Şehrin, her gün bir yanımı sarstığını, yokluk uçurumuna doğru sürüklediğini hissediyorum. Evlerin ve fabrikaların bacalarından yükselen dumanlar sadece havamızı değil ruhumuzu da kirletiyor. Şehrin caddelerinde, çarşı ve pazarlarında dayanılmaz bir koku…
 Kutsal kitaplardaki dağlar üzerine yazılı sözleri, dağcıların ölümü göze alarak neden zirvelere çıkmak istediklerini artık daha iyi anlıyorum. Zaman zaman şehirden uzaklaşarak, dağların temiz ve özgür havasını teneffüs etmeyi, dağ çiçeklerini koklamayı, buz gibi sularını yudumlamayı öyle istiyorum ki…
 Neyse ki şehirlerde de ruhumu dinlendireceğim yerler var.“İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklar”.(Yunus suresi 62) Kutlu sözünü tekrar ediyorum birkaç kez. Bu sözün etkisiyle olsa gerek, içimde bir ziyaret düşüncesi beliriyor. Hayaletleri andıran, beton yığını apartmanlar arasından geçerek, araba gürültüleri ve egsoz gazlarının zehrini soluyarak Anadolu’nun şirin bir ilçesine ulaşıyorum.
 Bor’dayım. Ahmet Kuddusi’nin makamındayım. Allah’tan ziyaretime engel olan yok. İçimden ey pir! diyorum. Sen ki, bir vakit Konya’da Mevlana hazretlerinin türbesini ziyaret etmek istedin, ama görevli kişi, akşam saati, türbenin kapanma vakti dedi ve senin içeri girmene izin vermedi. Ve şu mısralar döküldü dilinden:
 Sensin veliler şahı,
 Ya Hazret-i Mevlana!
 Affet şu ben gümrahı,
 Ya Hazret-i  Mevlana!
 (…)
 Ariflerin sultanı,
 Dertlilerin dermanı,
 Kuddusi’nin cananı,
 Ya Hazret-i Mevlana! 
 Sonrasında türbenin kapıları kendiliğinden açılıverdi…
 Daha dünyaya gelmeden Allahın isimlerini, özellikle kuddüs (bütün eksiklerden arınmış) ismini söyledin. Kuddusi ismi sana bu yüzden verildi.
 Günümüzde Müslümanlar bin parçaya bölünüp birbirleriyle didişirken sen:
“Yok ayrı gayrı evliya yollarının hak cümlesi,
 Hem Halveti, hem Celveti, hem Kadiri, hem Nakşiyem.”
 Dedin.
 Zaman zaman Cuma Namazı’nı Kabe’de kıldın. Misafirlerine taze hurma ikram ettin. Devrin yöneticileri, adamlarını göndererek altın, para vb sana ihsanlarda bulunmak istedi. Kabul etmedin. Küreği toprağa daldırdın, kürekteki topraklar altına dönüştü. Küreği boşalttın o altınlar akrep ve yılana dönüştü. Böylece dünya malının, dikkat edilmez ise insan için yılan ve akrepten farklı olmayacağı mesajını verdin.
“Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,  
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana.”
Sözlerini söylerken bizim durumumuz ne olacak acep?..
Vasiyetinde: Kefenimi Niğde bezinden yapın . Nasihat kitaplarımı okuyup, nasihat alın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Mezarlıkta teganni ile (şarkı gibi) kur ‘an okuyarak oradaki Müslümanları bıktırmayın. Dostlarınızın kusurları ne kadar çok olursa olsun onlara muhabbet besleyin ve iyilik edin. Yeryüzünde alim var iken kıyamet kopmayacak. Kıyamet Allah’ın ismini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacaktır. İşlediğiniz günahlar için hemen Yüce Allah’dan bağışlanma dileyin. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…dedin.
 Ey pir! Kitapların ve gerçek yol göstericilerin bir tarafa bırakılıp, başka şeylerin idol haline geldiği günlere geldik. Bize kitaplarınla ve örnek yaşantınla muştu ol. Artık yeryüzünde masumlar ölmesin, çiçekler solmasın, ağaçlar kurumasın. Senin gibi evliyalar sökün etsin dünyamıza.
Eserleri: Dîvân-ı Kuddûsî, Pendnâme, Vasiyetnâme, İcâzetnâme, Nesâyih-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînet-ül-Esrâr ve Ganîmet-ül-Ebrâr, Medâyıh Risâlesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, vb.eserleri kaleme aldın. Ama bunları okuyup anlayacak ve anlatacak insanlara da çok ihtiyaç var?