Niğde’nin en güzel camisi hangi camidir diye sorsanız hiç düşünmeden Alaaddin Camii derim. Çocukluğumun geçtiği evin karşısındaki cami. Bu caminin nev-i şahsına münhasır bir cami olduğuna inanmışımdır hep. Küçükken kar yağdığında toprak olan evimizin damından karları temizlerken bir masal gibi karşımda hep onu görürdüm. Bu cami ta o zamandan kalbime nakış nakış işlenmiş olmalı.
 
Alaaddin Cami'nin kendine mahsus hususiyeti nedir diye sorsanız ilk etapta vereceğim cevap; kapısındaki taç başlı bir kadın figürünün olması. Uygun güneş ışığının düşmesiyle kapıda beliren taç giymiş bir kız siluetinin ortaya çıktığını görmek ne güzel bir duygu. Güneşin ziyalarının baharda belirli bir açıyla caminin kapısına yansıdığında buradaki taş işlemelerin oyuntu ve çıkıntılarında bu ışık ve gölgeler vasıtasıyla fesli veya taçlı, örgülü saçlarıysa yanlarından sarkan, boynunda takıları olan bir genç kız görüntüsü ortaya çıkması fevkalade bir görüntü.
 
Bu kapının ilk hikâyesini duyduğumda merak duygusunun etkisiyle kütüphanenin yolunu tuttuğumu hatırlıyorum. Şimdi bir iş merkezi kılıklı beton yığının yükseldiği eski Niğde halk kütüphanesindeki ansiklopedilerde, il yıllıklarında kaç defa aradım bu caminin hikâyesini. Karşıma efsanelere karışmış hep şu hikâye çıktı.
 
Devir Selçukluların hüküm sürdüğü altın bir devir. Yıllardan 1223. Niğde sancakbeyi Zeyneddin Beşere Selçuklu hükümdarı 1. Alaaddin Keykubat adına, şimdiki caminin olduğu alana bir cami yapılması için emir verir. Camiyi yapan taş ustası, sancakbeyinin kızına âşıktır ve aşkını dile getirecek imkânlardan yoksundur. Neticede o bir taş ustası, sevdiği ise bir beyin kızıdır. O aşkını haykırmak istiyor fakat her seferinde gerçeklerin taş gibi soğuk yüzüyle karşılaşmaya devam ediyordu. Fakat usta ne yapıp edip aşkını bir şekilde ortaya koymaya bir kere karar vermişti artık. Bunu en iyi sanatıyla anlatabilirdi. Ve usta sevdiği kızın yüzünü güneşle birlikte aydınlansın diye caminin giriş kapısına işledi. Artık aşkını doğan güneş haykırıyor, taş dile geliyordu. Ümitsiz aşka tutulmuş ustanın yüreği böylece bir nebze olsun felah buldu. Ve aşkı o kadar büyüktü ki bunu ancak güneş dillendirebilirdi.
 
Bu hikâye halk arasında da anlatılan ve efsaneleşen bir hikâyedir. Buradaki hikâyenin kahramanı taş ustası ne güzel bir âşıktır ki imkânsız aşkını kalbine, sevdiğinin cemalini ise taşlara yansıtmış aşkıyla taşı bile yumuşatmayı başarmıştır. Dünyada eşi benzeri olmayan bu eşsiz sanat eseri Niğde Kalesinde tüm dünyaya aşkın büyüklüğünü, sevginin yüceliğini ve temizliğini yansıtmaya devam ediyor. Ve Alaattin Cami çocuk düşlerimin kalbinde açan en güzel çağların dörtnala koşan atlarında ve bilinçaltı mahzenlerimin en gizli odalarında ve ruh meclisimin başköşesinde kurulmuş en vakur haliyle şehrimin en güzel yerinde bir manevi santral gibi çalışıyor çalışıyor...
 
Taşlara işlenmiş bu aşkı ve Alaattin camini bir şiirimizde şöyle anlatmıştık..
 
Gül asrından ne diye sorarlarsa eğer
Gülün bir kokusu kaldı dersiniz
Saçlarında karanfiller tütsülenen kızların yanaklarında
Bir uçurumum adı konmamış gamzesi durur
 
Yârin bir gülüşüne hangi taş ağlamaz
Doğan her güne güneşle birlikte gülse de
İpini kaybetmiş bir uçurtmanın kederini
Özgürlük diyerek anlatmasın kimse
 
Gel at sürelim Nahita şehrine
Orada taşlara yazılmış bir mektup var
Kalbini bir mühür gibi vurmuş oraya
Kapının eşiğinde bir gül ağlar