1964 yılında bir kış sabahı Sabiha  ders çalışmak için erken kalkmıştı. Hafifçe odasınınperdelerini açarak dışarıya baktı. Her taraf karla kaplıydı. Ders çalışmaktan vazgeçerek kışlık giysilerini giydikten sonra sessizce dışarı çıktı. Annesi ve babasını uyandırmadan damları üzerindeki karları kürüyecekti. Tehlikeli de olmasına rağmen kırık bir merdivenle bir eline aldığı kar küreğiyle damlarının üzerine çıktı. 13 yaşındaki bu kız çocuğu  soğuk rüzgarlar altında karları kürürken  ağzının içinde mırıldanarak derslerini tekrarlıyordu. Cıvıl cıvıl haliyle hayata bağlılığı, her ne kadar kendi elinde olmasa da, onun geleceğinin bir göstergesiydi.
 
Annesi Gülsüm uyanır uyanmaz kocasına : “ Bak bey!  Sabiha’m yine dama çıkmış... Her kar yağdığın da bizi uyandırmadan damlarımızdaki karları temizlemek için çırpınır... Yatağını da toplamış... Biricik kızım kırık merdivenle nasıl çıktı ki yukarıya?” dedi . Ve evlerinin giriş kısmının önünden  bağırarak:
 
“- Kızım okula gideceksin biraz sonra... Yorulma sen! Gel önce karnını doyur... Sonra çıkar ben karları temizlerim!” dedi. Sabiha :
 
“-Anneciğim uyandınız mı? Siz beni düşünmeyin... Ben ne kadar da dikkat etmiştim; sizi uyandırmadan şu işleri bitirmek için...” Gülsüm hanım :
 
“-Dama çıktığını daha önce fark etmiştim ! Kürek seslerinden... Kızım, biraz önce sesini de duydum...  Konuşuyordun... Benden bir şeyler mi istiyordun yoksa?”
 
“- Yok anne biraz yüksek sesle derslerimin tekrarını yapıyordum...”
 
“- Sabahın bu kör saatinde dam başından kızımın ayakları kayar da düşer diye, bir türlü uyuyamadım... Çıkayım da  bir bakayım dedim kendi kendime... Babanın bir erkek çocuk istemesi de işte bu yüzdendi. Sana kıyamıyoruz kızım... İşini çabuk bitir de  in aşağıya ...”
 
Tam kapıyı açıp içeriye gireceği sırada annesi aşağıdan tekrar seslendi :
 
“- Kızım az kalsın unutuyordum... İneceğin zaman bana haber ver yüksek sesle de, merdiveni tutayım... Biliyorsun merdivenimiz çok sağlam değil...”
 
Sabiha üşüdüğünü fazla belli etmeden :
 
“- Tamam anneciğim sen hiç merak etme... Güneş doğmadan ben buraları temizlemek istiyorum... Değilse  su altında kalırız.Git biraz uyu...” dedi.
 
Bu sözlerinden sonra, bir an için gözleri daldı... uzaklara bakarak.“Annem neden erkek evladı istediklerini bana anlatıyor... Sanki erkek çocuğuyla kız çocuğunun bir farkı varmış gibi...Halbuki  her ikisi de evlat... her ikisi de can taşıyor?..Ben bir mana veremiyorum?” diye zihninde annesinin sözleriyle ilgili yorumlar yaptı.
 
Sabiha annesi ve babasının yorulmalarını istemediği  için, zor da olsa bu işleri seve seve yapıyordu. Bir taraftan derslerine çalışması diğer taraftan da bu şekilde ev işleri yapması ona mutluluk veriyordu.
 
 
 
Nisan ayının ilk haftasında, şehir merkezine 4 km uzaklıktaki bağ evlerine taşındılar. Orada hem meyveleri hırsızlara karşı koruyacaklar... Hem de bağ işlerini yakından takip edeceklerdi!
 
Her gün oradan okula gidip gelmek güç  olsa da buna katlanmak zorundaydı...
 
Günlerden  bir gün,  okul sonrası  yaya olarak elindeki  ders kitaplarıyla dolu çantasıyla bağ evlerine gidiyordu. Yollar ıssızdı. Arada sırada bekçi düdüklerinin  yankılanan sesleriyle çevredeki çekirgelerin   sesleri birbirlerine karışıyordu ! Bir ara, arkasından bir kişinin koşarak kendisine doğru yaklaştığını fark etti ! Birden korkarak irkildi! Geriye baktı. Bir okul arkadaşıydı! Titrek adımlarla gelen bu kişi Sabiha’ya  :
 
     “- Sabiha... Sabiha ben Ahmet... Çoktan beri seninle konuşmak istiyordum.
 
Şehirdeki evinizde otururken cesaret bulamamıştım! Ben seni çok seviyorum! Bunun için peşinden geldim!” dedi
 
Sabiha :
 
      “- Ama ben seni hiç sevmiyorum ki ! Sen sevgini kendine sakla! Sonra peşimden gelmeyi de bırak! Bir  gören olursa seni değil,  beni suçlarlar...”
 
Ahmet :
 
“ -  Ama... “
 
“ -  Aması maması yok... Beni rahatsız etme! “ diye karşılık verdi Sabiha.
 
Tam bu sırada bağ bekçilerinden biri yandaki bağın yıkık duvarlarının üzerinden atlayarak önlerine çıkmıştı! Sabiha ve ailesini tanıyan biriydi...
 
Her ikisi de donakalmışlardı... Bekçi :
 
“ - Kız  Sabiha... Kim bu peşindeki kırık?” (*)
 
Sabiha kıpkırmızı  olmuştu. Sıkılgan bir şekilde :
 
“- Benim haberim yok... sınıf arkadaşım peşime takılmış... Ben de...”
 
Bekçi :
 
“ - Kes sesini! Sen fırsat vermezsen bu adam senin peşine takılmaya cesaret bulabilir mi? Bana maval okuma!”
 
 Ahmet’e döndü sonra :
 
“ - Utanmıyor musun ulan tek başına gelen bir kızın peşine takılmaya? Şunlara bak okuyacaklar da adam olacaklar şu vaziyetleriyle! Söyle bakayım sen kimin çocuğusun?”
 
Tekrar Sabiha’ya döndü:
 
“ - Biraz sonra babanı göreceğim... Anlatacağım olup bitenleri. Kızınız bağ yollarından arkasında bir kırıkla buraya geliyor diyeceğim! Namussuz seni! Bir de utanmadan konuşuyorsun benim  karşımda! “ dedi.
 
Ahmet konuşmalar devam ederken koşar adımlarla  oradan uzaklaştı... Tek bir cevap dahi verememişti. Bekçinin  sözleri onu da oldukça etkilemişti?
 
Sabiha  bekçinin söyledikleriyle endişeye kapılmıştı. Zihninden geçen bir yığın soruya cevap arıyordu! İşin içinden nasıl çıkacaktı? Bekçi gerçekleri çarpıttığı gibi, kendisine konuşma fırsatı dahi vermemişti! Aksine bir suçlamayla karşı karşıya kalmıştı! “Bor gibi küçük  bir  ilçede  bekçi kendi kafasındaki  suçlamaları  aleyhimde birkaç kişiye anlatsa benim hayatımı karartmaya  yeter...” diyordu içinden!
 
Bağ evine gelmişti. Kapıya  bir kaç kez vurdu... Sonra :
 
“- Anne!.. Anne!..” diye bağırdı.
 
Ses gelmeyince yandaki iri bir taşın altına baktı. Dış kapının anahtarı oradaydı...
 
İçinden “ İyi ki annemler daha gelmemişler...” dedi. Kapıyı açtı ve arkasına bir taş koydu.
 
Sonra bağ evinin anahtarını da her zaman koydukları yerden aldı. Kapıyı açtı! İçeriye girdi.
 
Karşısındaki raf üzerinde bulunan “folidol” isimli elma kurdu zehiri birden dikkatini çekmişti!
 
Çantasını bir kenara attı. Zehir kutusunu eline aldı. Çantasından bir kağıt çıkararak bir şeyler yazdı. Sonra zehir kutusunun kapağını açarak birkaç yudum içti! Çok geçmeden olduğu yere yığıla kalmıştı
 
Çekirge sesleri her zaman olduğu gibi çevreyi kuşatmaya devam ediyordu...
 
Bir saat sonra dış kapı vuruluyordu. Annesi ve babası gelmişlerdi. Annesi :
 
“ Sabiha’mız gelmiş...” dedi  kocasına! Biraz beklediler kapının açılmasını. Ses gelmeyince babası öfkeli bir biçimde biraz daha kuvvetli yumruklamaya başladı kapıyı :
 
“- Sabiha... Sabiha! Neredesin... aç kapıyı? “
 
Tahammül güçleri kalmamıştı... Kapıyı zorlayarak ittiler arkadaki taşla birlikte... Eşekleriyle içeriye girdiler... Kedileri acı acı miyavlıyordu... İç kapı açıktı ve Sabiha ortada yatıyordu. Ağzında köpükler vardı... Kenarda ağzı açık duran bir elma kurdu zehiri... Önünde  defter, yanında kalem bulunan bir kağıt parçası vardı.  Üzerinde ise şunlar yazılıydı :
 
“-Çok kıymetli anneciğim ve babacığım, Hayatım boyunca korkuyla yaşadım... Sizi su ana kadar üzdüysem beni affedin! Arkamdan herhangi bir suçlama olursa inanmayın! Ben suçsuzum! Öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı çok seviyorum... Bir kişi hariç. O ise, benim hayatımı kararttı!
 
Annesi ve babası gözyaşlarını tutamadılar! Belki ölmemiştir diye  eşeklerinin üzerine onu yüzükoyun yatırarak şehir merkezine götürdüler! Feryatları dayanılacak gibi değildi!.
 
Babası :
“İnşallah kızımız ölmemiştir...” diyordu  hanımına.
 
............
 
Hastanede acil serviste kontrolden geçirildi!  Doktorlar :
Sabiha için “ iki saat önce ölmüş ...” dediler.
 
Çevrede bilinmeyen sınıf arkadaşının aşkı, gizli kalan bekçinin  suçlamaları ve ortaokul ikinci sınıf öğrencisi  Sabiha’nın sona eren hayatı  yönünde  yorumlar yapıldı! Arkasından okunan yüksek notları arkadaşlarına ve öğretmenlerine hüzünlü anlar yaşatırken, sınıfında boş kalan yeri asla doldurulamadı.
 
Çekirge seslerinin yankılandığı sokaklardaki  acı hatıralar gibi mevsimlerin ibresi kışları gösterirken  damlarını örten beyaz hüzünler yine onların önlerine serilecekti.
 
Acılar karla kaplanırken  sadece damlar, kar küreği ve kırık bir merdiven olmayacaktı  Sabiha’yı anlatan...
 
 
(*) Kırık : Bölge halkınca “züppe” anlamında kullanılmaktadır.
 
       Bor - 1965

 Selam ve sevgilerimle.
 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
 
 ----------------------------------------------------------------------------------------
http://www.artmajeur.com/serap/
http://artsrtlettres.ning.com/profile/UEzeyirLokmanCAYCI
http://www.facebook.com/profile.php?id=100002998118127
---------------------------------------------------------------------------------------
Resim  : Üzeyir Lokman ÇAYCI

 
















Nerede yer aldı?
 
http://www.doguedebiyati.com/doguedebiyati-2.pdf
http://delidalgalar.blogspot.com/2007/04/acilar-karla-kaplanirken.html
http://www.mudanyamudanya.com/default.asp?sayfa=3&altid=6&id=861
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/17/491580.asp
http://hikayeler.chatlama.net/hikaye/ACILAR_KARLA_KAPLANIRKEN.html
http://www.turklider.org/tr/EditModule.aspx?tabid=1&mid=3937&ItemID=1064&itemindex=0
http://www.azadiyame.net/showthread.php?t=20525
http://www.turkpartner.de/Yazarlar/UzeyirCayci.htm
http://groups.yahoo.com/group/E_TURKEY/message/3762?l=1
http://www.herseynet.com/yazarlar/yazi.php?yazi_id=338
http://www.siirparki.com/haftoy11.html
http://www.hikayede.com/tag/acilar
http://www.angelfire.com/comics/mizah0/haftoy11.html
http://www.huryildiz.com/Detay.asp?yazar=152&yz=4072
http://www.yazarlar.iwarp.com/acikar.htm
http://birgo.mynet.com/06_papatya66/index/page,6
 
 
 
Ne dediler? 
 
 
 
¤ Cumartesi,  06 Temmuz 2002   20:10
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
 
 
Merhabalar
 
Öykünüz  inanın insanın hayata daha da sıkı sarılmasına neden oluyor. Aslında ben de insanın mutluluk arayışını trajik bir arayış olarak görüyorum. Çünkü biz doğduğumuzdan itibaren aslında hayatımızı tüketmeye başlıyoruz. Ve bizim doğumumuz zaten trajik bir doğum. İstemeden geliyorsun dünyaya. Ve nereye, hangi ortama geleceğini bilmiyorsun ve bunları asla tayin edemiyorsun. Gerçek bu. Ama başka bir gerçek daha var. Hayatı sadece böyle yaşamamalıyız: acılar içinde. Yaşadığımız bu hayatı kendi anlamının dışında anlamlı kılmaya çalışıyoruz. Bu bizim mutluluk arayışımız. Elimizden geldiğince hayatı kucaklamamız lazım. Daha doğrusu bu hayatın içinde coşku ile var olmamız lazım. Tabi bunlar benim kişisel duygularım. Ama hayatın bir dönemini atlatmış ve yoğun yaşamış bir insan olarak şimdi kendimi son derece olgun, durulmuş, dingin hissediyorum.Bunu şiire borçluyum desem yanılmam, çünkü şiir dünyası gerçekten sonu olmayan  farklı bir serüven ve bu serüveni hayatım boyunca izleyeceğime dair söz veriyorum sevgili Üzeyir bey.
 
Saygı ve sevgiler, her şey gönlünüzce olsun….
 
 
 
Özden BEYOĞLU
 
Kosova Radyosu
 
 
 
 
 
¤  Salı,  26 Haziran 2002   01:11
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
 
 
Evet, kızı takip eden çocuk da suçlu değil zaten.. o da korkuyor bu durumda... Ve nasıl davranacağını dahi bilemiyor... kaçmaktan  başka... Ve şu söz can alıcı bir nokta : "...Kes sesini!  Sen fırsat vermezsen bu adam senin peşine takılmaya cesaret bulabilir mi? Bana maval okuma!"... Evet, işte bu düşünceyle öylesine suçlanıyor ki kızlar...kendileri bile buna inanıyorlar neticede..
Ayrıca şu sözlerde çok dikkat çekici : "....... Utanmıyor musun ulan tek başına gelen bir kızın peşine takılmaya? Şunlara bak okuyacaklar da adam olacaklar şu vaziyetleriyle! Söyle  bakayım sen kimin çocuğusun?"...Evet, okumak isteyen kişinin sevme hakkı yokmuş gibi... Oysa okul yıllarında başlayan bu masumca sevgiler ne kadar  güzeldir... Neyse... ve işte önemli bir tesbit daha:  "... Bor gibi küçük bir ilçede bekçi kendi kafasındaki suçlamaları aleyhimde birkaç kişiye anlatsa benim hayatımı karartmaya yeter..."  diyordu içinden!
Evet... gerçekten ana hatlarıyla konuyu yakalamış ve  vermişsin...
Ve  su satırlar da çok güzel gerçekten : "Çekirge seslerinin yankılandığı sokaklardaki acı hatıralar gibi mevsimlerin ibresi kışlarş gösterirken damlarını örten beyaz hüzünler yine onların
önlerine serilecekti.
Acılar karla kaplanırken sadece damlar, kar küreği ve kırık bir merdiven olmayacaktı Sabiha' yı anlatan... "
 
 
 
Meral AKIN
 
Öğretim Görevlisi
 
 
 
¤  17.07.2004
 
Konu : Acılar karla kaplanırken 
 
Sevgili okurlarım, bugün size gerçek bir yazar ve bir şairden; Fransa’da yaşayan Üzeyir Lokman ÇAYCI‘dan gerçek bir öykü aktarmak istedim. Bu olaya Bor‘da yaşadığı yıllarda, ortaokulda tanık olmuş.
 
Bu küçük kızın hayali yüreğinden asla çıkmamış. Bu öykü, ülkemizde yaşanan gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor. Eminim benim gibi sizin de tüyleriniz diken diken olacak. Şiir ve öyküleri pek çok ödüle layık görülen sevgili sanatçıya bu öyküsünü yayınlamama izin verdiği için şükranlarımı sunarım.
 
Feyza ALGAN
Hürriyet Gazetesi
 
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/17/491580.asp
 
 
 
¤ 17 Temmuz 2004 Cumartesi 18:43
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
Anlattığınız hikayeye üzülmedim... Tam aksine olayın kahramanı Sabiha'ya çok kızdım..
Yani ölüm kurtuluş diyil bence! Neden ailesiyle konuşmak yerine direk ölümü düşündü bu bana çok mantıksız geliyor.Yani ne olursa olsun bir cana kıymak..Tamam aile çok otoriter olabilir; despot da ve hatta tutucu da ve hatta gericide olabilir. O zaman bırak annen veya baban öldürsün seni! Konuşmak diye bi olay var kardeşim... konuşmaaak... Yazmayın bi daha böyle hikayeler ve hoplattırmayın benim sinirlerimi:))
Ne hakla Allah'ın verdiği canı alıyooo... hayat herşeye rağmen GÜZELDİR..
BENDEN SİZE SELAM OLSUN.
 
bilge biri
 
 
¤ 19 Temmuz 2004 Pazartesi 12:10
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
Hikaye hüzünlü, hikaye hala yaşanan gerçek, bu da bizim diğer yanımız. Kaleme aldığınız için teşekkürler, şiir kitaplarınıza nasil
ulaşabilirim ?
Sevgiler.
 
Mücella ASLAN
 
 
 
¤ 20.07.2004 10:58
Konu : Acılar karla kaplanırken 
 
Sayın Üzeyir Lokman Çaycı,
17 Temmuz cumartesi Güzin Abla'da çıkan hikayenizi okudum. Çok içten ve akıcı bir anlatımınız var. Bende kendimce birşeyler yazmaya çalışıyorum ama henüz yayınlanmaya değer bulamıyorum. Henüz 23 yaşındayım, belki de bunun getirdiği tecrübesizlikten yazılarımı okunmaya ve yayınlanmaya değer bulamıyorum. Türkiye'den size bu manzarayı gönderiyorum. Umarım beğenirsiniz. Başarılarınızın devamını dilerim, cevap yazmanız dileğiyle.
 
Sibel KARACA
 
 
 
¤ 26 Temmuz 2004 Pazartesi 09:11
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
 
Sayın Üzeyir Caycı
Hürriyet gazetesi ekinde, yaşanmış bir öykünüzü okudum çok duygulandım başarılarınızın devamını dilerim.
Saygılar.
 
M. Karlova
 
 
 
 
 ¤ 20.07.04 - 09:29
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
 
Dün Hürriyet'in « Güzin Abla köşesinde » bir öykünüzü okudum 15 yaşımda başımdan gecen bir olayla öyle örtüştü ki size bir « merhaba » demek istedim.ne acı gerçeklerimiz var değil mi ? Hâlâ adı konamamış, ölmeye yakın yaşamayı öğreniyoruz.
Sevgiyle kalın... hoşçakalın.
 
G. GÖKBAŞ
 
 
 
 
 
¤  21.04.2007 14:18
 
Konu : Acılar karla kaplanırken
 
 
 
Üzeyir Bey Merhaba,
 
Az önce okudum küçük Sabiha’nın Bor’da geçen dramını.İnanın tüylerim ürperdi. Size yazmadan duramadım. Elinize sağlık,kaleminize sağlık çok etkileyiciydi. Umarım halen böyle insanlar varsa bunu okuyunca biraz olsun insafa gelirler.
 
Belki bir gün Türkiye’de de bu tür olaylar son bulur. Sadece teşekkür etmek istemiştim umarım rahatsız etmedim. Yazmaya hep devam etmeniz dileklerimle…
 
 
 
Nejla KARAMAN
 
 
 
 
 
¤  30.01.2008 07:28
 
 
Konu :  ACILAR KARLA KAPLANIRKEN
 
LOKMAN HARİKASIN 1965 BOR'a UNUTAMICAM ANILARIMA TAŞIDIN. ELİNE SAĞLIK YAZMAYA DEVAM. SABIRSIZCA YENİLERİNİ BEKLİYORUZ. 40 SENENİN ÖZLEMİYLE KUCAK DOLUSU SEVGİLER SANA.
 
 
Dr. Ahmet İÇAĞASIOĞLU
 
 
 
¤  21/07/2004 09:18
 
17 temmuz 2004 günü gazetede yayınlanan hikaye
 
Konu :  ACILAR KARLA KAPLANIRKEN
 
 
 
Böylesine gerçek bir hikayeyi bizimle paylaştığınız ve Anadolu toprağının dramını,sancısını,kadın olmanın bedenen ve ruhen ne ağır sorumluluklar yüklediğini bir kez daha dikkate değer olduğunu bize hatırlattığınızdan dolayı ;size ve yürekli kaleminize , ellerinize sağlık...........
 
Gelecek güzel  günler için , bu denli ağır dramatik olaylara son verilmesi dileklerimle,........
 
 
 
İlknur GÜVENİLİR
 
 
 
 
 
¤ 18/07/2004 10:48
 
Konu :  ACILAR KARLA KAPLANIRKEN
 
 
 
ACILAR KARLA KAPLANIRKEN.....
 
VERANDADA CANI SIKKIN VE BOŞ GÖZLERLE OTURURKEN, KOMŞUM OLAN ABLAM GİRDİ İÇERİ, ELİNDE GÜZİN ABLA KÖŞESİ YAZISI OLAN KAĞIT PARÇASI VARDI BANA VERDİ...O SIRADA ÇARŞAMBA GÜNÜ İST. GİTTİĞİMİZ ORTAKAÖYDE GEZERKEN HEDİYELİK EŞYA DÜKKANINDA GÖRÜP BEĞENDİĞİMİZ ÇİNİ KAPI NUMARASI ALMIŞTIK.CANIM ABLAM ÇİVİYLE BERABEER GELMİŞTİ, ONU AÇTI KAPIYA VE GİDERKEN GETİRDİĞİM HİKAYEYİ OKU DEDİ VE GİTTİ...GEÇTİM TEKRAR VERANDAYA, OKUDUM GÜNLERCE AĞLAMAMIŞTIM. HIÇKIRIĞIMI ZOR TUTTUM VE HİKAYENİN SONUNDA MAİL ADRESİNİZİ GÖRDÜM.... İÇERİ GEÇTİM VE ORTANCA OĞLUM LOPTOPUMU AÇMIŞ GEZİNİYORDU.. RİCA ETTİM BİRAZ İŞİM VAR DEDİM VE SİZE YAZMAYA KOYULDUM.....YAZMAYI SEVİYORUM.....SİZE İHTİYACIM VAR....BANA CEVAP VERİR MİSİNİZ?
 
BUGÜN O YAZIYI OKUYUNCA, BOĞAZIMA BİR ŞEYLER OLDU.....AĞLAMAKTAN NEFRET EDERİM......GÖZLERİM BUĞULANIYOR...SEVMİYORUM YA AĞLAMAYI.......
 
 
 
Sema Usta
 
¤ 17 Temmuz 2004 Cumartesi 19:29
Konu :  ACILAR KARLA KAPLANIRKEN
 
Sevgili Lokman,
Bugünkü Hürriyet Gazetesi'nde hikayeni okudum senden haber aldığım için
sevindim. Son şiir kitaplarından birini bana gonderirsen bende sana son kitaplarımı gönderirim.
Selamlarımı yollar gözlerinden öperim
 
Y. Doç. Vehbi ECER
 
¤ 17 Temmuz 2004 Cumartesi 11:23
Konu :  ACILAR KARLA KAPLANIRKEN
 
Merhaba;
Hürriyet gazetesinde yayınlanan öykünüzü okudum. Çok etkilendim. Toplumumuzda genç bir kızın yaşamını yok eden bu tür insanlar oldukça fazla.
Anlatımınız çok güzel. İlk defa öykünüzü okudum. Açıkcası isminizi daha önce duymamıştım.
Özellikle şu satırlar "Acılar karla kaplanırken sadece damlar, kar küreği ve kırık bir merdiven olmayacaktı." ilgimi çekti.
Yaşantımızda her şey kar gibi beyaz, temiz ve saf olsun.
Umarım öyle olur.
 
Yeter Biçer
Giresun