Nurettin Topçu, “Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır.”1 girişiyle başladığı Türkiye’nin Maarif Davası kitabının önsözünde ilk vurguyu alime yapar. Ve ardından acı hakikati ortaya koyarak “cahillerin ulema sınıfına nüfuz etmesiyle” milli karakterin zedelendiğini dile getirir.

Türk eğitim sisteminin yakın geçmişine baktığımızda yapılan tespitin aynı ile vaki olduğunu görürüz. Yapılan yenilikler, açılan okullar, getirilen uygulamalar, öne sürülen değişiklikler eğitim alanında istenen başarıyı getirememiştir. Belki de ilk yapılması gereken ilim sevgisini aşılamak ve alimin/muallimin/öğretmenin üstünlüğünü ortaya koymak olmalıydı. Eğer bu geçekleştirilemezse Nurettin Topçu “milliyet ve kültür davasının mezarı başında ağlayacağımızı”2 ifade eder.

Nurettin Topçu “Muallim” başlığı ile ele aldığı bölümde, muallime/öğretmene yüklenen vazifenin eksikliğini tespit ile başlar değerlendirmesine. Muallimin sadece okuma yazma öğreten ve teknik bilgi veren değil “ruhlar sanatkarı”3 olması gerektiğini belirtir.

Muallimliğin bir tüccar, sadece bir memur, sadece bir para işi olarak görmenin yanlışlığına değinen Topçu; muallimliğin, fikir ve fazilet aşkını yaşatan, onu var kılan en mukaddes meslek olduğunu açıklar. Muallimin bilen, öğreten, irşad eden, yol gösteren, terbiye eden bir vazifesi olduğunu hatırlattıktan sonra ideal muallime duyulan ihtiyacı ortaya koyar.

Uzun zamandır, öğretmene yüklenen göreve baktığımızda akademik başarı ile sınırlandırılan bir alandaki çalışmalar, nesle ideal yüklemekten de uzaklaşmaya sebep olmuştur. Sadece bir iş sahası olarak değerlendirilen ve liselere, üniversitelere yerleştirilen öğrenci sayıları ile kalitesi ölçülen mesleğin kültür ve mana boyutlu vazifesi ikinci plana atılmıştır.

Cemiyet hayatının yaşadığı buhranlara çözümün adresi olması gereken okullar ve öğretmenler, bu vazifenin asli anlayışından çok uzaklarda, yalnızca meslek edindirmek için yarış sergilenen bir konuma devşirilmiştir. Bunların neticesinde öğretmenin mesuliyet alanı değişmiş, öğretmene bakış farklılaşmış, yarınların kültür ve ilimle inşa edilmesi ise zorlaşmıştır. Bu problemleri tespit etmiş olan Nurettin Topçu çözümü muallimin mesuliyetinde irdelemiştir. “Ademoğlunu, beşikten alıp mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.”4 ifadesi ile ona yüklenen vazifenin yüceliği ve mesuliyeti netleştirilmiştir. Devamında, “Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur.” diyerek bir manada cemiyetin hamurunu yoğuran, şekillendiren, anlamlandıran, medeniyetlerin temelini atan isim olarak muallime/öğretmene işaret edilmiştir.

Dünyada büyük medeniyetler kurmuş milletler incelendiğinde kendi eğitim ordularını dinledikleri, onlara değer verdikleri, yücelttikleri ve rehber edindikleri bilinmektedir. Fransız tarihçi Mathiez, Fransız çocuğunu kurtaracak idealcinin muallim olduğunu söylerken; Bulgar papazlar köy köy dolaşıp muallimlik yaparak kendi toplumunu ayağa kaldırırken; İskender, hocasının kendini yerden göğe kaldırdığını ifade ederken, muallimin değerini iyi anlamışlardı.

Tarihimizde biz de muallime ifade ettiği manayı yüklemişiz. Nizam’ül Mülk, Bağdat’ta Nizamiye medresesini kurarken, Ali Kuşçu matematik ve astronomide çığır açarken, Farabi büyük bir mütefekkir olurken, Uluğ Bey Semerkant’ta rasathane açarken, Piri Reis haritacılığın ender eserlerini ortaya koyarken, Koca Sinan sanatını taşa işlerken, alime verilen değerler ile tarihe ışık tutmuşlardır. Nitekim, Orhanları yetiştirenler, Fatihleri ortaya çıkaranlar ancak atının ayağından sıçrayan çamura hürmet eden anlayışlarla mümkün olmuştur.

1 Nurettin TOPÇU, Türkiye’nin Maarif Davası, sayf.13, Dergah Yayınları, 14. Baskı, Haziran 2015, İstanbul
2 A.g.e. syf,14
3 A.g.e syf,69
 4 A.g.e. 71