Asıl adı Muhammed Şemseddin olan Emir Sultan, 1368'de Buhara'da doğmuştur. Babası, çömlekçi manasına gelen "Emir Külâl" lâkabı ile tanınır. Buhara'da doğduğu için "Emir Buhari”. Yıldırım Bayezid'e damat olmasından dolayı da, "Emir Sultan" adını alır.

Emir Sultan, on sekiz yaşlarında iken,
emeli Medine’ye yerleşmektir. Bir gece rüyasında Resulullah’ı görür. Ona, Anadolu’ya gitmesi emredilir. Uyandığında şaşkınlık içindedir. Zaman kaybetmeden hemen yola çıkar. Bursa’ya gelir. Bursa’da halk onu coşkuyla karşılar. Emir Sultan çevresindeki müritlerine; "Ey kardeşler! Bizim ömrümüzün kandili bu şehirde sönecek, makamımız bu şehir olacak." Dediği rivayet edilir.

O günlerde Yıldırım Bâyezid Macaristan’la savaşmaktadır. Her İki tarafta yaralılar vardır. Ancak, revirde o güne kadar hiç tanımadıkları bir genç hekim dikkati çeker. Sultan kolundan derin kılıç yarası almıştır. Yara, sarılır sarılmaz iyileşir. Yıldırım Bâyezid sargıyı çözerken hayretler içinde kalır. Zira bu sargı hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıdır. Ama esrarengiz genç doktor ortalıkta yoktur.

Niğbolu sağlam bir kaleye sahiptir. Osmanlı ordusu burada büyük kayıplar vermiştir. Kaleye girmeleri imkânsız gibi görülmektedir. Ümitlerin kesildiği bir anda kale kapısı birden açılır. Açan şahıs, sultanın yarasını saran gençtir.

Zaferden sonra Yıldırım Edirne’de konaklar. Ailesi Bursa’dadır. Bâyezid’in Hundi Fatıma adında bir kızı vardır. Bu kız bir gece rüyasında Efendimizi görür. Ondan, Muhammed Emir Sultanla evlenmesi istenir.

Emir Sultan fakir biridir. Sultan kızının fakir bir dervişle evlenmesi hayal ürünüdür. Ancak Hundi Sultan kararlıdır.  Emir Sultan’la evlenecektir. Ama derdini kimselere açamaz.

Bir gün Emir Sultan saraya dünürcü yollar. Valide sultan “olmaz!” demez; ama yorgunu yokuşa sürmesini bulup. “Söyleyin ona, kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!” der.

Emir Sultan;“Göndersin develeri!” diye haber yollar. Deveci kervanı yola çıkar, karanlıkta Nilüfer çayına vardıklarında, su yatağındaki çakılları göstererek “Doldurun!” der,

Emir Sultan, Valide Sultan’ın huzuruna gelir, altın dolu çuvalları önüne kor. Valide sultan dehşet içindedir ve: “Nasıl istiyorsan öyle olsun!” demek zorunda kalır.

Nikâh haberi Edirne’ye ulaştığında Sultan; “Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?” diye hiddetlenir. Süleyman Paşa’yı Bursa’ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. Büyük âlim Molla Fenari Padişaha bir mektup yazar. Yıldırım Bâyezid’in Molla Fenari hazretlerine hürmeti sonsuzdur.

Bâyezid Bursa’ya geldiğinde halk, sultanı coşkuyla karşılar. Sultan bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür ve atından iner: “Söyle yiğidim o maharet neydi öyle? Ya mendilin öbür yarısı nerededir” dediğinde Emir Sultan mendilin diğer yarısını cebinden çıkarıp uzatır. Sultan: “Adını bağışlar mısınız?” Diye sorar ve Emir Sultanla kucaklaşırlar. Emir Sultan’ın, damadı olduğunu öğrenince onunla gurur duyar.

Yıldırım Bâyezid Bursa da bir cami yaptırmak ister. Cami’nin arsası yaşlı bir kadıncağızındır. Değerinin üstünde ücret verilse de "olmaz" der. Sultan caminin yerini sevmiştir. Emir Sultan’a meseleyi anlatır. O sadece tebessümle, "Acele etme!" der.

İhtiyar kadın o gece rüyasında kendini, mahşer meydanında bulur. Orada Efendimizden Şefaat dileyenlere tanık olur. Tam bu sırada Emir Sultan'ı görür, "Herkes cennete gitti, ben tek başıma kaldım burada!" diye dert yanınca, Emir Sultan; " Sultanımızı üzme!” diye uyarır. Ertesi gün kadın gelir, hiçbir ücret almadan arsayı camiye bağışladığını söyler.

Emir Sultan, Yıldırım'ın Timur Han'la savaşmasına razı değildir. Bu kardeş kavgasına mani olamaz.  Hundi hatun: “Babamı yalnız mı bırakıyorsun?” dediğinde Emir Sultan;

—Bak hatun! Bu savaş anlamsızdır. Babanın kazanma şansı da yoktur.. Eğer elinden bir şey geliyorsa ona mani ol. Baban aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz?

Ankara savaşının ardından Timur, Bursa'yı işgal eder. Ahali perişandır. Buna çözüm bulması için Emir Sultan’a yalvarırlar. O da bir kâğıda bir şeyler karalar, Timur’a. Yollar. O kâğıtta ne yazılıdır bilinmez. Timur şehri terk ederek Orta Asya’nın yolunu tutar.

Bu büyük insanların yaşadığı şehirler manevî merkez haline gelmiştir. İstanbul'da Eyüp Sultan, Aziz Mahmud Hüdai; Ankara'da Hacı Bayram-ı Veli; Konya'da Mevlâna, Sadreddin-i Konevi; Erzincan'da Terzi Baba; Kastamonu'da Şeyh Şaban-ı Veli ve Bursa'da Üftade ve Emir Sultan Hazretlerinin, Anadolu'da İslâm'ın yayılmasında rolleri büyüktür.

Emir Sultan Hazretleri; 1429 yılında Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri kıldırmıştır.[1] O, Âlimlerin dalkavukluk yapmasının cihanı harap edeceğine inananlardandır.



[1][1] Çelebi Celaleddin Ulusoy'un Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı kitapçığından Hacı-Bektaşi Veli Anadolu-Eğitim kültür vakfı eserlerinden alınmıştır