Hasetistan diye bir yer olduğunu bilmiyordum. Normalde çoğu ilin ve ilçenin nerde olduğunu bilirim. Fakat burasının kirli ve temiz suların birbirinden ayrıldığı dört odacıklı, durmadan atan bir adanın içinde bir şehir olduğunu sonradan öğrendim. Buranın etrafını kuşatan bir his ormanı var, bu ormanın içine küçük küçük kanallar açılıyor. Bu kanallar duygu ve düşünce isimli yükleri getirip götüren gemilerle dolu.

Hasetistan halkının çoğu kendilerini ilgilendirmeyen meseleler yüzünden kendi işlerini yapmaya fırsat bulamıyorlar. İçlerini dolduran kıskançlık ve çekememezlik yüzünden sürekli bir keder içindeler. Herşeyde bir kusur bulmayı hiçbirşeyden memnun olmamayı bir yaşam biçimi haline getirmişler. Daima başka şehirlerin halkı ile bir kavga halindeler. Bu şehrin başında cehalet isimli bir kral bulunuyor. Yardımcıları ise hırs ve öfke isimli iki vezir. Genelde şehrin adavet isimli köşkünde kibir isimli misafiri ağırlayıp gönlünü hoş tutmaya çalışıyorlar. Şehrin en büyük çarşısının girişinde “ haset etme ne olur, çalış seninde olur “ yazıyor. Fakat bu yazıya gelip geçenler o kadar çok gülüyorlar ki çoğu kişinin gülmekten karnı ağrıyor.

Hasetistan’ın iklimi bütün mevsimlerde hep kurak geçiyor. Vicdan göğünü dolduran merhamet bulutları hırs ateşinin harareti karşısında hemencecik dağılıyor. Ateşin odunu yemesi gibi bunlarında her şeyi yanıp gidiyor. Uğraşıp didinerek elde ettikleri servetler sırf başka şehirlerin elindeki nimetleri kıskanıp durmaktan dolayı ellerinden çıkıyor. Bu şehrin halkı komşularının ekinini yakmak için kendi ekinlerini yakmaktan çekinmiyorlar. Burada “benim olmayan nimet kimsenin olmasın” düşüncesi hakim. "Ben mutlu değilsem kimsenin mutlu olmaya hakkı yok, ben yandıysam herkes yanmalı" diyenler yüzünden kimse mutlu olmaya cesaret edemiyor. Devamlı bir şikayet ve isyan hali içindeler. Bu diyarda kimsenin kalbi karşılıksız çarpmıyor. İtikatta menfaat, amelde ise amaca giden her yol mübahtır yolunu benimsemişler.

Hasetistan’da bitki örtüsü yok denecek kadar cılız. En çok zakkum yetişiyor. Bundan dolayı yediden yetmişe zıkkımın köküne bayılıyorlar. Aç kaldılar mı bol bol gıybet yapıp ölü kardeşlerinin etini yiyerek protein ihtiyaçlarını gideriyorlar. Arada bir bazı şeyler yetişip yeşermeye başladığında şehir halkı bir olup hemen bunların köküne kibrit suyu dökerek ne var ne yok kurutuyorlar. Arada bir Kibiristan’dan gelen yardımlarla ayakta durmaya çalışan Hasetistan halkının en çok sevdiği şey ise kıskandıkları şehirlerin başlarına gelen felaketler. Birilerinin elinden nimetlerin çıkmasına kendi ellerine geçen nimetlerden daha çok sevinen bu halk sırf haset ettikleri kimseler zarar görsün diye kendilerinin bile zarar görmesine aldırış etmiyorlar.

Hasetistan halkının en çok korktuğu kelimelerin başında “maşallah” kelimesi geliyor. Bu kelimeyi duydukları zaman kulaklarını kapatıp hızla oradan uzaklaşıyorlar. Evlerin kapısına birbirlerinin nazarından emin olmadıkları için mavi göz boncukları, at nalları ve değişik muskalar takıyorlar. Kadınlar "elem tere fiş kem gözlere şiş" diyerek nazar savmaya çalışıyorlar. Kurşun döktürmeyi fala bakmayı ve tütsü yakmayı çok seviyorlar.

Hasetistanlılar bir araya geldiklerinde sadelikten iyi niyetli olmanın erdemlerinden, yardımlaşmadan ve samimiyetten bahseden sohbetler yapıyorlar. Güzel ahlakın önemine dair edebi eserler basıp dağıtıyorlar. Bu arada en güzel kelimelerin içini boşaltıp anlamsızlaştırıyorlar. İdealler ile realite arasında oluşan derin hendeklerde boğulup duruyorlar.

Hasetistan halkı genelde korkak olduğu için çoğu vakit uzaktan uzağa kuyu kazmayı ve uzaktan düşmanlık beslemeyi seviyorlar. Burada her konuya ve her duruma uygun bir maske bulmak mümkün. Burada maskesi olmayanlar genelde çocuklar ve meczuplardan oluşuyor. Buranın halkı saldıracağı zaman birilerini kullanıp saldırmayı ve kendilerini perde arkasında saklamayı iyi beceriyor. Hasetistan halkından birisine "bu işler nasıl işler" diye sorduğumuzda gözünün birini kısarak"işi bilecen işe gitmeyecen yeğen" diye cevap veriyor. Bazıları ise telaşla "bir tarafımıza yılan akmış çıkarmaya leylek arıyoruz "diye ortalığı velveleye veriyor. Bunların hayat felsefesi " düşene bir tekmede sen atacaksın, acırsan acınacak hale gelirsin,hasta yatağında sevilir, bu devirde babana bile güvenmeyeceksin, köprüyü geçene kadar herkese dayı diyeceksin" gibi cümlelerden oluşuyor.

Hasetistan'da çoğu kişi şehvet şiddet ve şöhret hastalığına yakalanmış ve tedaviyi reddediyorlar. Onların çoğu bu hastalıklarıyla gurur duyuyorlar. Lüks içinde yaşamak herşeyin en güzelini yiyip içip giymek, istediği heryeri dolaşıp gezmek, gittiği heryerde saygı görmek için tek hedefleri para kazanmak. Ve para kazanmak için her yolu mübah görüyorlar.

Ona buna karamet çalıp ardından timsah gözyaşı dökenler, zayıfın üstünde tepinip güçlüye secde edenlerin çoğu hasetistan nüfusuna kayıtlı. Gülerken ısırmanın, fırsat kollayıp brütüslük yapmanın püf noktalarını burada bulabilirsiniz.

Hasetistan’ın hemen yanı başında Muhabbetistan ve Marifetistan isimli iki şehir var. Bolluk bereket ve esenliklerle dolu bu şehirlerde komşusu açken tok gezene rastlanmıyor. Burada kimsenin elinden ve dilinden kimseye zarar gelmiyor. Bu şehirlerin köşe başlarında "edep bir taç imiş nuru hüdadan, giy o tacı emin ol her beladan" yazıyor. Bu şehirlerin halkı Hasetistan’dan gelecek tehlikelere karşı sabah akşam şu ayeti okuyorlar.

“De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felak Sûresi, Ayet 1-5)

Hasetistan halkından birisi vefat etti mi arkasından şu şiiri okumak artık bir adet haline gelmiş. Hatta bu şiiri mezar taşına yazdıranlar bile var.

“Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur;

Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.” ".