İnsanın, doğumla başlayan hayat yolculuğu birçok aşamadan geçerek devam eder. Annesinin ninnileriyle uyur, isteklerini ağlayarak dile getirir. Büyüdükçe babasını ve varsa kardeşlerini tanımaya çalışır ve onların etkisinde kalır, onları örnek almaya çalışır. Günleri oyuncaklarıyla geçerken dinlediği masalların etkisiyle masal kahramanlarına özenir. Sonra okul yılları başlar, kalem tutmayı, yazı yazmayı ve okumayı öğrenir. Öğretmeninin, okuduklarının, arkadaşlarının ve çevresindeki diğer kişilerin etkisiyle düşünceleri ve kişiliği oluşmaya başlar.

Günümüzde iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla ve eğitim sistemindeki bazı yanlışlıklar ve eksiklikler nedeniyle insanı etkileyen o kadar çok şey var ki… Başta film yıldızları, televizyon dizileri, ses sanatçıları, futbolcular ve daha niceleri… İnsanımızın sağlam bir kişiliğe ve her iki dünyada da mutluluğa ulaşması için bunları bir kenara atıp ilk önce Peygamber Efendimizi ve diğer peygamberleri örnek alması gerekir. Sonra Peygamberimizin yolundan giden büyük âlimleri, evliyaları, kahramanları ve şehitleri…

            Peygamberimiz daha anne karnında altı aylıkken babasını kaybetmiş ve yetim olarak doğmuştu. Annesi Hz. Âmine ile beraber dedesi Abdülmuttalib'in yanında kalıyorlardı. Sonra altı yaşında iken annesi de vefat etti. Daha sonra da sekiz yaşında iken dedesi Abdülmuttalib’i kaybetti. Dedesinin vasiyeti üzerine amcası Ebu Talib’in yanında kalmaya başladı. Ebu Talip Peygamberimize iyi baktı ve çocukluğunda da kendisinde diğer çocuklarda görülmeyen olağanüstü durumlar görüldüğü için ona çok değer verdi ve gerekli özeni gösterdi.

            Büyük âlim Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Kur’an tefsirinden, Peygamberimizin çocukluk yıllarında yaşadığı, bir bölümü aktarmak istiyorum. Özellikle günümüzde hayâ duygularının zayıfladığı, teşhircilik hastalığının yani insan bedenlerinin kasaptaki et gibi sokaklarda sergilenmesinin yanlışlığına da örnek olabilecek nitelikte.

            “…Rivayet edildiğine göre Ebu Talip bir gün kardeşi Abbas'a
            - Kardeşim, sana Muhammed'den gördüğümü haber vereyim mi? dedi. Abbas: "Evet" deyince:
            -Ben, dedi, onu himayeme aldım. Gece ve gündüz bir an ondan ayrılmaz oldum. Onu kimseye güvenip bırakamıyordum. Hatta kendi döşeğimde uyutuyordum. Bir gece soyunup benimle beraber uyumasını söyledim. Baktım yüzünde bir hoşnutsuzluk var. Benim isteğime karşı çıkmak da hoşuna gitmedi. “Amcacığım yüzünü benden çevir de soyunayım, Çünkü ben vücuduma bakmandan hoşlanmam." dedi. Sözüne şaştım. Gözümü çevirdim, döşeğe girdi, ben de girdim. Baktım ki aramızda bir örtü var. Vallahi ben onu döşeğime koymamıştım. O gayet yumuşak, miske batırılmış gibi hoş kokulu idi. Vücuduna bakayım diye gayret sarf ettim, bir şey göremedim. Çok vakit de ben onu döşeğimden kaybederdim. Aramaya kalkardım, kalktım mı “ha amca, ben buradayım” derdi. Dönerdim ve çok zaman ondan hayret ettiğim bir söz işitirdim. Bu da geceden biraz geçince olurdu. Bizler yemekte içmekte besmele çekmez, “el-Hamdülillah” demezdik. O ise yemeğe başlarken “Bismillahilehad (tek olan Allah'ın adıyla” derdi. Yemeği bitirince de "el-Hamdülillah" derdi. Ben ona şaşardım. Kendisinde ne bir yalan, ne bir gülmek, ne de bir cahillik gördüm. Çocuklar oynarlarken de onlarla beraber durmazdı. Ömrüme yemin olsun ki bu, büyük bir feyzden bir alamettir. (Hak Dini Kur’an Dili, 9. Cilt, sf. 278)

Gerek Kur’an-ı Kerim tefsirlerinde gerek hadis kitaplarında geçen Peygamberimizi örnek alabileceğimiz birçok rivayet vardır. Unutulmamalıdır ki Peygamberimiz de bir zamanlar çocuktu. Tefsirde anlatılan bu kısa rivayette de peygamberimizin örnek ahlâkını görmekteyiz. Yaşantımızdaki davranışlarımızda da onu örnek almamız gereklidir. Çünkü güneş ondan daha kutlu bir fâniyi hiç izlememiş ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlememiştir…