki bulguru kazana boşalttı. Ama o sırada ne olmuşsa olmuş, kazan birden dolup taşmıştı. Gene de kesedeki bulgur bitmemiş, öteki kazanları da doldurmuştu. Kaşıktaki yağ da birdenbire bereketlenmiş, o da küpleri doldurup taşırmaya yetmişti.... Olanı biteni beyler, paşalar duydular. Padişah da duymuştu. Ermiş kocayı otağına çağırdı. Görüşüp konuştuktan sonra ayrılacakları sırada köylü baba cebinden yeni açılmış, kızıl gül çıkardı, padişaha sundu. Çadırın içine burcu burcu gül kokusu yayılmıştı.

Ulu hakan bu değerli armağanı taze bir yemişle karşılamak istedi. Teveğinden yeni kopmuş, üzeri terlemiş, çiçeği burnunda bir körpe hıyar uzattı. Böylece ermiş köylünün ermiş hükümdarı olduğunu gösterdi. Konuğunu uğurlayan Sultan Murad’ın dudaklarından şu sözler duyulmuştu:


- Ey eren, senin adın bundan böyle Gül Baba olsun, köyünün adı da Güllüce...
Yıllar yılı, yedi iklim dört bucaktan gelen ziyaretçiler Gül Baba’nın türbesine akın akın koşar dururlar.”


Yukarıda sunduğum efsanenin bir benzeri T.C. Kültür Bakanlığı’nca da değinilmiştir.[9] Ancak, bu sefer Gül Baba bulgur değil, çorba dağıtmaktadır: 



“Türk sultanı asker çeker, sefere çıkar. Mevsim kış, yollar kapalı. Ordu, Güllüce köyünün bulunduğu yerde çakılır kalır. Asker soğuktan titremekte, açlıktan kıvranmaktadır. Az ötede bir kulübecik var. Bacası buram buram tütmekte. Sultan atını kulübeye doğru mahmuzlar. Kulübede, ak sakallı, nur yüzlü, yaşlı bir Türkmen kocası, ocakta fıkır fıkır çorba kaynatmakta.


Sultan kulübeye adımını atar atmaz, ihtiyar gayet sakin, Sultanın selâm dahi vermesine meydan bırakmadan konuşur:


- Geldin mi? Ben de sizi bekliyordum. Üşümüşsündür. Geç şöyle ocağın başına. Askerlerin de üşümüştür, onlara bir çıra gönderelim de ısınsınlar.


Sultan şaşkınlık içinde. Ne diyeceğinin bilemeden ocağın başına geçer. İhtiyar ocaktan bir çam alır. Sultanın nöbetçilerinden birine uzatır:


- Götür bunu çocuklar ısınsınlar. Biraz sabrederlerse çorba da hazır.


Sultan dayanamaz:


- Bu küçük ateşle onları ısıtacak, şu kaynayan tencereyle mi karınlarını doyuracaksınız? der. İhtiyar, yine sakin:


- Elbette, Allah Kerim.



Bir süre sonra, ordu çadırlarını kurar, küçücük ateş, koca bir köz olur meydanda herkes ısınır. Kaynayan tencere, karavanlara kepçe kepçe döküldüğü hâlde bir türlü bitmez. Artar bile.


Sultan memnun, izin ister ihtiyardan. Giderken, Türkmen kocasını bir kez daha denemek ister. Koynundan, atlas bir kese çıkarır. İçerisi altın dolu. İhtiyara uzatır. İhtiyar:


- O bize değil, seferde size gerek. Bizim dünya malında gözümüz yok. Biz gönül adamıyız. Bizim işimiz gönülledir.



Bunu dedikten sonra, karakışın ortasında, koynundan, fidanından yeni koparılmış bir taze gül uzatır. Sultan gülü alır, ihtiyarın ellerini öper:



- Bundan böyle senin adın Güllü Baba olsun, der, yoluna devam eder.
O günden sonra, Güllü Baba'nın kulübesinin yakınında bir köy kurulur. Adına Güllüce derler. Siz buna ister efsane deyiniz, ister hikâye. Türk konuk severliğine, gönülden yapılan bir ikramın taze bir gül gibi karakışta dahi bozulmadan kalabileceğine nede güzel örnek.”


Adnan Çelik efsaneye yeni bir katkıda bulunmaktadır:[10]



“Adana’ya doğru hareket etmek üzere yola koyulduk. Niğde’ye geldiğimizde Güllüce Baba Hazretlerinin kabrine uğradık. Kabrin anahtarını uzunca bir süre köy halkından sorduktan sonra, hazretin kabrini ziyaret nasip oldu. Derler ki, Güllüce Baba Türbesinde bir dilek tutup, gözleri kapalı, baş öne eğik bekleyen, bedeni 180 derece dönerse, biiznillah dileği kabul olmuştur. Dualarımızı yapıp, hazretin ruhuna okuduktan ve bir kardeşimizin yüz seksen derece dönüşünü müşahededen sonra, Adana’ya doğru yola koyulduk.”


Rehber Ansiklopedisi, Güllüce’de yatan yatırın isminin Misalî Baba (nam-ı diğer Gül Baba) olduğunu bildirilmekte ve aşağıdaki bilgiyi vermektedir:[11]



“Anadolu'da yetişen meşhûr velîlerdendir. Misâlî Baba ve Gül Baba lakaplarıyla tanınmıştır. On yedinci asırda yaşamıştır. Osmanlı Sultanlarından Dördüncü Murâd Hanla görüşmüştür. Bağdât seferi sırasında ziyâretine gelen Sultana kış mevsiminde koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. Kabri, Niğde'nin dokuz kilometre kuzeyinde bulunan Güllüce köyündedir. Bu köy, ismini onun isminden almıştır.


Misâlî Baba'nın vefâtından sonra da çok kerâmeti görülmüştür. Kabrini ziyaret edip onu vesîle ederek dua edenler bereketlerine kavuşmuştur. Yakınındaki velî kabirlerinden birinin yanında bulunan bir taş çevredeki köyden bir kimse tarafından alınıp götürülmüştü. Sabahleyin taşın tekrar yerinde olduğu görülmüştür. Birkaç defa götürülmüş ve aynı taş tekrar yerine dönmüştür.



Misâlî Baba'nın kabri üzerinde türbe yoktur. Kabrinin çevresinde dergâhının kalıntıları ve biri kubbeli biri de düz damla örtülü iki türbe vardır. Talebelerine veya yakınlarına ait olan bu türbelerden başka yine kabri çevresinde başka velî kabirleri de vardır.



Yakınındaki kubbeli türbede talebeleri olduğu rivayet edilen ve çok kerâmetleri görülen iki velî kabri bulunur. Aynı türbenin çilehâne bölümünde bir kabir daha bulunmaktadır. Bu türbenin kapısının önünde birinin isminin Şeyh Ahmed olduğu rivâyet edilen iki evliyânın kabri vardır. Bu kubbeli türbeyi Niğde'nin Adırmusun köyünden Halil Ağa adında bir kimsenin yaptırdığı nakledilir. Rivâyete göre Halil Ağa, rüyâsında bir zât görür. Bu zât; Güllüce köyünde bir kulübe içinde kabri olan velîlerin üzerine türbe yaptır, der. Bunun üzerine bu türbeyi yaptırır. Deli olan kimselerin bu türbede birkaç gece yatırılıp şifâya kavuştuğu çok görülmüştür. Bu sebeple halk arasında; Uyuz olan ılıcaya, deli olan Güllüce'ye sözü meşhurdur.
Üzeri düz damla örtülü türbede başka kabirler vardır. Bu kabirlerden biri beşik şeklindedir.


Misâlî Baba'nın kabri üzerine defalarca türbe yapılmak istenmiş, ancak yapılan kısımların her sabah yıkıldığı görülmüştür. Bu zâtın, üzerine türbe istemediği kanâatine varılarak bundan vazgeçilmiştir.



Yakınındaki kubbeli türbede misâfirlerin aydınlanması için konulan gaz lambaları ve gaz yağı bir gece biri tarafından çalınmak istenmiştir. Bunları türbeden alıp gitmek isteyen kimse, türbenin kapısının aniden kapandığını görmüş, ne kadar açmak istediyse açamamıştır. Aldığı şeyleri yerine koyunca kapı açılmış, tekrar alıp çıkmak istediğinde, kapı yine kapanmıştır. Bir türlü açılmadığını görünce, yaptığına pişman olup aldığı şeyleri yerine koyarak tövbe etmiş. Sonunda kapı açılmış ve çıkıp gitmiştir.



Misâlî Baba'nın ve çevresindeki velilerin geceleri beyaz elbiselerle kabristanda dolaştıkları ve namaz kıldıkları çok görülmüştür. Kabri başında devamlı ziyâretçi görülür. Bu ziyâretçiler zaman zaman Misâlî Baba'nın tekkesi civârında Allahü teâlâ için adak kesip, sevâbını Misalî Baba ile orada yatan evliyanın, mevtânın rûhlarına hediye etmek için fakirlere dağıtırlar.


Misâlî Baba'nın kardeşi olduğu rivayet edilen bir evliya kabri de yakın bir köy olan Velî Îsâ (Yayla Yolu) köyü yakınındaki Boztepe üzerindedir. Bu kardeşi ona; Eğer bu ak sarıklı kardeşini seviyorsan, sen burada kal. İnsanlar senin kabrini ziyaret ederek Allahü Teâlâ’nın izni ile şifaya kavuşsunlar. Ben de Boztepe'ye gideyim. İnsanlara rahmet ve bereket için dua edeyim, diyerek Boztepe'ye gitmiş ve orada vefât etmiştir. Kabri bu tepe üzerindedir. Halk arasında şiir ve mânilerde:


Boztepenin erenleri


Geri koyun varanları,


diye zikri geçen bu zattır.


Misâlî Baba’nın insanları irşâd için ikâmet ettiği dergâhının kalıntılarından bazı taşlar çevresindedir. Ayrıca kendi dergâhına mahsus ve cihâdda kullandıkları sancakları uzun zaman muhâfaza edilmiştir.


Bir Avuç Bulgur


Osmanlı Sultânı Dördüncü Murâd Han, Bağdât seferine giderken Misâlî Baba'nın bulunduğu köyün yakınında bir yerde ordusunu istirâhate çekmişti. Bu sırada çevreyi dolaşan Sultan, onun köyüne uğradı. Köyün alt tarafında küçük bir kulübe gördü. Yaklaşıp kapısını çaldı. Kulübenin kapısı açılıp, Sultanı, nûr yüzlü bir zât karşılayıp, tebessüm ederek içeri aldı. Onun velîlerden olduğunu fark eden Sultan, hürmetle huzurunda oturup, bir müddet sohbetini dinledi ve duâsını aldı. Ayrılıp giderken Sultana birkaç avuç bulgur ve bir torba da saman verdi. Sultan bunları alıp ordusuna döndü.


O gün yemek zamanı kendisine Misâlî Baba tarafından hediye edilen birkaç avuç bulgurun pilav yapılmasını istedi. Sultanın emri üzerine bulgur, pilav yapıldı. Bu bulgur pişirilirken gitgide artıp çoğaldı ve kazanlar dolusu pilav oldu. Bütün ordu bu pilavdan yiyip doyduğu hâlde yine de arttı. Samanı da atlara vermişlerdi. Saman da artıp atları doyurdu.


Sultan, Misâlî Baba'nın bu kerâmeti üzerine tekrar huzuruna gitti. Ona bazı hediyeler verdi. Misâlî Baba, Sultanın hediyesine karşılık, elini koynuna sokup, daha yeni açılmış taze bir gül çıkardı ve Sultan’a verdi. Sultan, gül mevsimi olmadığı halde kışın böyle bir gül vermesinin de başka bir kerâmeti olduğunu görerek, bir müddet daha sohbetinde kaldı. Sonra duasını alıp elini öptü vedalaşıp ayrıldı.



Bağdât seferine giden Dördüncü Murâd Han, Misâlî Baba'nın ve yol boyunca ziyaret ettiği velî zâtların duası bereketiyle tarihte benzeri az görülen bir zafer kazandı.”


Misalî’nin 60 sayfalık Feyznâme-i Misalî Gülbaba isimli bir divanı vardır. Bu yazma eserin istinsah (kopyalama) tarihi 1736’dır. Eserin sonunda, bu kitabın tarihi 960, yazmaktadır ki bu da miladî olarak 1561 yılına isabet etmektedir.[12]



Bu manzumenin en dikkate değer tarafı, Misalî nam-ı diğer Gül Baba’nın eseri, Budin’de tamamladığını belirten 1054. beytidir. 

 

 

 

Editör: TE Bilişim