İktidardakiler ille de Osmanlıvari bir çözüm olsun diyor madem, “Uluğ Türkistan” kod adlı(!) vatandaşın Twitter’da paylaştığı bu alternatifi değerlendirirler belki:
“Kılıç kınından çıkmadıkça, it sürüsü dağılmaz!” (II. Mahmud)
Murat Karayılan’ın Avni Özgürel’e, Silvan saldırısının örgütün veya kendisinin kararı doğrultusunda gerçekleşmediğini söylemesini referans göstererek iki gündür “Demek ki bu saldırıda Kandil’e rağmen gerçekleşmiş olabilir” havası yaymaya çalışanlar, aynı Karayılan’ın, aynı Silvan saldırısıyla ilgili olarak terör örgütünün kendi haber kaynakları aracılığıyla “başarılı bir eylem yaptıklarını” duyurduğunu unuttukları için mi yoksa bile bile, kasıtlı olarak mı aklamaya çalışıyorlar “müzakere cephesi”ni!
Zaman’dan Mustafa Ünal “somut adım için neredeyse gün sayıldığını” söylüyor, gelin görün ki tam da bu esnada Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi’nin ifadesiyle “barışa kurşun” sıkılmış!
Zaten Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun demesine göre, “CHP’nin çıkışı, AK Parti’nin yumuşayan yaklaşımı, Talabani’nin girişimleri, Leyla Zana’nın açıklamaları, Kandil’in yeni vurgularıyla ’yeniden temas dönemi’nin ve ’çözüm umudu’nun az da olsa belirmesi üzerine (...) Bu tür saldırıları savaş isteyen, barıştan ve siyasetten endişe eden eski ve yeni savaş beyleri üretiyor”muş...
Zaman’dan Mehmet Kamış’a bakılırsa da “pis bir oyun oynanıyor”muş; “Her çözüm arayışından sonra böyle bir saldırının gerçekleştirilmesi ve bunun asla önlenememesi ya da önlenmemesi, üstelik aynı olayın onlarca kere yaşanması tesadüf olabilir mi”ymiş!
Şamil Tayyar “gizli ajanda”yı deşifre etmiş: “Tırmanan terörle Türkiye’nin bölgesel gücünü törpüleyerek hipnotize etmek, rotasını belirlemek...”
Bugün’den Gülay Göktürk’ün hükmü o ki, bu olsa olsa “Her reformla birlikte elindeki bir silahı daha kaybeden, “ya bir de arkasından yerel yönetim reformu gelirse” diye kâbuslar görenlerin” işiymiş!
Babasının oğlu Mustafa Akyol bütün kötülüklerin anasını deşifre etmiş, gerçi “etniğinden” ama “milliyetçlik”:
“Öyle bir virüs ki, dünyanın en iyi demokrasisini kursanız bile tedavisi mümkün olmayabiliyor.”
Yeni Şafak’tan Salih Tuna sormuş:
“Dağlıca’da hangi unsurlar barışı provoke etti?”

***

Ne bu böyle, “bu tutmuş, bu kesmiş, bu pişirmiş, bu yemiş” hikayesi gibi...
Tamam kıvranmayın artık!
Eveleyip geveleyip, ıkınıp sıkınıp, döndürüp dolaştırıp bir türlü “budur” diyemediğiniz “hain komplocu”cuyu Hüseyin Gülerce açıkladı:
“Fırat’ın doğusundaki Ergenekon”
Oldu mu! Rahatladınız mı!
Öcalan İmralı’da kilit altında olduğuna, örtülü ev hapsi yaşıyor olamayacağına, dolayısıyla terör örgütü yönetemeyeceğine, saldırı emri veremeyeceğine göre kanaatim odur ki, askeri karakolu hedef alan bu kahpe saldırıyı kesin Silivri’de “misafir” edilen Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ tezgahladı!
“Zamanlama”ya bakın; sabaha
karşı!
Kendisi söylememiş miydi; “gündüzleri orduyu, geceleri terör örgütünü yönetiyordum” diye!
Demekki, havanın kararmasını fırsat bilipSilivri’den bir koşu Hakkari’ye gitti ve “Umut” a doğrulttu tetiği!
Gerçi...
Benim kafamdaki asıl fail Engin Alan!
Başbuğ gibi “teorisyenliği” ağır basan bir komutandan ziyade, Alan gibi Özel Kuvvetler’e komuta etmiş, sıcak çatışma tecrübesi engin bir askerin işi olma ihtimali daha kuvvetli. Aksi halde “teröristlerin ellerinde silah bile olmasını” kim nasıl açıklayabilir!
Gelin görün ki, delillendiremiyorum 8 şehidimizin kanına giren örgüt başının Alan olduğu tezimi!
Malum kendisi MHP’li; eh “Sivas’ın ötesine geçemediğini” iddia ettiği partinin milletvekilini tutup da “Fırat’ın doğusundaki Ergenekon”un sorumlusu ilan edersem önce Başbakan güler halime!

Artık yutmuyoruz “panter kardeş”
İçindeki cevherden bihaber “tavşan kardeş” diyor kendisine. Halbuki “şahin” neredeyse, dağlar “kartal”ı!.. Ormanlar kralı... On “kaplan” cesaretinde...
PKK’nın “kestiği şu racon” u bozmaya soyunan “yırtıcı” bir “panter kardeş”!
Korkusuz, yiğit, cengaver... Başbakan’a eş koşmak gibi olmasın, pek civanmert!
De...
Mevzu “hafıza” ya gelince sudan çıkmış “balığa” dönüyor!
Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde “Kandil Dağı’nda gitarlı teröristler” açılımı yapan o değilmiş gibi “Pusuya yatacak.. Verecek kurşunu, basacak mayını gencecik çocuğun üzerine... Elinde alev makinesi olsa yakacak cayır cayır. Ve bunun adı gerilla olacak. Ne gerillası be; kalleşliğin adı ne zamandan beri gerilla oldu.” diye veryansın ediyor.
“Gerilla” ağrına gitmiş-miş. PKK’lıları kamuoyuna “romantik devrimci”, sevgi kelebeği, dağ böcüğü, pıtırcıklar gibi aksettiren kimdi!

***

O efeleniş... O kükreyiş... O “Türkiye’yi fareli köy sanan, Kandil’deki gaddar kavalcı...” çıkışı...
Tam “Oh be” diyecek oluyorsunuz; hain bir soru işareti gelip yerleşiveriyor zihninize:
Kandil’deki gaddar tamam da İmralı’daki ne?
Yumoşla mı yıkandı?
Tamam “Kandil’deki gaddar”a koy postanı:
“Dağa çıkan her gazeteci ile bize yolladığın kaçıncı yaz ninnisi bu arkadaş...”
Da...
Adaya çıkıp yaz ninnisi taşımak için gönüllü olan sen değil miydin arkadaş!
Köşenden “Keşke bana izin verilse de ben de İmralı’dan bir mesaj getirebilsem. Ben böyle bir postacılığa hazırım..” diye “beni de kullan” mesajı yollamadın mı!
Ya MİT’ten aldığın brifingden sonra halkı uyuttuğun ninniler?
Öcalan’ın idamına karşı yürütülen medya operasyonunu, “MİT yap dedi biz de yaptık” diye kendin itiraf etmedin mi!

***

Vay efendim Türkiye’nin Leyla Zana’nın sözlerine kulak vermesine nasıl mani olunurmuş!
Diyor ki;
“Artık yutmuyoruz.
Artık o kalleş tetikte sadece senin parmağın var.
(...)
Hiç olmazsa Leyla Zana gibi, bu işin meşakkatini çekmiş, ayakta kalmış;
Gerektiğinde sözünü esirgememiş, bedelini ödemiş;
Ama hiçbir zaman orta şark kurnazlığına tevessül etmemiş;
Güvenilir insanlar...
Türklerin de, Kürtlerin de konuşmak işte böyle insanlara ihtiyacı var.”
“Artık özerklik yetmez Kürt Devleti” demek mi “sözünü esirgememek”!
Millete pusu kuran, kurşun sıkan, bomba atan, milletin tam kalbinde mayınlar patlatanların “önderliğinde” geçen bir ömürden sonra “milletin vekili” sıfatıyla, kast ettiği devletten binlerce Türk lirası maaş alması, her türlü konforundan yararlanması mı bedel ödemek!
Öyle bedele Leyla Zana kurban!

***

Hiiiç boşuna debelenme panter kardeş, “Artık yutmuyoruz”.
Toplum-siyaset “Mücadele mi, müzakere mi” tercihine sürüklenirken, “Türkiye’nin bugüne kadar Öcalan’la gerçekçi bir ilişki kurmaya çalışmamasını tarihi bir yanlışlık olarak görüyorum. Yıllardır ben dahil hepimizin resmi tezi onu “çetebaşı”, “elebaşı”, “bebek katili” sıfatlarıyla adlandırmak oldu. Biliyorum şehitlerin, gazilerin acısını unutmak, unutulmasını istemek insanın içine sindirebileceği bir duygu değil. Ama “hatırlamak”la “unutmamak” arasında çok önemli bir fark var. Acıları hatırlayalım, ama bazı şeyleri de unutalım.” yazmıştın ya...
Hıh işte o günden beri, Türkiye’de her ne oluyorsa onda senin de parmağın var!





BASINDAN SEÇMELER





Kınalı bacaksızlar...
“Genel cerrahi stajına başladığım gündü... Topluca yoğun bakıma girdik. Bir genç yatıyordu. Vücudunun her tarafı bandajlı, sadece gözleri görünüyordu. Sağ bacağı yoktu. Aslında kalçası da yoktu. Yürümeyi boşver, tuvalete bile gidemezdi, gitse de yapamazdı zaten, kalınbağırsağı dışarıya verilmişti. Sağ kolu da yoktu. Omuzdan... Üst üste ameliyat olmuştu. Serum bağlanan sol elinin parmaklarını usul usul kaldırdı, selamlamaya çalıştı. İşte o an anladım. Hani o terör saldırılarından sonra kimsenin üstünde durmadığı yaralılar var ya, böyle bir şeydi demek ki.”

***

Bi hekimin hatırası bu.

***

Bi de kitap var:
Biz Kınalı Bacaksızlar.

***

Bacaksız denilince, aklımıza hemen sevimli, yaramaz çocuklar gelir. Bunlar da henüz çocuk yaşta ama, hakikaten bacakları yok, kopmuş... Yazarı, mayına basıp, 23 defa ameliyat geçiren bi gazi.

***

“Biz kınalı bacaksızlar
kınalı körler
kınalı çolaklarız...
Sizi daha fazla üzmemek için gözlerinizin içine bakmıyoruz.
Peki ya siz...
Neden bizim gözlerimizin içine bakamıyorsunuz?”
Diye soruyor kitabında...
Bize soruyor.

***

Kaç evladımız yatağa, tekerlekli sandalyeye mahkum oldu?
Kaç kol gömüldü, sahibinin sağlam kalan koluyla?
Kaç ameliyat, kaç gün hastane, kaç ay yoğun bakım, kaç sene var bu halde ömürden geriye?
Kaçı sinir sistemi haşat olduğu için konuşma güçlüğü çekiyor?
Niye zangır zangır titriyor bedenleri, üşüdükleri için mi?
Kaçı daha 20’sinde poşet poşet ilaçla geziyor?
Kaçının evlilik hayali suya düştü, bırak bedelli’yi ödemeyi, düğün parasını bile denkleştiremeden?
UFO herhalde onlar...
“Kimliği belirsiz” havaya uçan nesne!

***

Şehitler ölmez, iyi de...
Gaziler yaşar mı?
Yılmaz Özdil / Hürriyet







Terörü çözmeye uğraşanlar, ülkenin çözülmesini kolaylaştırıyor. (...)
Son seçim öncesi ’MHP Türkiye’nin çimentosudur. Mutlaka Mecliste olmalı’ demiştik.
Gördüğünüz gibi yine haklı çıkmaktayız. Bu siyasi oluşum iyi yönetildiği sürece bölücü tezgahları bozulacaktır.
Burhan Ayeri / Akşam



Türkler 20 yılı vererek geçirdi
Leyla Zana’nın “çözüm” dediği daha nelerin istenmesidir, Karayılan’ın “barış” dediği daha nelerin verilmesidir.
Türkler vereceğini verdi.
20 yılını vererek geçti.
Kürtçe ses kasetleri serbest bırakıldı.
TRT’de Kürtçe radyo-tv yayını başladı.
Kürtçe kurslar açıldı.
TRT Şeş tarihi adımı atıldı.
Kürtçe gazeteye izin çıktı.
Açılım başlatıldı.
Sınıra seyyar mahkeme götürüldü.
Devlet Abdullah Öcalan’la görüşmler yaptığını açıkladı.
Başbakan MİT Başkanı’nı Oslo’ya kendisinin gönderdiğini söyledi. Dolayısıyla eli silahlı PKK ile masaya bile oturulmuş oldu. Kürtçe seçmeli ders yapıldı, ana dil muamelesi görüyor. Abdullah Öcalan, evci çıkması için yeşil ışık yakılıyor. Kemal Kılıçdaroğlu da elinde kırmızı mumlu “akil adamlar bulalım....” davetiyesiyle parti liderlerinin kapısını aşındırıyor.
Türkler vereceğini verdi.
Dün de 9 şehit verdiler.
Necati Doğru / Sözcü







Sayın Arınç susun
En anlamlı (!) açıklama da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan geldi: “Hem sayıca fazlaydılar ve silahları vardı.”
Bak bak bak...
Yani; ellerine çikolata-çiçek alıp gelmemişler de silahla gelmişler!
Sayın Arınç...
Önünüze her mikrofon uzatıldığında kendinizi konuşmak zorunda hissetmeniz, size zarar vermese bile (çünkü ne söylerseniz söyleyin, kazanan hep siz oluyorsunuz) devlete zarar veriyor... Lütfen; birazcık susmasını da bilin!
Mustafa Mutlu / Vatan







Herkes her şeyi biliyorken, hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranma maskaralığına kapılmış.
Ne oldu bize?
Neden sorumlular pervasız,
Medya habersiz,
Gündem sanal,
Hainler arsız,
Ve bu koca millet sessiz?
Metin Özkan / Güneş







Ankara silahla çözülüyor
Kemal Bey terör silahla çözülmez, diyor...
Ama silahlı terör Ankara’yı çözüyor...
Sanki 10 yıldır ABD tarafından yarım bıraktırılmış bir Kuzey Irak gezintisi dışında sınır ötesine etkili bir operasyon yapılmış gibi...
Hem iktidar hem muhalefet aynı ezberin peşinde: “Terör silahla çözülmez...”
Anlaşılan ABD “Siz bu sorunu PKK’yı tasfiye etmeden çözün” demiş...
Ankara iktidarı ve muhalefetiyle kıvranarak bu imkânsızı mümkün kılmaya, terörü güzellikle çözmeye çalışıyor.
Erdoğan hükümeti Irak’a bir türlü: - Sınırınızı denetleyin, sızmaları önleyin, yoksa ben sınırdan içeri girip önleyeceğim, diyemiyor...
Melih Aşık / Milliyet