Gündemi Yazmak veya Gündem Dışı Kalmak

Abone Ol
Ülkemizdeki en önemli “gündemler” dahi bir hafta on gün içerisinde tüketilip, yeni yeni gündemlerin arkasına düşmesinden midir nedir bilinmez basın yayın organlarının “köşe” yazarları kendi bakış açılarından ülke gündemi üzerinde kalem “oynatmaya” bayılıyorlar. Olayların tozu dumanı yatışmadan, önü arkası, kendi içindeki bağlantısı belli olmadan sırf “gündem dışı” kalmamak uğruna yâda görüntüyü kurtarmak adına yazıyor da yazıyorlar. Son MİT vakası için kim neler döktürmüş yakından takip ettim. İnsanın ağzı açık kalıyor.(Özelliklede hükümete yakın olarak bilinen gazetelerin köşe yazarları öyle diyalektik ilişkilendirmeler yapıyorlar ki aklınız hayaliniz dumura uğrar.)
 
     AK Partisi Hükümeti, hazırlıksız yakalandığı bu polis-yargı müdahalesini, “savaş ilanı” olarak değerlendirdiği sıkça bu kaynaklardan vaaz ediliyor. Doğrudan hükümet kaynaklarından bilgi alan Yeni Şafak yazarı Abdulkadir Selvi'nin köşesinde aktardığı bilgiler bu bakımdan bence en çarpıcı olanı. “YAŞ krizlerini, HSYK'daki kavgaları hatta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının istifa sürecini izlemiş birisi olarak, siyasi iradenin bu denli öfkeli olduğu bir ana tanıklık etmedim” diyen Selvi, şöyle devam ediyor: “Bu karar bir meydan okuma olarak görüldü. Bu düpedüz bir savaş ilanı olarak yorumlandı. “Bu ülkeyi seçilmişler mi yönetecek yoksa savcılar mı” denildiğine şahit oldum. İsrail'e “One Munite” çekmiş, Ergenekon'a, askere, muhtıralara boğun eğmemiş bir iktidar olarak, özel yetkili Cumhuriyet Savcılığına mı boyun eğeceğiz denildiğine tanık oldum. Buna eklenecek başka bir cümle var mı?”
 
       Selvi'nin sorusuna ben cevap vereyim. Ortalıkta savaş benzetmesini içerecek bir güçler çelişkisi yok. Öteden beri var olan devlet ergini elinde tutma mücadelesini 2011 yılında Ak partisi kurmay heyeti kazandı. Bunun içindir ki AK partisi hızla devletleşme sürecine girerek kendi “statükosunu” yaratma ve savunma durumuna düştü. Görünen hal budur. Ne “cemaatle” AK Partisi arasında nede “eski” statükocularla yenilerinin arasında bir “it” dalaşı vardır.
 
      Hakan Fidan, Afet Güneş, Emre Taner ve diğer MİT mensuplarının ifadeye çağrılmasının arkasında hangi gücün olduğundan bağımsız olarak, bu girişimin direk başbakana yönelik bir hamle olduğunu vaaz etmek ise bence safdillik olur. Yaşanan gelişmenin arkasında kurumlar arası bir rekabet olduğu su götürmezdir. Bu yeni de değildir. Özellikle emniyetle MİT arasında inisiyatif mücadelesi ve rekabet her zaman olmuştur.
 
      Emniyet teşkilatıyla MİT arasındaki rekabet, kurumsal rekabetin yanında siyasi bir rekabettir. Siyasi rekabetin merkezinde “emniyetin her dönem hükümetçi tavrıyla MİT’in her daim devletçi tavrı gerilimin ana eksenlerinden biri olduğu bilinmelidir. “Hükümetler gelip geçer, devlet kurumları ebedidir.”Mistifikasyonuyla süslenen “devlet ebed müddet” görüşü açısından çözmeye yönelen güçler, devlet içerisindeki siyasi tasfiye yönelimi taşıyan güçlere karşı cılız bir hamle olduğu düşünülse bile AK partisi böylesi bir hamleden etkilenmeyecek denli artık devletleşmiştir.
 
      Hedefte olan kurum ve kişi MİT ve Hakan Fidan olsa da, onu atayanların AK Partisi kurmay heyeti olduğu, bu tercihin ABD onaylı ve Ortadoğu ve Türkî cumhuriyetlere yönelik operosyonel bir güç olarak yeniden Hakan Fidan tarafında re organize edildiğini bilecek IQ de oldukları bilinmelidir.  AK Partisi'nin iktidar gücüne karşı bir girişim olmadığını fark edemeyenlerin IQ sorunu olduğu ise kesindir.
 
      “Gülen cemaati”, siyasi olarak AK Parti'yi desteklese de, esas olarak bu desteği ABD iradesiyle doğru orantılıdır. Bir anlamda “Gülen cemaati”, Uluslar arası sistem desteklediği sürece AK Partisi ile “çekişmeyi” bir tarafa bırakın sonuna kadar desteklemek zorundadır.   AK Partisi'nin, iktidar gücünün zirvesinde olduğunu, devlet kurumlarını bir, bir emri altına alarak devlet aygıtını yönettiği, AK Partisi'nin devletleşmesin “ustalık” dönemi uygulamaları gibi aksettirildiği bir süreçte bu müdahale olsa, olsa “bizi de unutma” türünden “nazik” bir uyarı niteliğinden öte bir anlam ifade etmez.
 
       “Bu “hesaplaşmanın” ve devlet içerisindeki “iktidar” mücadelesinin 2014'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve Suriye'ye yönelik işgalci saldırganlığı içeren boyutlarının olduğu”  yönünde kalem “oynatanlara” ise “pes yahu” demeden edemeyeceğim.
 
      Yaşanan gelişmeler tekrardan gösterdi ki, iktidar olmanın da olamamanın da temel eşiği evrensel hukuk kaidelerinin ülke vatandaşlarına sunulup, sunulmayacağıyla ilgilidir. AK partisi kendine demokrat halleriyle başta “Kürt meselesi” olmak üzere ülke yurttaşlarının tüm demokratik taleplerini uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle gerçekleştiremeyeceği için daha “ceberut”,daha otoriter yönetimler sergileyecektir. İktidarını sağlamlaştırmak içinde bu yönde “açılımlar” sergilemesi kendi doğalıdır.
 
     Eee! Ne diyelim “zulümle abad olanın akıbeti Mübarek gibi olsun”