Mahalli gazetedeki ölüm ilânını okuduğumda boğazıma bir yumruk düğümlendi. Çocukluğumun unutulmaz hatıralarının başrol oyuncularından biri olan mahalle bakkalımız Nurettin Öztürk aramızdan ayrılmıştı. Abisi ile beraber işlettikleri Güneş Bakkaliyesi, hafızamda silinmez izler bırakan mekânların başında gelirdi.

Günümüzde Yeşil Mezar olarak bilinen yatırın olduğu El-Hacı Mahmut caddesi, o vakitler de şimdiki gibi hareketliydi. Hem Nevşehir Garajı, hem de Ali Göncü’nün hanı buradaydı. Köy minibüsleri Güneş Bakkaliyesinin karşısından hareket eder, bakkala giren çıkan çok olurdu. Melekgirmez sokak müdavimleri ile akşamcılar, buradan; sigara, kibrit, ispirto ve köpeköldüren şarabı alıp evlerine seğirtirlerdi. Öztürk biraderler sabahın seherinden akşamın karanlığına kadar mütevazı dükkânlarında çocuklarının rızkını temin etmek için gayret gösterirler, 8-9 çocuklu iki ev geçindirirlerdi.

1973 yılında üç katlı binamız tamamlandığında, hareketli bir ticari alan içinde olduğundan alttaki dükkânlar hemen tutulmuştu.

İstiklâl Göncü’den ev ya da dükkân tutmak her babayiğidin harcı değildi. Kiracı adayını, anasından emdiği südü burnundan getirene kadar sorguya çeker, köyünü kasabasını, soyunu sopunu öğrenir, referanslarını tetkik eder, ondan sonra kafası yatarsa kontratı yapardı. Kimisi bu sabır testini geçemez, hemencecik pes ederdi. Melendiz-Aşmış ( şimdi Asmasız) köyünden olan Öztürk kardeşler, eski Mebus İsmail Güven’e akraba geçerlerdi. Dükkânı kiralayabilmelerini mümkün kılan referansın bu olduğunu düşünürüm.

Yıllar içinde İstiklâl Göncü’nün güvenini kazanan Nurettin abi, adeta onun vekilharcı/özel kalem müdürü, hem de ailemizden biri gibi olmuştu. Tamirat mı yapılacak? Nurettin adam bulur, Televizyon mu bozuldu? Mahkemede şâhit mi lâzım, amele mi gerekir? Sarkıtılan sepetin içine ekmek mi konacak, kurban mı kesilecek, elma mı bozulacak, tarla mı satılacak, arabanın yağına suyuna mı bakılacak, hep o koşardı. İstanbul’a giderken evimizin anahtarını bırakır, “Amandiim sular donmasın tedbir al, kendir sar!” diye tembih edilir, gözümüz arkada kalmadan Niğde’den ayrılırdık.

Güneş Bakkaliyesinin önü, seksen öncesi Niğde siyasetinin kalbinin attığı yer olmasının dışında adeta bir fikir platformu ve forum alanıydı.

Nurettin abi her gün Milliyet gazetesi alır, müşteri gelmeden başlık ve köşe yazılarını okur, gündemi öğrenmiş olurdu. Öğlene doğru İsmail Güven, kostak adımlar ve azametli bir ifadeyle dükkâna gelir, hoş beş edilip hürmet gösterildikten sonra her zaman oturduğu tahta sandalyeye ilişir sohbete başlardı. O esnada kapı önü müdâvimleri, Güven’in etrafında halka olup muhabbete katılırlardı. Dr. Suat Sönmez, SSK Müdürü Yüksel Öztürk, Ramatlı Hacı, Sabri Baloğlu, Ecz. Osman Öke, Leblebici Mümtaz gibi zevatın dâhil olduğu sohbetler gün boyunca sürerdi. Komşu dükkânda icra-i sanat eden kunduracı Kasım Usta, bir taraftan saya diker, diğer taraftan, sohbeti can kulağıyla dinler ancak lâfa karışmazdı. Çok bilip az konuşanlardandı.

O vakitler herkes ihtiyacı ve bütçesi kadar alışveriş ederdi. Market, süpermarket, grosmarket kelimelerini duymamıştık. Güneş Bakkaliyesi, temel tüketim ve gıda maddeleri ihtiyacını karşılamak dışında, telefon kulübesi, irtibat bürosu, posta kutusu işlevi görürdü. Ayrıca, Melendizlilerin de buluşma noktasıydı. Ambalaj teknolojisi şimdiki gibi gelişkin olmadığından, bisküvi ve lokum kapaklı teneke kutularda satılır, yeşil ahşap tezgâhların içinde pirinç, toz şeker, kırmızı mercimek ve açık makarna olurdu. Dükkânın o kendine has; ekmek, bakliyat, helva, ispirto kokusu bugün dâhi burnumdadır. Arka kısımdaki buzdolabında ise beyaz peynir, tulum peyniri ve pastırma bulunurdu. O vakitler ekmekler büyük ve gramajı tamdı. İsteyene yarım ekmek de satılırdı. Tekel’den mal almak için kullanılan el arabası her zaman dükkânın önündeki ağaca zincirle bağlanmış olarak dururdu. Nurettin Abi her sabah gün aydınlanırken, Kayabaşındaki evinden kahverengi hırkasıyla gelir, dükkânı açar, kapının önünü süpürür, kaldırımın kenarına diktiği ağaç ve çiçekleri sulardı. Her gün muntazaman iş önlüğü giyer, bayram seyran demeden dükkânı açardı. İşiyle onun kadar hemhâl olan esnaf az bulunur. Uzun yıllar iki kişi çalıştılarsa da abisi sonradan kahveye takılır oldu. Son yıllarını Domino oynayarak geçiren Nâfi abi, işi bıraktıktan bir süre sonra da Hakkın rahmetine kavuştu. Beni her gördüğünde “Bariii” deyişini unutamam.

Güneş Bakkaliyesi’nin 2000 senesinde ticari faaliyetini durdurmasıyla, Niğde’de bir dönemin sonuna gelinmiş, mahalle bakkalları bir bir kapanır olmuştu.

Nurettin abi, 65 yaşına geldiğinde çocuklarının sözünü tutup bakkallığı bıraktı. Hepsi de çok iyi yetişen çocukları, babalarının daha fazla çalışmasını istemediler. Zira dükkânın müşteri kalitesi günden güne düşmüş, mahalle kaba saba adamlar ile berduşların dolaştığı bir yer haline gelmişti. Onların yol yordam bilmez kaba davranışları, Nurettin abinin çocuklarını müteessir ediyordu. Güneş Bakkaliyesinin tarihe gömülmesiyle, çocukluğumun saadet ülkesinin önemli bir unsuru daha yok oluyordu.

Ana babalarını, Kayardı’dan aldıkları bağa oturtan çocukları rahata erdilerse de Güneş Bakkaliyesinin yokluğu elan içimi sızlatır, yerine taşınan baytarla ara sıra oturup eski günleri yâd ederiz.

Son yirmi yılını Kayardı ve İzmir’de huzur içinde geçiren efsane bakkal Nurettin Öztürk, üç gün yatak dördüncü gün toprak deyip sessiz sedasız gidenlerden oldu.

Şimdi düşünüyorum da artan yalnızlığımızla birlikte yitirdiklerimize duyduğum özlem, her geçen gün artıyor.

Allah cümlesine rahmet eylesin.