Türk Eğitim-Sen Niğde Şube Başkanı İhsan Uğraş, bir basın açıklaması yaptı.

 

Uğraş açıklamasında şu görüşlere yer verdi :Bilindiği üzere 21 Aralık 2013 Cumartesi günü Niğde Üniversitesi öğrencilerinin Erciyes Dağına yaptıkları gezi dönüşü kaza geçirmeleri sonucunda 6’sı Niğde Üniversitesi öğrencisi olmak üzere toplam 11 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, üçü ağır olmak üzere 30’dan fazla kişi de yaralanmıştır. Bu elim kaza bizleri ziyadesiyle üzmüştür.

 

Kazada hayatını kaybedenlere Yüce Allah’tan rahmet, başta aileleri olmak üzere sevenlerine ve Niğde Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Adnan GÖRÜR’ün şahsında Niğde Üniversitemize başsağlığı; yaralılara acil şifalar diliyoruz.

 

Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi’nin 14-15 Aralık 2013 tarihlerinde Antalya’da yaptığı “Türk Eğitim-Sen Üniversite Temsilcileri Büyük Türkiye Buluşması” toplantısında; 25 Aralık 2013 Çarşamba günü saat 12.30’da eş zamanlı olarak akademisyenlerin hakları ile ilgili Türkiye genelinde, tüm üniversite rektörlükleri önünde basın açıklaması yapılması kararı alınmıştı.

 

Türk Eğitim-Sen Niğde Şubesi olarak biz de Niğde Üniversitesi Rektörlüğü önünde akademisyenlerimizin özlük ve mali sorunlarını gündeme taşımak amacıyla basın açıklaması yapma çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Ancak yukarıda belirttiğimiz elim kazanın yaşanması  sonucunda gerek Türk Eğitim-Sen Niğde Üniversitesi Temsilciliği Yönetim Kurulu ve gerekse iş yeri temsilcilerimizle yaptığımız istişare toplantılarında, rektörlük önünde bu tür bir eylemin yapılmasının etik olmayacağı kanaatine varıldı. Bu nedenlerden dolayı akademisyenlerimizin sorunlarını yazılı basın açıklaması şeklinde değerli kamuoyunun dikkatlerine sunuyoruz.

 

Daha aydınlık, çağdaş ve müreffeh bir ülke emeli ancak her alanda yetiştireceğimiz parlak beyinlerin bilime, kültüre ve sanata yapacağı katkıyla sağlanabilecektir.

 

Üniversiteler, yetiştirdiği ve barındırdığı beyinlerle, sahip olduğu dinamizm ile,  yeni fikirlerin ortaya çıkmasına, yeni buluşlar aracılığıyla teknolojinin ve insanlığın ilerlemesine doğrudan katkı sunan eğitim kurumlarıdır.

 

Bu nedenle üniversiteler, bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde birer felsefi tartışma ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme işlevini de üstlenirler.  

 

Üniversiteler, bulunduğu çağın ötesine bakmak, milletimizin ufkunu genişletmek gibi misyonları nedeniyle, bilim ve kültür dünyamızın en önem verilmesi gereken kurumlarıdır.

 

Bu yönüyle üniversiteler en üst düzeyde teknik imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe yönelik planı ve projesi olan, vizyonu açık, maddi ve manevi sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadırlar.

 

Bilim insanları, gelecek kaygısı taşımadan, herhangi bir dışlanmaya uğramayacağının bilinci içinde çalışma ve fikirlerini açıklama özgürlüğüne sahip olmak zorundadır.

 

Çağın ötesine geçmiş, her konuda öncü, geleceğe yön veren devlet idealine ancak güçlü üniversiteler ve kendisini bilime adamış akademisyenler ile mümkün olur.

 

Üniversitelerde nitelikli eğitim verilmesi, üniversitelerin bilgi ve teknoloji üreten kurumlar olması, yenilikleri takip etmesi, kısacası dinamik kurumlar olması ise son derece önemlidir.

 

Üniversitelere değer ve kalite katan ise fiziki ortamdan daha çok barındırdığı akademisyenlerin nitelikleridir.

 

Akademisyenlerimizin üniversitelerin en önemli aktörleri, eğitimin uygulayıcısı olduğunu düşündüğümüzde, onlara ne yazık ki gereken değerin verilmediğini üzülerek görmekteyiz.

 

Akademisyenlerimizin sayısı yetersiz, ücretleri düşük, özlük hakları kısıtlıdır.

 

YÖK gibi otoriter bir kurum, akademisyenlerimizin adeta elini kolunu bağlamaktadır. 

 

Üniversite içi demokrasi işlememekte, üniversite çalışanları fikirlerini açıklarken çekinmektedir.

 

Akademik yükselmelerde kriter, bilim olmaktan çıkmış, akademik unvanlar siyaset tarafından belirlenmeye başlanmıştır.

 

2547 sayılı Kanunun 50/d maddesi nedeniyle yaşanan güvencesizlik sorunu, akademik hayata atılacak gençlerimizin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. 

 

Bütün bunların üzerine ekonomik sorunlar da eklendiğinde, akademik personel için bilimsel çalışma yapmak, toplumumuzun gelişimine katkı sağlamak, kalkınmanın itici gücü olmak imkânsız hale gelmektedir.

 

Maalesef akademisyenlerimiz, geçim kaygısı içerisinde bir dersten diğerine koşturmaktan proje hazırlamaya, bilimsel araştırma yapmaya, patent geliştirmeye zaman bulamamaktadırlar.   

 

Eşit işe eşit ücret sağladığı iddia edilen 666 sayılı KHK düzenlemesinde unutulan eğitim öğretim camiası, ülkenin en düşük maaş alan kesimlerinden biri haline getirilmiştir.

 

Artırılmayan ek ödeme oranları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulan akademisyenlerimiz, ek gösterge, ek ders ve özel hizmet tazminatı yönüyle de pervasız bir ihmalin kurbanı olmuştur.  

 

Ağır ekonomik şartlar altında ezilen akademisyenlerimiz, toplu sözleşme masasında da yok sayılmış, ekonomik kayıplarının telafisine yönelik en küçük bir iyileştirme yapılmamıştır.

 

Ücretlerin düşüklüğü nedeniyle genç beyinlerimiz ya daha yüksek getirili mesleklere yönelmekte ya da yurt dışı üniversitelere beyin göçü yaşanmaktadır.

 

AKP iktidarı, 2023 ve 2071 hedeflerini belirlerken bol keseden atmakta ama ülkeyi bu hedefe taşıyacak olanların akademisyenler olduğunu unutmakta, akademisyenlerimizi adeta ekonomik bir soy kırıma tabi tutmaktadır.  

 

Öyle ki, Türkiye’de akademisyenlerin maaşı Hindistan, Güney Afrika, Suudi Arabistan, Nijerya, Arjantin, Brezilya, Kolombiya gibi ülkelerin dahi gerisinde kalmaktadır.

 

Satınalma gücü paritesine göre Kanada ve Güney Afrika’da 9 bin; Suudi Arabistan’da 8 bin 524; İngiltere’de 8 bin 400; Hindistan’da 7 bin 433; Amerika Birleşik Devletleri’nde 7 bin; Nijerya’da ise 6 bin 200 dolara kadar çıkan akademisyen ücreti Türkiye’de 3 bin dolar seviyesinde kalmaktadır.  

 

Bu koşullarda ülkemizde en kıdemli profesör 4 bin 729 TL, doçent 3 bin 376 TL, yardımcı doçent 2 bin 706 TL, araştırma görevlisi ve okutman da 2 bin 395 TL maaş almaktadır. 

 

            Hal böyleyken imzalanan toplu sözleşme sonucunda, üniversite çalışanlarımızın 2014 ve 2015 yılları da çalınmış, umutları yerle bir edilmiştir.

 

            Ülkenin siyasi, ekonomik, kültürel, entelektüel bütün sorunlarına çözüm üretmeye çalışan akademisyenlerimiz, toplu sözleşme sonunda bir de 2014 yılı boyunca alacakları 123 TL zamla nasıl geçinecekleri sorununa çözüm bulmak zorunda bırakılmıştır.

 

            Üstelik enflasyon farkı hakları da gasp edilmiştir.

 

            Bununla da yetinilmemiş, 2015 yılı için yalnızca %3 + %3 zam öngörülerek, akademisyenlerimiz sefalete terk edilmiştir.

 

Yetkililer ekonomik büyümenin vatandaştan kaçırılarak ranta dönüştürülmesi konusunda adeta doktora tezi vererek, iktisat ve matematik profesörlerine, “ele geçmeden tükenen maaşla bir ay geçinmenin yolları” konusunda yeni bir akademik araştırma alanı açmıştır.

 

            Bütün idari sıkıntıların üstüne bir de evini geçindirme, evine ekmek götürme kaygısına kapılan akademisyenlerimizden, bağımsız, yenilikçi ve özgün fikirler geliştirmesi beklenmektedir.  

           

            Şurası anlaşılmalıdır ki, ülkemizi aydınlık geleceğe, daha güzel yarınlara taşıyacak temel etmenlerin başında akademisyenler gelmektedir.

 

            Akademik personelin omuzlarına yüklenen bu sorumluluğu taşıyabilmesi için yetkililerin de akademik personelin sorunlarını çözme mecburiyeti vardır. 

 

Görüldüğü üzere Türkiye’de üniversiteler, akademisyenlerin ancak karın tokluğuna çalışabilecekleri kurumlar haline gelmiştir.

 

Akademisyenlerin statüleri ve ekonomik standartları, diğer meslekler karşısında prestij kaybetmektedir.

 

Akademisyenlerimiz 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen ek ödeme uygulamasının dışında tutulmuş ve büyük bir mağduriyet yaşamıştır.

 

O dönemde yaklaşık 1,5 milyon kamu görevlisinin ek ödeme oranları artırılırken, akademisyenler görmezden gelinmişti. Bu yıl gerçekleştirilen toplu sözleşme görüşmelerinde akademisyenler yine es geçildi.

 

666 KHK ile 1500 TL’ye varan ek ödemeler söz konusu iken; bu ülkenin itici gücü olan, bilimsel çalışma üreten, sürekli bilimsel yayınları takip ederek, kendisini geliştirmesi gereken, gençlerimizi bilimin ışığında yetiştiren profesörlerin, doçentlerin, yardımcı doçentlerin, araştırma görevlilerinin böylesine görmezden gelinmesi, onların geçim derdiyle baş başa bırakılması kabul edilemez.

 

Üstelik akademisyenlerin ücretlerine yıllardır hiçbir iyileştirme yapılmamıştır.

 

Akademisyenlerimize bunu reva gören anlayışı şiddetle kınıyoruz.

 

Ayrıcalıklı bir kesimin önüne kazan konulurken, akademisyenlerimizin kuru ekmeğe talim etmesi hiçbir ülkede rastlanmayacak bir uygulamadır.

 

Akademisyenlerimiz bu unutulmuşluk ve dışlanmışlıktan; geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısından kurtarılmak zorundadır.

 

Hiç kimseye reva görülmeyen ek gösterge oranları akademisyenlere reva görülmektedir.

 

Ek ders ücretleri, ek ders vermek için yapılan harcamayı dahi karşılamayacak seviyededir.

 

Üniversite ödeneği, yaşanan ekonomik sorunları çözmekten acizdir.

 

Üstelik yapılan ödemelerin birçoğu emekli maaşına esas teşkil etmediği için, akademisyenlerimizi emeklilikte de zorlu bir mücadele beklemektedir.   

 

Akademisyenlere üniversiteler de yeterli desteği sağlayamamakta, bu nedenle akademisyenlerimizin büyük bir kısmı bilimsel çalışmalarını kendi imkânları ile yapmak zorunda kalmaktadır.

 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dahi gerçekleri görmekte, öğretim üyelerinin maaşlarının yetersiz olduğunu itiraf etmektedir.

 

Ancak sorunları çözecek olan merciin de bizzat kendisi olduğunu unutmakta, sorunu çözme noktasında derin bir sessizliğe gömülmektedir.

 

Bu nedenle soruyoruz: Sorunu çözmekle mükellef olanlar, bu gerçeği nasıl yok saymaktadır?

 

Akademisyenlerimiz bilimsel çalışma mı yapacak, ailesinin geçimi için mi çalışacak?

 

Akademisyenlerimiz bu ücretlerle mi kendisini geliştirecek, yenileyecektir?

 

Siz, bilim ve teknoloji üreten insanları geçim derdiyle baş başa bıraktığınızda, ne üniversitelerimizi dünya ülkelerindeki üniversitelerle yarıştırabilirsiniz ne de ülkemizin geleceğini inşa edebilirsiniz.

 

Geçim kaygısı yaşayan, geleceğine güvenle bakamayan, mutsuz insanlarla bilim yarışında ipi göğüsleyemezsiniz ve her zaman geride kalmaya mahkûm olursunuz.

 

Bu ülkenin kalkınması, dünyada hatırı sayılır bir yere gelmesi, bilgi toplumu olma yolunda aşama kaydedebilmesi için bilim insanlarının rahat çalışma imkânlarına kavuşması; bilimsel araştırma yapması için önüne inşa edilen engellerin kaldırılmasıyla mümkün olacaktır.   

 

Bu bakımdan akademisyenlerin

 

Ek göstergeleri 800’er puan artırılmalı,

 

Ek ders ücretleri iki katına çıkarılmalı ve araştırma görevlilerine haftada en az 10 saat ek ders ücreti ödenmeli,

 

Ek ödeme oranları, en az daire başkanı seviyesine çıkarılmalı,

 

Üniversite ödeneğine 360’ar TL eklenmeli,

 

Ve akademik personelin bilimsel çalışmalarda yaptığı harcamaları karşılamak üzere tüm akademik personele, en düşüğü aylık 500 TL’den başlamak üzere, araştırma-geliştirme ödeneği adı altında ödenek tahsis edilmelidir.

 

Akademik personele yapılan bütün ödemelerin emekli maaşına esas sayılmasıyla, öğretim görevlilerimizin emekli maaşlarının da hak ettikleri seviyeye çıkarılması sağlanmalıdır.  

 

Akademisyenlerimizin yıllardır eriyen maaşlarının telafisi, ekonomik büyümeye her yönüyle katkıda bulunan insanlarımızın hak ettiği ücrete kavuşmasıyla mümkün olacaktır.     

 

Sayın Başbakan, her fırsatta IMF’ye olan borcumuzun bittiğini, dünyanın en büyük 16. ekonomisi olduğumuzu, kişi başına düşen milli gelirin 10 bin 500 dolara çıktığını, hazinenin tıka basa dolu olduğunu göğsünü gere gere söylüyor; o halde Hükümet, bilim adamlarımıza da pastadan düşen payını vermek zorundadır.

 

Bu ülkeyi yönetenler, bilimsel gelişimin taşıyıcısı olan akademisyenlerimizin sesine kulak vermeli, dünyadaki meslektaşları gibi insanca yaşayacak ücretlere kavuşmaları için imkânlarını seferber etmelidir.

 

İfa ettikleri görev itibarı ile ülkemizi daha ileriye taşıyacak; bilim, kültür, sanat ve edebiyat dünyamızı geliştirecek ve geleceğimizi inşa edecek akademisyenlerimizin bütün sorunlarının çözümü için ihtiyaç duyulan kaynak, ayakkabı kutularında fazlasıyla mevcuttur.   

Editör: TE Bilişim