Hayat denilen bu bilmece de “ben kimim” sorusu sorulabilecek en hayati ve anlamlı sorudur. Kendini bilmek hakikati, bu yolculukta alınacak en büyük mesafedir. İnsan eşyanın anlamını kendi alıcıları ile bilir. Bunun için duygularını, aklını ve sezgilerini kullanır.İnsanın eşyayı anlamlandırdığı metot ile kendi varlığının hakikatini bilirken kullandığı metot aynı olursa bu bilinç varlığı bir eşyadüzeyine indirir. Bu noktada insanın kendi anlamını kendisinin çözmesi bir aynanın kendisini yine kendisinde seyretmesine benzer. Burada kirli ve bulanık bir benlik aynasına sahip olan insanın gördükleri de kirli olacağı için insanın varoluşunda ki saflığı görmesi zordur. Hızla giden bir trenin içindeyken trenin dışardan resmini çekmek mümkün değildir. Bu noktada hızla akan bir hayatın içinde insanın kendi var oluşunu resmetmesi ise çok zordur. Meseleye metafizik bir bakışla üst bir perdeden bakılmadıkça ruhun bu macera içindeki fonksiyonu anlaşılamaz.

Her insan başka bir insanın aynasıdır. İnsan kendini başkalarının aynasında seyreder çoğu zaman. Bu aynalar çokluk ile meşgul eder ruhları. Vahdeti arayan kalp kesret vadisinde at koşturmaktan yorgun düşer. Birde sahte aynalar ve sahte görüntüler vardır. Bu sahte görüntüler kişiyi derin bir sarhoşluk ile aldatır durmadan. Kendini anlamak için yola çıkan bir yolcu işe tüm aynaları kırarak başlamalıdır. Bu yolda tüm bildiklerini unutmalı, teslimiyetin ve tevekkülün kapısını çalmalıdır. Bu yolculukta kaybetmek kazanmaktır. Bu yolun sonunda geriye kalacak olan saflığın ve ruhun aynası olacaktır.


Deney ve gözlem metotları dışında daha ziyade hissederek ve yaşayarak bilebileceğimiz ve idrak edeceğimiz hakikatler bize bu fırtınalı denizde yol gösterici bir fener olabilir.İnsanın anlamı sadece kavrayıştan ibaret bir anlam değildir. Bu anlam kat kat yükselebilen ve her an yeniden inşa edilen derinlikli ve sahici bir anlamdır. Bilgi aşaması yolun sadece başlangıcıdır. Bilmenin ötesinde bu bilincin içinde erimek ve saflaşmak kişiyi bu derinliğe eriştirir. Sırf kabuktan ibaret olan bir varlık tasavvuru şekilciliğin ötesine gidemez ve ruhsal ihtiyaçları karşılayamaz. Bu noktada hayat uçsuz bucaksız bir anlamsızlık çölüne dönüşür.


Dış ve iç etkilerin tesiri ile kendi kendine yabancılaşan insanlar kendi anlamını idrak etme meselesinde ne yazık ki hayretsiz ve gayretsiz bir labirentin içinde kaybolup dururlar. Bu kayboluşu çoğu zaman adı konmamış bir çerçeveye sığdırılarak anlamlandırılmaya çalışılırlar. Fakat çırpındıkça batılanbir bataklık gibi insan kendi kendine gömülür gider. Bu trajik hikâyenin baş müsebbibi yine insanın kendisidir.


Bu varoluş seyahatinde ki bir yolcu için dünyaya yeni gelmişçesine bir hayret içinde olmak ve varoluşun tecellilerini hissetmek önemlidir. Çoğu hakikat kolay kolay kendini teslim etmez. Anlaşılmak için emek ve çaba ister. Alışkanlıklar insanın gözüne çekilmiş en büyük ve en siyah perdelerdir. Alışkanlıkların çemberini kıramayan bir ruh beden hapishanesinin mahkûmu olmaktan kurtulamaz. Bu yolda kendi kendini engellemek ve kendi kendine düşmanlık etmek insanın kaderi olmamalıdır.


Dünya hayatının topraktan köşkünde misafir olan insan her an yıkılabilecek bir varlığın enkazı altında kalmaktan korkmaktadır. Bu korku eşya ile bağlarını güçlendirerek kendine bir dayanak noktası arama ihtiyacı doğurmuştur. Korkulması gerekenden değil korkulmaması gerekenden korkmak tüm korkuların başlangıç noktasıdır. Eşya araçtır ve araç olarak kalmalıdır. Amaç haline dönüşen bir eşya algısı hayatın tüm renklerini soldurabilir. Karanlıklar içinde kalan bir idrakle ise hiçbir yolcu yol alamaz.


 Zaman ve mekân isimli iki büyük ırmağın aktığı hayat toprağında her an filizlenen ve her an tükenen canlılık bize devamlı ve ölümsüz olan başka bir varlığın olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. İnsan kendi fani varlığını yine kendisi gibi fani olan şeylerle anlamlı kılmaya çalışacağına ölümsüz ve baki olan Allaha dayanarak idrak etmelidir. Bu noktada insanın anlamı ubudiyette ve teslimiyettedir. Ne mutlu kendini bilenlere.