İnançlarını, meziyetlerini, insanlıklarını ve duyarlılıklarını içlerine bağlayıp da hırslarını, nefislerini dışarıya salıverenlere duyurulur.
 
40 yıl önce Bor’da İstasyon Caddesi 67 numarada bulunan dükkanımıza hemşehrilerimizden M. Efendi geldi. Oldukça yaşlı idi. Bir elinde bastonu vardı. Ayakta duracak hali yoktu. Babama :  Fikri Efendi, benim bir derdim var. Senin ağan (1) Mustafa Çaycı’dan 24 yıl önce veresiye bir miktar sandık çivisi almıştım. 40 para (2) borcum vardı. Nefsim «Mustafa Çaycı zengin, sen rençberlik (3)  yapıyorsun, verme bu parayı» dedi… Yıl geçtikçe borcum içime çivi gibi batmaya başladı. Senin ağan olgundu, tok gözlüydü, sözlerine çok dikkat ederdi, ufak tefek şeylere tenezzül etmezdi. Kalp kırmaz, veresiye verdiği adamların peşlerinden koşturmazdı. Dürüsttü, inançlıydı. Hak sever ve halkı severdi. Bu sebeple herkes tarafından da sevilirdi. Sonra zannedersem yıl 1955 veya 1956 idi, o senin dükkanının karşısına Enes Hoca Camisini yaptırmıştı. Namaz için oraya koşup giderken askeri bir aracın arkasındaki römork çarpmış ve hastaneye kaldırılırken yolda can vermişti. Benim içim cız etti bu hadiseyi duyunca… Kendi kendime «eyvah…, helalleşemedim bu güzel adamla», dedim.
Bak benim şimdi bir ayağım kabirde... Yani iyice yaşlandım, ayakta duracak mecalim (4) kalmadı. Aklıma senin yeğen Rahmi Çaycı geldi... Nasıl olsa o babasının işini devraldı. Borcumun bugünkü değeri ne ise, fazlasıyla vereyim bu dertten kurtulayım, dedim. Gittim dükkanına... Beni güler yüzle karşladı. İçerden bir sandık vererek üzerine oturttu. Derdimi anlatmaya başlayınca küplere bindi. Bana «24 yıl önce babamdan veresiye çivi al, 24 yıl sonra borcunu vermeye kalk... Şuna bak, 40 000... 50 000 verecekmiş... O zamanlar aklın, vicdanın nerelerdeydi?  Bana babama olan 24 yıl önceki borcunu 24 yıl sonra vermeye kalkış, bu olacak iş değil, git derdini kime anlatırsan anlat. Senin vereceğin borcun için o kadar veresenin arkasından beni mi koşturtturacaksın?», dedi. Kabul etmedi yani...
Düşündüm taşındım, bu işi gideyim Fikri Efendi’ye anlatayım, «belki o bir çözüm bulur ?»  dedim ve buraya geldim.
Babam M. Efendi’ye «Olmuş bir kere… Keşke borcunu zamanında ödeseydin, desem de boşuna! Bak Ağamın hanımı yani yeğenim Rahmi’nin annesi Zahide Hanım sağ, evleri de buraya uzak değil... Git ona durumunu anlat ve helalleş...» dedi.
Dükkanımızdan ayrıldıktan bir saat sonra tekrar, ağlayarak geldi. Babama : Sağol Fikri Efendi... Zahide Hanım’a olup bitenleri anlattım. Beni anlayışla karşıladı... Para vermek istedim kabul etmedi. Bana "paranın ne önemi var, canın sağ olsun ve senden bir alacağımız varsa hepsi helâl olsun", dedi. Üstelik hem karnımı doyurdu, hem de çay ve kahve ikram etti. Önce Allah sonra sizin sayenizde üzerimde taşıdığım ağır yükten elhamdülillâh (5) kurtuldum...» dedi.
 
Babam o dükkanımızdan ayrıldıktan sonra, bana : Alışveriş esnasında alıcı ve satıcıların yaptığı hataların; devleti yönetenlerin himayesindekilere ve millete karşı yaptıkları adaletsizliklerin ya da kusurların; mahkemelerde hakimlerin, şahitlerin, suçlananların ve suçlayanların yaptıkları hataların, onlardan sorumlu olanlarla birlikte cezaları geciktirilmez... Yani Cenab-ı Allah bu üç konuda çoğu kez suçlulara kusurlarının karşılığını dünyada verir. Bizim dükkanımızın ilerisinde mağazaları bulunan Kazım ve Nurettin Tarım kardeşlere babalarının verdiği «alışveriş yaparken yalan söylemeyin, dürüst olun» öğüdü bu hassasiyetlerden sadece biridir, dedi.
 
Bor, 02.08.1970
 
 
       (1)   Ağa         :  Ağabey
       (2)  40 para  :  Ortası delikli 100 paranın karşılığı 2,5 kuruştur. 40 para ise bir kuruşun karşılığıdır.
       (3) Rençber :  Çiftçi
       (4)  Mecal     : Güç, kuvvet, derman, takat
       (5)  Elhamdülillâh  :  «Allah'a şükür» anlamında kullanılan bir söz



   Selam ve sevgilerimle.

    Üzeyir Lokman ÇAYCI

    İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı

   55, rue Louise Michel

   78711 Mantes la Ville

    FRANCE