Binlerce yıllık geçmişe sahip, üzerinde birçok devlet ve medeniyetin kurulduğu Anadolu topraklarında; yazgısı bozkırla bütünleşen kadim şehirlerimiz ve bu şehirlerimizin yetiştirdiği yüzlerce bilge, âlim, eren, evliyâ ve daha nice değerli insanlar...

“Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm

              Ben dahî bile yapıldım taş ü toprak âresinde”

            Hacı Bayram Veli’ye ait bu sözlerde; Ansızın bir şehre vardım, o şehri yapılır gördüm. O taş toprak arasında ben de birlikte yapıldım diyerek insan, şehir ilişkisini en güzel bir şekilde dile getirir.
            “Olmadı diye sızlandığın duaya, gün gelir olmadı diye şükredersin”  diyen Şems-i Tebrizi’nin Konya, Niğde, Tebriz, Şam, Pakistan vb. yerlerde makamları vardır. Yani sadece Anadolu ile sınırlı kalmayıp İslam aleminin diğer yerlerinin de değer verdiği ve sahiplendiği bir kişi olmuştur. Bu durum Müslümanların ve İslam şehirlerinin kardeşliğini, birlik ve beraberliğini ortaya koymaktadır.
            “Mutlu olmak istiyorsan, gururu bırak, gönül almaya bak” gibi daha nice sözlerle yüzlerce yıl öncesinden seslenen ve yolumuza ışık tutan Mevlana… Ailesiyle birlikte Belh’ten yola çıkmış, birçok şehri dolaşarak ve uğradığı her yerde derin izler bırakarak Konya’ya gelmiş ve Anadolu’nun imarında büyük bir görev üstlenmiştir.
            “Gece ile gündüzü, gökte yedi yıldızı
             Levhte yazılan sözü, cümle vücutta bulduk”
diye seslenen Yunus Emre’nin birçok yerde mezarı vardır. Bu demektir ki, Yunus, sadece bir şehre, bir yöreye ait değil, tüm insanlığındır. Hakikati arayanlar O’nun ilahileri ve hikmetli sözleriyle belki de sonsuza dek maneviyat deryasına gark olacaklardır.
            “Bizim gülşendeki güller

            Dururlar tâze solmazlar

            Hazân olup dökülmezler

            Zemistân ü bahâr olmaz”

Sözlerinin sahibi Somuncu Baba, pişirdiği ekmekleri Allah rızası için dağıtan cömertlik zirvelerinden… Başta Bursa, Aksaray, Darende ve diğer şehirlerimizde bıraktığı izler… Her mevsim taze olan, solmayan güller gibi O’nun yardım severliği, zamanımızda da hala torunları tarafından devam ettirilmektedir.
            “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyen Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’da yaktığı ateş yüzlerce yıldır gönüllerimizi ısıtmaya devam ediyor.
            “Bir bahçe gerek bize ki geçmiye baharı

            Ol gülü nideriz ki biter ve solan oldu.

            Kim ola Kemal? Ümmi bu resme söz ede

            Meğerki sınık gönlüne erden nazar oldu.”

                        Bu sözler, yineAnadolu da yetişen ve kabri Niğde’de olan Kemal Ümmi Hazretlerine aittir. Pek çok insanı irşad eden ve saadete kavuşmalarına vesile olan Kemal Ümmi Hazretleri ömrünün çoğunu Niğde’de geçirmiştir. Yazdığı şiirler Anadolu’dan taşmıştır, birçok gönüle ulaşmıştır. 
            “Gel geç mecâzîden dîvâne gönlüm

            Tâlip ol ilm ile irfâna gönlüm

            Dost elinden nûş et peymâne gönlüm

            Dersen yakın olsun eğer ırağın”

            Borlu Ahmet Kuddisi Hazretleri Divanı’nda bunları söylemiş. Şiirlerinden bazıları ilahi olarak bestelenmiştir. Geçmişte olduğu gibi gelecek zamanlarda da hakikatin sesi olmaya devam edecektir.
            Anadolu’da yaşanan büyük huzur ve mutluluk bir ara Haçlı ve Moğol saldırılarıyla kesintiye uğramış ama Anadolu ve Anadolu insanının sabır, azim ve kararlı gayretleri sonucunda tekrar ihtişamlı günlerine dönmüştür. Moğollar da Müslüman olmuş, İslam kültür ve medeniyetine önemli katkılar sağlamışlardır.
            Hacı Bayram Veli’nin sözlerinde de geçtiği gibi şehirler insanın ruhunu yansıtmalı, insanı mutlu edecek, tabiatla iç içe olmasını sağlayacak bir karakterde olmalıdır. Atalarımızın böyle yüce duygu ve düşüncelerle kurdukları şehirleri yeterince koruyabildik mi? Yoksa bu şehirleri ranta kurban ederek beton yığınları haline mi dönüştürdük?
            İşte şehirlerdeki bu olumsuz gidişattan olsa gerek, Üstad Necip Fazıl mutsuzluğunu şöyle dile getirmiş:
            “Uzasan, göğe ersen, cücesin şehirde sen;

      Bir dev olmak istersen, dağlarda şarkı söyle!”
           
Diğer bir şair ve düşünürümüz Sezai Karakoç da şehirlerimiz için üzüntüsünü belirterek şunları söylüyor: “Büyük şehirler, ikinci bir tabiat doğurdu. Nesebi sahih olmayan bir tabiat doğurdu. Gülleri var, kokmaz. Gül, kokusundan ayrılmış. Gül, ağacın üstünde kokusuz. Koku, kimya zehirine bata bata ekşileşmiş acılaşmış olarak, şişede gülsüz. Evet, büyük şehirde, gül kokusuz, koku gülsüz.” (Sezai Karakoç, Sütun, s. 211)
            Uğruna şiirler yazılmış, kalemlerin dile geldiği, hayrete düşüren ihtişamlara sahip, tarih ve medeniyet dokusu taşıyan şehirlerimizin ardından şimdi el mi sallayalım? Buna karşılık onları kucaklayalım, içinde barındırdığı eserleri, mesken tutmasına izin verdiği âlimleri ve evliyâları anlamaya çalışsak daha iyi olmaz mı? Oysa şehirlerimiz çarpık yapılaşma ve gürültü kirliliğine maruz kalıyor. Ecdat yadigârı tarihi binaların özenle korunması gerekmez mi? Yeni oluşturulacak yerleşim yerleri tarım alanlarını yok etmemeli.İşletmeler şehrin havasını kirletmeyecek şekilde şehir dışındaki yerlere yapılmalı. Köylerden şehirlere büyük göç dalgalarını önleyecek tedbirler alınmalı, hatta yeniden köylere göç hareketleri başlaması için devlet gereken desteği ve teşvikleri sağlamalıdır.
            Anadolu coğrafyası ve şehirlerimizin yeniden büyük bir ilim, irfan ve hikmet mektebine dönüşmesi ve İslam dünyasına da örnek olması için yapılan her çalışma değerlidir.